“Ey vatan evlatları! Hürriyeti kötüye kullanmayınız ki; elinizden kaçmasın.”
Said Nursi
Bitpazarı kitabından-Selahattin Canka
Ben siyasete karışmam diyen günümüz Müslümanına, Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin mahkemede verdiği şu meşhur cevap en güzel derstir. Hâkim, “Sen dini siyasete alet etmişsin, doğru mu?” diye soruyor.
Bediüzzaman : ,,Hâşâ! Dini siyasete alet etmek haramdır. Ondan Allah’a sığınırım, siyaseti dinin hizmetine vermek ise, o benim ve her müslümanın
mesleğidir” diye cevap veriyor.
Yani din siyasete değil, siyaset dine hizmet etmelidir.
“Ente Rabbiyer-Rahim ve ene abdükel-âciz..”
-Sen benim merhametli Rabbimsin , ben ise senin âciz bir kulunum.
|Bedîüzzaman Said Nursi hazretleri
Saidi Nursi bir mektupta talebelerini şöyle uyarmaktadır:«Biz Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’an menfaati için kendimizi mecbur biliyoruz» Saidi Nursi ezilen ve sömürülen
kitlelere kadercilik, kanaat ve sabır telkin etmiş ve bu anlamda
egemen sınıfların çıkarlarına hizmet etmiştir.Eski bir Arap atasözü de İslâm’da tevekkül telkininin ne derece
güçlü olduğunu göstermektedir: «Eğer Halife adilse mükafat onurdur, sana şükretmek düşer. Eğer âdil değilse, günah onundur, sana sabretmek düşer». Böyle bir düzenin, İktidarı elinde bulunduranlara büyük imkanlar sağlayacağı açıktır.
Batan Bir Güneş
Dergimiz makinada iken, Bediüzzaman Hz. lerinin ebedi hayata geçtiğini haber aldık.
Said-i Nursi Hz. lerine rahmet ve İslam alemine başsağlığı dileriz.
İslam düşünce tarihini dikkatli bir gözle incelediğimizde, çağdaş düşünür El-Cabiri'nin de bir yerde önemle vurguladığı gibi, üç ana damardan veya akımdan bahsetmek mümkün:
Birincisi, bürhani (felsefe), ikincisi, beyani (fıkıh), üçüncüsü irfani (tasavvuf). Ya da meşşai (kelam), işraki (tasavvuf), selefi (fıkıh).
Tarih boyunca bu üç ana
damar arasında bir sürtüşme ve gerilimin olduğu erbabının malumu. Hatta bu sürtüşme ve gerilimin boyutları zaman zaman tekfire (dinden çıkarma) kadar gider.
İrfan ehli tarafından “şeyh-i ekber” (en büyük şeyh) olarak tavsif edilen Muhyiddin-i Arabi, selefiler tarafından “şeyhi ekfer” (en kafir şeyh) olarak tavsif edilir. Bu sürtüşme ve gerilimin ana
nedeni ise;
Birincisi: Hakikati, sadece kendi gördükleri renk ve veçheden ibaret sanmaları.
Hakikat tektir ama değişik renkli, değişik görünümlü, değişik veçhelidir.
Sadece kendisine açılan nisbi ve sınırlı bir parçayla bütün hakkında yargılamalarda bulunmak tek kelimeyle vahimdir.
İkincisi: Diğer mü'minlerin birikimlerini
görmezden gelmeleri veya küçümsemeleri.
Her grup gerçeği kendi buldugundan veya bildiğinden ibaret sanır. Diğerlerinin elindeki gerçeği ya görmezlikten gelir, ya küçümser, ya da yanlış olduklarına hükmeder.
Üçüncüsü: Kendi görüşlerini onların gördükleriyle tamamlayıp dengeye kavuşturamamaları.
Kendini kendine yeter sanma
hastalığı.
Biricik doğru kendinin olduğu yanılgısı hem istifadeyi, hem istişareyi, hem de düşünce alışverişini engeller.
Evet, mazimizdeki ve günümüzdeki bütün menfi (olumsuz) ihtilafların temelinde bu üç saik yatar.
Dengeyi yakalayanlar, bulanlar ve hakikatin boyutları arasındaki uyumu koruyanlar çok nadir.
Gerçi uyum ve
dengeden neyin murad edildiği her gruba göre değişir fakat başta Ehl-i Sünnet olmak üzere kendi çağlarını aydınlatan Cafer-i Sadık, İmam-ı Azam, İmam-ı Gazzali, İmam-ı Rabbani, Şah Veliyullah Dehlevi, Bediüzzaman Said Nursi gibi 'mehdi-misal” zatların bu nazik uyumu ve dengeyi büyük bir feraset ve duyarlılıkla muhafaza ettiklerini düşünüyorum, naçizane.