Hüseyin Güneş
Hüseyin Güneş

"Osman" denilince, nedense yüreğimin derinliklerinde bir şeyin yandığını hissederim. O yangının kokusu adeta burnumun kemiklerini sızlatır, tıpkı "ya Hüseyin!" nidalarını duymuş ve "Kerbela ağıtlarını" dinlemiş gibi. Bunun çok sebebi var kuşkusuz. İlk yıllardan itibaren Hz. Peygamber'e arkadaşlık etmiş, İslam davasının çilesini çekmiş ve bu uğurda canını

malını hiçe saymış bir sahabi, nasıl olur da dost bildiği insanlar tarafından katledilir? Hem de bir Müslümanın başka bir Müslümanı öldürebileceği ihtimalinin hayal bile edilemediği bir zamanda...

İsmail Şanal
İsmail Şanal

Politikada partinizi seçimle zafer arasında en kestirme yola
çıkaran en yaygın kullanım Türkiye’de olduğu gibi sembolizm-
dir. İdeolojik içerikli uzun metinler ve derin yorumlar halkın
ilgisini çekmez bilhassa bizim gibi okumaktan uzak durmayı ge-
leneklerine perçinlemiş bir toplumda.
Ölüme yaklaştığı 60’lı yaşlarda namazla tanışıyor olsa

da
dini hassasiyeti yüksek bir toplumuz.
Hassas olduğumuz konu ise dinin esasları değil ne kadar dile
getirildiği. Dolmuşa binerken çektiği besmeleyi Bissss şeklinde
kamuoyuna deklare etmek amcalarımızın teyzelerimizin gün-
lük rutininin en değerli yapıtaşlarından birisi. İslam’ın tebliğci
ve yayılmacı tutumunu böyle yorumlayan vatandaş

dere yatağı-
na örülen beton duvarı ‘Allah Allah illallah’ diyerek halkın hiz-
metine sunan yöneticiyi nasıl benimsemesin? Muazzam bütçe-
lere sahip belediyelerin iki karış betonu göstermesi için yüzlerce
billboard reklamı yetmiyor olacak ki madde aleminden ayrılıp
manevi iklimlere yolculuk ederek açılış yapmak bulaşıcı hastalık
gibi

yayıldı. Sembolizmin devamında sarmalın bir türevi olarak
sloganların esiri olduk. Beş vakit namazını kılmaya yıllardan
beri gayret eden ve Ayasofya camisine özel ilgisi olan birisi ola-
rak bile siyaset malzemesi olmasını istemiyorum. Evet Ayasofya
son derece zarif ve mühim olduğu kadar Bizans’ı bitiren Fatih’in
ve İstanbul’un sembolü. Peki

ama sembolünden geçtim, İstanbul nerede...

Düşünce Dergisi
Düşünce Dergisi

"1980'li yıllardan bu yana Türkiye'nin yeni yetişen inana kaynağı, önceki neslin maruz kaldığı şiddet ve kaos ortamının sonucu olarak daha içine kapalı, idealsiz, 'gerçekçi' ve dağınık bir yapı sergilemiştir. Yeni insan umursamazdır, nereye gittiğine dair vir fikre sahip görünmemektedir, çekingendir, içe dönük ve müteredditen ziyade ikirciklidir; yani sürekli fırsat

maliyetinin hesabı içerisindedir. Güven vermeyen, güvenmeyen, uzun süre belli bir idealin peşinde koşmayan ve çoğunlukla böyle bir ideali olmayan bu insan, herkesin konuştuğu ve kimsenin birbirini dinlemediği bir ortamın insanıdır. "

Dilek Erarslan Ünal
Dilek Erarslan Ünal

BES sektöründe sahada, banka şubesinde ve yönetici sıfatıyla çalışmış biri tarafından gerçek anıların anlatıldığı İLK ESER dir.
At gözlüğü takmış atom karınca gibi çalıştığım yıllardan sonra,
- Durdum ve kendime sordum:
- Sat sat nereye kadar?
- Verdiğim en güzel cevap:
- Kalbinin attığı yere kadar!

Alix Christie
Alix Christie

"Zor zamanlardayız, " dedi Peter.
Papaz, ağarmış bir tebessümle karşılık verdi. "Önceki yıllardan daha zor ya da daha kolay değil."

Mehmed Gökhan Polatoğlu
Mehmed Gökhan Polatoğlu

Devamlı olarak bakım isteyen şeker pancarı bitkisinin yetişmesi için, ekim yapılacak olan tarlanın sulanması, çapalanması, otlar ve taşlardan temizlenmesi ve gübrelenmesi gerekmekteydi. Hâlbuki çiftçi, bu tarz bir çalışmaya alışkın değildi. Çiftçiyi, bu kültürün icaplarına alıştırmak lazımdı. Yıllardan beri yerleşmiş olan tek ürüne dayalı tarım

kültürünü, pancar ziraatı yoluyla, birçok ürünü bir seferde yetiştirecek bir kültüre çevirmek, sanıldığı kadar kolay bir iş değildi.

Maggie Aderin-Pocock
Maggie Aderin-Pocock

Venüs, çoğu gezegene göre ters yönde döner. Gezegen kendi çevresinde o denli yavaş döner ki Venüs 'te günler yıllardan daha uzundur.

Muhafazakar Düşünce Dergisi
Muhafazakar Düşünce Dergisi

Osmanlı toplumunda evlilik, cinsel tutku ve fantezinin ötesinde kutsanmış bir kurum olarak algılanıyordu. Evliliği kutsamanın arka planında, dinî amacın yanı sıra, neslin devamının sağlanması düşüncesi de vardı. Çocuklarının annelerinin, karılarının olduğundan erkeklerin emin olmaları gerekiyordu. Bu yüzden genç kızlarda bakirelik, eşlerde ise sadakat ve iffetlilik

aranıyordu. 1860’Iı yıllardan itibaren Osmanlı romanlarındaki tüm aşk mevzularına rağmen, 20. yüzyıla gelinceye değin genç bir erkekle genç bir kızın bir aşk macerası yaşayıp evlenmeye kalkacak cesareti bulmaları pek muhtemel değildi (Duben ve Behar, 1991287 96).

Abdurrahman Kurt