Epikürcülük ve Stoacılık gibi bireyci felsefeler intiharı adil görür.Ancak tarih boyunca etkili olmuş Hristiyanlık, İslam ve Budizm gibi büyük dinler intiharı ölümcül bir günah olarak değerlendirir ve kitlelere güçlü talimatlarıyla korku aşılarlar.
İki kişinin birbirini aynı yoğunlukta sevmesi imkansız. Dolayısıyla aşkta acılar ve sevinçler hakkaniyetli paylaşılmaz. Aşk adil değildi. Demokratiklik ve özgürlükçülüğün kıyısından bile geçmiyordu. Dahası istikrar ve kalıcılıktan da nasipsizdi. Sana en şiddetli tokadı patlatacak olan eli okşamaktan ibaretti!
.
İki kişinin birbirini aynı yoğunlukta sevmesi imkansız. Dolayısıyla aşkta acılar ve sevinçler hakkaniyetli paylaşılmaz. Aşk adil değildi. Demokratiklik ve özgürlükçülüğün kıyısından bile geçmiyordu. Dahası istikrar ve kalıcılıktan da nasipsizdi. Sana en şiddetli tokadı patlatacak olan eli okşamaktan ibaretti.
.
Aşk paradoksal olarak romantik bir eşitsizlikle ilerliyordu. İki kişinin birbirini aynı yoğunlukta sevmesi imkansız. Dolayısıyla aşkta acılar ve sevinçler hakkaniyetli paylaşılmaz. Aşk adil değildi. Demokratiklik ve özgürlükçülüğün kıyısından bile geçmiyordu. Dahası istikrar ve kalıcılıktan da nasipsizdi. Sana en şiddetli tokadı patlatacak olan eli okşamaktan
ibaretti! Mevzuyu yanlış anlamıştım.
Bilimler alanında bir gelişim kanunu ile ilgili net bir anlayış, kaynakları gizlememek bir yana, adeta aşırı hassasiyetle tam olarak alıntılama alışkanlığı, adil bir eleştiri etiği, deneyin bilimsel çalışmalarda kullanılan bir yardımcı araç olarak kullanılması, bilimsel terminolojiler yaratma ve olanı genişletme çabası, teori ile pratik arasında denge prensibine
riayet ve İslam döneminde doğan rasathaneler yardımıyla uzun yıllar süren astronomik gözlem-bütün bunlar, Arap-İslam kültür dünyasındaki bilginliğin karakteristik özellikleriydi
Ben şahsen yıllar boyunca İslâm bilimler safhasının kendine has prensipleri olarak şunlara ulaşabildiğimi sanıyorum:
1. Adil tenkit prensibi
2. Vazıh bir tekâmül kanunu düşüncesi
3. Kaynak zikretmede diğer kültür dünyalarında olduğundan daha çok gösterilen gayret
4. Bilim tarih yazarlığının 10. yüzyıldan itibaren ortaya çıkışı ve
gelişmesi
5. Tecrübe ile teori arasında bir denge kurma prensibi ve tecrübenin araştırmada sistematikman kullanılacak bir vasıta olarak yer alması
6. Uzun süreli gözetleme prensibi; bunun sonucu olarak rasathanelerin icadı
7. Bilimin sadece kitaptan değil, hocadan ve kitaptan öğrenilmesi; buna bağlı olarak ilk üniversitelerin ortaya çıkışı.
Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim. Gücü olmayan adalete mutlaka karşı çıkan olur, çünkü kötü insanlar her zaman vardır. Adaleti olmayan güç ise töhmet altında kalır. Demek ki adalet ile gücü bir araya getirmek gerek; bunu yapabilmek için de adil
olanın güçlü, güçlü olanın ise adil olması gerekir.
Adalet tartışmaya açıktır. Güç ise ilk bakışta tartışılmaz biçimde anlaşılır. Bu nedenle gücü adalete veremedik, çünkü güç, adalete karşı çıkıp kendisinin adil olduğunu söylemişti. Haklı olanı güçlü kılamadığımız için de güçlü olanı haklı kıldık.
Alman hümanistler İtalyan meslektaşları tarafından kendilerine aktarılan gerçek bir "altın kitapçık” olan Germanid' yı Roma'dan gecikmiş bir hediye olarak benimsediler.' Klasik bir kalemle yazılmış olan bu eser, hakkında çok az şey bildikleri geçmişlerine çok ihtiyaç duyulan bir ışık tutuyordu. Tacitus karanlığa parlak bir mum yaktı ve gölgeleri Almanların
gözlerini büyüledi: Yerli ve saf olan lepiska saçlı savaşçı erkek ve kadın ataları, uzun, adil ve zordu, ancak özgürlerdi, basit ama ahlaklı bir hayat yaşamışlardı. Neredeyse kusursuz ve kesinlikle övgüye değerdi, entelektüel açıdan üstün Romalı çağdaşlarına karşı çok iyi direndiler: Kültürel incelikten yoksun oldukları şeyi ahlaki dürüstlükle telafi
etmekten daha fazlasını yaptılar. İlk Almanya tarihinin Alsaslı yazarı Jacob Wimpfelingʻin, Roma antik döneminin hüküm sürdüğü bir edebiyat kültüründe, 1505'te "Alman atalarımızın torunları olmaktan gurur duyabiliriz" demesini sağladı.Germania hümanist topluluk içindeki diğer pek çok kişiyle birlikte, atalarının karakterini, ahlaksızlıklardan çok erdemlerini
öğretmeye yardım etti ve ortak bir Alman ulusu hayal etmelerini sağladı: Başka bir hümanist, “Alsaslılar, Bavyeralılar ve Saksonlar tek bir ağacın tüm dallarıydı ve o ağaç Tacitus'un geçmişinde kök salmıştı” diye haykırmıştı.
"Tanrı'nın varlığına inanıyordu. Adil olduğuna hiç bir zaman inanamamıştı."
"Halk, hakimlerin rüşvetten ve siyasi ayrıcalıklardan bağımsız, adil kararlar vermelerini istiyordu."