Eskiden güneşin doğuşu ile korkularım dağılırdı. Şimdi her sabah yeni korkularla uyanıyorum.
Neyi söylemek sözden geride?
Geceleri böyle eksi imgelerle
böyle ağlatı başlığı
karanlık böyle, tersi çardağın!
Neyi söylemek sözden geride?
Sevgileri böyle duruk ellerle
böyle görünür yüzeyel
tekrarlı böyle, gölü acının!
Neyi söylemek sözden geride?
Yıldızları böyle gedik payları
böyle
göğün gözü tuhaf
ayla böyle, ruhu örtünün!
Neyi söylemek sözden geride?
Sevinçleri böyle yarım sunaktan
böyle söylenir doğuşu güzel
akçıl böyle, sesi aşkın!
Neyi söylemek sözden geride?
Geçmişi mi böyle giz sanrıdan
böyle bilinir kargışı tende
Her böyle anlatılmaz...
Bürokrasi bir olgu olarak, modern zamanlarda teknolojinin yaygınlaşması ve denetleme aracı olarak kullanılması ile daha da belirginleşti. Jeremy Benthamen'nın “panoptikon” olarak ifade ederek kurguladığı hapishane; aslında modern devletin hiyerarşik yaklaşımının vücut bulmuş bürokrasisine iyi bir örnektir. “ Bu bürokratik tahayyül, daha sonraları postmodem bir
yaklaşımla Michel Foucaultun Hapishanenin Doğuşu * adlı çalışmasında tekrar gündeme taşındı. Söz konusu eserde, panoptikon bir tahayyül içeren modem devlet modelinin iktidar ile toplum arasındaki ilişkiler üzerinden, iktidarın bireyi nasıl bir bürokratik sarmalla kontrol ettiği ele alındı. Daha sonraları Zygmun Bauman da benzer bir eleştiri yapıyordu. Bauman'a göre
modern bürokrasi “bir sürü ahlaklı kişiyi en olmadık, hem de ahlaksızca bir sonucun peşinden giderken koordine edebilme” yeteneğine sahiptir. Yine Bauman modem bürokrasinin çok planlı rastlantı içermeyen bağlantılar oluşturarak özel yaşam alanını oldukça daralttığı ya da yaşam alanı bırakmadığı iddiasını ileri sürer. *
“Ne tuhaftır ki saatten bihaberseniz ancak bir süre sonra günün hangi parçasında olduğunuzdan emin olabilirsiniz. Geceyi sabah edenler çok iyi bilirler ki günün doğumu ile batımı aynı şekli verir gökyüzüne. Ben bunu ölümle yaşamın birbirini takip eden kusursuz döngüsüne benzetiyorum. Bakmak istersek ölümün içinde doğuşu bulabiliriz. Ve bazen hepimiz kendi
hayatının içinde tekrar tekrar ölüp sonra kendini yeni baştan var eden Anka kuşları olabiliriz.”
- Merve YÜKSEK
“Ne tuhaftır ki saatten bihaberseniz ancak bir süre sonra günün hangi parçasında olduğunuzdan emin olabilirsiniz. Geceyi sabah edenler çok iyi bilirler ki günün doğumu ile batımı aynı şekli verir gökyüzüne. Ben bunu ölümle yaşamın birbirini takip eden kusursuz döngüsüne benzetiyorum. Bakmak istersek ölümün içinde doğuşu bulabiliriz. Ve bazen hepimiz kendi
hayatının içinde tekrar tekrar ölüp sonra kendini yeni baştan var eden Anka kuşları olabiliriz.”
"Eski Türklerde bir âdet olarak ölüler kil küplerden mezarlara konurdu. Bununla bağlantılı olarak da yer altına giden bir geçit ya da daha derin anlamda yeniden doğuşu simgeleyen bir ana rahmi olarak ele alınırdı.
Bu durum Küpegiren'in yeryüzünden kurtulmak için neden kil küp kullandığını açıklıyor."
İnsanın kendine yönelik işlevlerine zemin oluşturan değişimler yavaş yavaş gelişmiştir; ancak konuşma alanları motor uzantısını ele geçirdikten sonra dilin gelişmesi ve onu yöneten bilinçli bir benliğin doğuşu da artık kaçınılmaz olmuştur.