Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

''Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız —
sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş.''

Halil Cibran
Halil Cibran

Uçan — aynı zamanda sürünendi.

Fuat Sezgin
Fuat Sezgin

Bilim vermez sana kendisinden bir şey,
Eğer sen kendini bütünüyle ona vermezsen.
Versen de sen ona bütünüyle kendini,
Bilinmez onun sana bir şey verip vermeyeceği.
— Nazzam —

David L. Goetsch
David L. Goetsch

Zorluğun ortasında fırsat yatar — Albert Einstein

Sona Cabbarlı
Sona Cabbarlı

Bizə qəzet və məktub gətirən poçtalyon bir gün mənə qəzet verərkən dedi:
— Sona bacı, şəklin qəzetdə çıxıb.

Mən qəzetpaylayan kişinin sözünə təəcübləndim:
— Ola bilməz! – dedim.
— Ay Sona bacı, məgər səni tanımayıram, mənə nə düşüb yalan danışım, — deyə poçtalyon cavab verdi.

Cəfər söhbətimizə

qarışdı.
— Balam, kişi düz deyir də, çadranı atmısan, özü də bu barədə qəzet yazın çıxıb. Hələ özündən başqa qonşuları da çadralarını atmağa çağırırsan. Daha bu kişi ilə höcət niyə edirsən?

Poçtalyon gedəndən sonra Cəfərlə davaya başladım ki, mənim şəklimi qəzetə niyə vermisən? (O zaman Cəfər “Kommunist” qəzeti

redaksiyasında işləyirdi.) Mən nə vaxt çadramı atmaq haqqında məqalə yazmışam?  Hətta ağladım da.
Cəfər dedi:
— Sonası, çadranı atmırsan atma, daha niyə ağlayırsan. Sənin özün üçün yaxşı deyil, deyərlər özü məqalə yazıb, hay-küy qaldırıb ki, çadramı atıram, amma yenə də çadrada gəzir. Elə mənim özüm üçün də yaxşı deyil, mən

çadra əleyhinə əsər yazım, sən çadrada gəz. Yaramaz axı!...

Beləliklə, mən və Cəfərin qardaşı qızları çadranı atdıq.

David J. Linden
David J. Linden

Whatever our prejudices, the truth is, given the right circumstances (which can include factors like high stress, early drug exposure or childhood abuse, poor social support, or genetic predisposition), anyone can become a drug addict. Addiction is not just a disease of weak-willed losers. Indeed, many of our most important historical figures have been drug addicts — not only the creative, arty

types like Charles Baudelaire (hashish and opium) and Aldous Huxley (alcohol, mescaline, LSD), but also scientists like Sigmund Freud (cocaine) and hard-charging military leaders and heads of state from Alexander the Great (a massive alcoholic) to Prince Otto von Bismarck (who typically drank two bottles of wine with lunch and topped it off with a little morphine in the evening).

Pierre Martino
Pierre Martino

"Dünyada önemi olan biricik şey insanın kendisidir";egotizm ahlâkın tam formülüdür ve öyle görünüyor ki başkalarının saadetini artırmak, kendi saadetini çoğaltmak demektir.

Bu prensiplerin ve ameli neticelerin şaşmaz bir şekilde kuvvet­lendiği yer, görüldüğü gibi, cinsî ahlâk mevzuudur. Stendhal’in Aşka dair’de tarif ettiği ve romanlarında kadın

kahramanlarına tatbik et­tiği feminizm, hiçbir kayıt ve kaçamak tanımaz: Genç kızlara ve evli kadınlara bütün serbestliği vermek lâzımdır böylece onlar saadetleri peşinde koşmak hürriyetine sahip olacaktır, erkek bencilliği de bun­dan faydalanacak! Hemen elde edilen zevk — bazan biraz hissi, ama bilhassa çok şehvani zevk — burada menfaatin büründüğü şekildir; bu

zevk, Stendhal’in ortaya sürdüğü biricik düstur, Sanseverina’nın veya Lamiel’in tatbik ettikleri yegâne düsturdur.

James Bridle
James Bridle

DeepDream'ın mühendisi Alexander Mordvintsev, programın ilk yinelemesini sabaha karşı ikide bir kâbustan uyanıp oluşturmuştu.3! Sistemi beslediği ilk imge bir kütüğün üzerine oturmuş yavru kedi imgesiydi, bunun sonucu ise kâbuslarından fırlamış bir canavar imgesi oldu: Çok sayıda gözüyle, patilerindeki ıslak burnuyla, kedi köpek karışımı melez bir yaratık. Google

2012'de on milyon rasgele YouTube videosu üzerinde denediği ilk eğitilmemiş ağı gün ışığına çıkardığında, ağın hiçbir telkin olmaksızın görmeyi öğrendiği ilk şey internetin sembolü haline gelen bir hayvanın, bir kedinin yüzüydü.32 Mordvintsev'in ağı ne biliyorsa onu hayal etmişti yani — daha fazla kedi ve köpek.

James Bridle
James Bridle

İlaç keşfinin altın çağı olan 1950'lerden beri, ilaç araştırma ve piyasaya sürmeyi düzenleyen mevzuatların sayısı —haklı olarak- artmıştır. Geçmişte yürütülen klinik araştırmalar doğru düzgün test edilmeden piyasaya sürülen ilaçların getirdiği korkunç yan etkilerle ve büyük felaketlerle birlikte anılır genellikle. Bu durumun en iyi —daha doğrusu en

kötü- örneği, 1950'lerde anksiyete ve bulantı tedavisi için piyasaya sürülen, ama daha sonra gebelikteki sabah bulantısını gidermek için kullanan annelerin bebekleri üzerinde korkunç sonuçlar doğurduğu kanıtlanan #halidomide'dir. Sonrasında, ilaç mevzuatı testleri daha sıkı hale getiren —ama sonuçları da ciddi ölçüde iyileştirem şekilde yeniden düzenlendi. 1962

tarihli ABD İlaç Etkinliği Düzenlemesi yeni ilaçlara hem güvenli olduklarını, hem de vaat ettikleri şeyi gerçekten yaptıklarını kanıtlama zorunluluğu getirdi — bu daha önce yasal bir zorunluluk değildi. Eroom Yasası'nı tersine çevirmek için daha riskli ilaçlara dönülmesini çok çok azımız uygun bulacaktır; özellikle de, 1980'lerde AIDS ilaçları için söz konusu

olduğu gibi, gerektiğinde istisnalar yapılabiliyorsa.

San'an Âzer
San'an Âzer

İşte; yukarıda kayıt ve tasrih edildiği veçhe ile; Toprağı, suyu, dağı, taşı, köyü, ovası, obası, ili, ulusu, şairi, sözü ve sazı ve her şeyi Türk; olan bu beş milyonluk Türk halkı ezelden beri bu yerlerde yaşamakta ve bu yerlerin hakiki sahibi olmakla beraber orada Farsların, Ermenilerin, Arapların malik oldukları hak ve imtiyazdan mahrumdurlar. Bunlar İran

hudutlarının bekçisi, İran saltanat idaresinin muhafızı olarak tavzif edilirler.. Fakat, hiç bir güne bir gün medenî İçtimaî hak talep edemezler. Yani; vazifeleri var, hakları ve alacakları yoktur... Bu kadarla da kalmayarak, Tahran hükümeti bunların mevcudiyetini ortadan kaldırmak için İdarî - siyasî, kültürel ve elden gelen her nevi hile ve tezvirlere tevessül

etmektedir: O cümleden; 1 — İran’daki Türklerin mevcudiyeti tekzip ve tarihi tahrif ediliyor. 2 — Türkçe coğrafi adlar, dağlar, dereler, ırmaklar, tepeler, köy adları, şehir adları, ova ve hayvan adları, soy adları, çocuk adları, tarihî Türk adları, Türklerden kalma tarihî âsar ve âbidelerin adları hep resmî ve sistematik bir sirette Farisîleştiriliyor. Buna misal;

- Tebriz civarından akan (Acıçay) farisice - telh rud, Azerbaycanda (Karadağ) silsilesi farisice - 'Siyah güh, Karasu - Siyah rud, Kara çimen - Siyah çimen, Azerbaycan eyaleti _ İstar-i 'evvüm, Türkmen atları — Esbihayı Gtirgân, Tebriz’deki (Şah gölü) Farisice — İstehri Şah.. Velhasıl; Gümüştepe, Tavşantepe, Aktepe, Tanm ovası, Aladağ, Urmiye gölü vesaire vesaire

adlar hep Farisiceye tebdil olunuyor. Türklük ifade eden ve Türk damgası taşıyan herşeyin izi silinmeğe çalışılıyor. 3 — Çocuklara Türk adı koymak ve Türkçe soyadı almak şiddetle yasaktır. 4 — Bütün mekteplerde ve halk için açılan gece kurslarında gerek çocuklara ve gerekse avam Türk halkına dersler hep Farisice takbih olunmaktadır. 5, — Mekteplerdeki masum

ruhlu Türk çocuklarına Türk mületini terzil etmek suretiyle Türk çocuklarını kendi milliyetinden nefret ettirmeğe bütün gayretleriyle sarf ediyorlar, 6 — «Ben İranlıyım fakat Türküm» demek cesaretini gösterenlere en şiddetli ceza veriliyor. Böylelerinden yüzlerce Kaşkay Türkleri, Hazer kıyılarındaki (Yemut) Türkmenlerden sayısız şuurlu Türk gençleri; Tebrizli

Türk zabitleri ve milliyetçi Türk oğulları Tahran’a getirilerek ve boyunlarına zincir, takılarak karanlık hapishanelere atılmışlardı. (Rivayete inanılırsa. Mahlu Rıza Şah Pehlevi İrandan kovulduktan sonra bu mahkûm zavallı Türk gençlerinden sağ kalanları diğer siyasî mahpuslarla birlikte hürriyete kavuşmuşlardır.) 7 — Türk vilâyetlerinde Azerbaycandaki sanayi,

fabrika ve mühim İktisadî müesseselerle leylî ve meccanî mektepleri Fars mıntıkalarına naklediyorlar. Misal; Tebriz’deki sanat mektebinin leylî kısmiyle bazı fabrikalar Isfahan şehrine nakledilmiştir. Bu suretle Türk vilâyetlerini iktisaden öldürüyolar ve bu yüzden Türk halkını, şimdiye kadar aslâ gitmedikleri Fars mıntıkalarında çalışmağa mecbur ediyorlar.

Nitekim. son birkaç sene içinde Tebriz mıntıkasından 60 binden fazla Azerî Türklerinin Tahran’a, İsfahan’a ve diğer Fars mıntıkalarma muhaceret etmek zorunda kalmışlardır, ki bu hâdise, İran kurulalıberi vaki olmuş değildir. Zira Tebrizli tüccar ve sanat erbabı Tahran’a değil, Avrupa’ya, İstanbula gider ve oralarda iş yapardı. Bugün ise harice seyahat etmek esasen

memnudur ve bu suretle dahilde boğulmağa mahkûm vaziyettedirler.. 8 — Hariç memleketlerde yasamış olan Türkler İrana dönünce bu gibiler İranın, ıssız kum çöllerine sürülüyor, Tebriz’de yaşamalarına müsaade edilmiyor misal: 1938-1939 senelerinde Türkistan’dan ve Kafkasya’dan yurtlarına dönen 60 binden fazla İranlı Türkler Tebriz’e değil, Kevir kum çölüne ve

barınılması mümkün olmayan malaryalı cenup mıntıkalara sürülmüşlerdir. 9 — Milyonlarca Türk halkına Türkçe mektep açmak, kitap bastırmak, gazete neşretmek şiddetle yasak edilmiştir. Bu gibi şeylere teşebbüs etmek büyük bir cürüm sayılmaktadır. 10 — Eski Türk kitapları, Tebriz şairlerinin taş basması eserleri ve el yazmaları toplattırılıp imha ettiriliyor.

11 — Mahlu Rıza Şah Pehlevi bütün idarelere mahrem surette şöyle bir emirname göndermiştir; «Soyu Türk olan ve Türkçe konuşan unsurları devlet idarelerinde mesul vazifelere tayin etmemek, mevcut olanları da bahane icadiyle kadro harici bırakmak..» Bu emirnameden bir tanesini alan Tebrizli bir müstantik aynen şunları söyledi: «Bizim kılıcımız ve bizim gücümüzle

saltanat mevkiine çıkan şimdi bizi beğenmemeğe başlamıştır..» 12 — Rıza Şah Pehlevi Türk neslinden ileri gelen değerli adamları öldürdü, zengin Türk hanlarının mallarını, çiftliklerini evlerini gasp etti. Misal: Tebriz valisi Abdullah Tahmasip Tahrana celbedilerek orada vekil yaptıktan sonra öldürttü.- Saray nazırı Timurtaş hapishanede zehirli iğne ile

öldürttü. Ve emsali birçok değerli Türk zabitleri hep onun keyfine kurban oldu. Karadağ, Makû, Tebriz hanlarının evlerini talan etti. Bunlardan gasbettiği milyonları Avrupa ve Amerikan bankalarına yatırdı. Ve nihayet 17 sene İranı yağma ettikten ve halka bin türlü ıztırap verdikten sonra da son faciada memleketi değil, yalnız tahtını - tacını ve neslini kurtarmak

kaygusiyle hareket etti. Bütün kapıları şerefsizce açtı.. Düşmanları memlekete soktu. Namus uğrunda bir damla kan akıtmadan da bizi düşmanlara teslim etti. Bu işte yine ezilen ıztırap çeken biz Türkler Azerbaycan Türkleri olduk. Biz silâhsız ve müdafaasız kendi başımıza bırakıldık. Bizim şehirlerimiz bombalandı... Evlerimiz yağmalandı. Birçok masum

adamlarımızın kanı beyhude yere akıtıldı. Bu facia şimdi bütün dehşetiyle devanı etmektedir. Hele bundan sonra ne gibi kara günler göreceğiz, başımıza daha neler gelecektir? Bu hususta bir şey söylenemez. Muhakkak olan birşey var sa, o da şu kanlı faciaların bitmemiş olmasıdır. Acaba, biz neyi bekliyoruz, kimlerden imdat umuyoruz?.. Bu facialara seyirci mi kalacağız?

Hayır, aslâ! Biz herşeydcn evvel kendimizi, kendi benliğimizi idrak etmeliyiz. Kendi varlığımıza sarılmalıyız.. Kimseden yardım ummamalıyız.. Çünkü, atalarımızdan kalma bir halk felsefesi vardır: «Ağlamayın uşağa süt vermezler». Biz ağlamayalım; haykıralım. İnsanlık hakkımızı alalım. Başkaları kadar biz de şerefle yaşamak hakkına malikiz. Biz İran'da

yaşayan Türkler asırlardan beri İran’ın şerefini kanımızla ve canımızla koruduk. Buna mukabil İrandan hiç bir hak istemedik. İran hükümeti de bize daima üvey oğul nazariyle baktı ve hâlâ da öyledir. Sayımız beş milyonu geçen bizler bugün İran'daki 60 bin Ermeni kadar medenî bir hakka malik değiliz.. Bu neden böyledir? Bunu biz yalnız kendimize sormalıyız. Biz

dâima şecaat ve cesaretimizi Farsların keyfi için sarfettik ve sustuk. Susanlara ise hiç bir yerde pay vermezler. Vatandaşlar, hakkımızı istemek zamanı gelmiştir. Biz artık miskin ve perişan halde yaşayamayız. Bilmeliyiz, ki asrımız milliyet asrıdır, (Milliyet) demek (benlik) demektir. Benliğini (idrak etmeyen Tanrısını bulamaz.. Biz kölelikten kurtulmalıyız. .

Hemşerilerim! Son faciadan sonra Tebrizden, Hoydan, Urmiyeden Makûdan ve bilûmum Azerbaycandan 37 bin mülteci ve muhacir Türkiye ve Irak hudutlarına iltica etmiştir. Bu 37 bin kişi içerisinde ben de, başkaları gibi aziz çocuklarımı ve ailemi düşmanlardan kurtaramadım. Kendim de silâhsız olduğumdan mücadele edemedim.. Sevgililerimi terk etmek mecburiyetinde kaldım. Çünkü:

Tahran, hükümeti bizi müdafaa etmedi.. Bize silâlı vermedi.. Kapılarımızı düşmanlara açık bıraktı. Türkiye'ye iltica ettikten sonra bu ülkede bize karşı yapılan iyiliklerden bahsetmek istemem. Şimdilik bu kardeş diyardaki kalem hürriyetinden istifade ederek vaziyetimizi, dertlerimizi tahlil ediyorum, feryadımızı bütün dünyaya bahusus Türkiye’deki Türk gençliğine

duyurmak istiyorum. Acaba, bizi tanıyorlar mı? Bizim kim olduğumuzu, nerelerde ve hangi ağır şartlar altında yaşadığımızı biliyorlar mı? Ne yazık ki: Hayır! bundan sonra da vaziyet böyle kalmalı mıdır? Türkiye’deki kardeşler! Mahkûm ve mağdur kardeşlerinizin davasını ilkönce sizin tanıyacağınızı umarım. Sonra bütün hakşinas dünya milletlerinin de bizim

haklarımızı er - geç teslim' etmekte tereddüt etmeyeceklerine inanıyorum. Çünkü biz haklıyız. «Hak» mefhumunu anlayanlar da hakkı sahibine teslim etmekte gecikmeyeceklerdir. Şimdi yine biraz da tarihten bahsedelim: (Azerbaycan) İran mıdır? Bu suale tarih «hayır!» cevabını vermektedir. Bu sözümüzü yine İran’da çıkan Farisice eserlerin yazılarıyla ispat edeceğiz.

Türklerle meskûn Azerbaycan ülkesi, tarihin gösterdiği sarih ve kat’i delillerle isbat olunduğuna göre aslâ Fars devletinin bir parçası olmamış, bilâkis müstakil bir (Atropaten) devleti olmuştur. Yunan müverrihlerinden Filip (206 yıl milâddan önce yaşamış) ve müellif Yunanlı Strabon (50 yıl miladdan önce) den naklen Ebülhasan Han Naşiri «Miratülbüldan» m 4 üncü

cildinin 138, 141 ve 142, 143 üncü sahifelerinde aynen şunları yazmaktadır: Atropaten (Azerbaycan) adiyle şöhret bulan Küçük Midya, bu ülkede hükümdarlık eden (Atropat) adlı bir kralın adiyle adlanmıştır. Hükümran Atropat, Makedonyalı Büyük İskender’in ordusu Atropaten ülkesine girdiği sırada İskenderle anlaşmış ve kendi memleketini kurtarmış.. İskender de

İran hükümdarı Daraye imtisalen onu hükümdar olarak tanımıştır. Tevrat’ta dahi kaydolunduğu veçhile Pars memleketi ve Midya ülkesi ayrı ayrı iki müstakil saltanat olmuşlardır. Yunan tarihçisi Herodot da Küçük Midya yani Azerbaycan ile Pars memleketlerinin ayrı ayrı birer müstakil devlet olduklarını, Midya kraiı (Faraut) un Fars ülkesini ve halkını istilâ ve

zaptetmiş olduğunu yazmaktadır.. Şimalî Midya ki Atropaten dahi tesmiye edilmekte idi o (Azerbaycan) demektir ve bu ülkeye (küçük midya) dahi denilmektedir. Bu devlet ehemmiyeti haiz idi. Harp zamanında 10 bin süvari ve 40 bin piyade asker çıkarabilirmiş.. (Dikkat: Asur kralı Asur Banibal 2500 yıl bundan önce - Atropaten ülkesine sefer ederken orada Türk cengâverleriyle

çarpıştığı, Asur tarihinde kaydedilmiştir. Muharrir.) «... (Zerdüşt) Peygamberin doğduğu yer dahi Azerbaycan - Midya memleketidir.. (Midya) ise: Şirvan, Geylan, Mazenderan ve Azerbaycan vilâyetlerinden mürekkeptir.. (Dikkat: Zerdüşt Azerbaycan'ın Mugan şehrinde doğmuş. Babası Mugan'ın eşrafından (Aktunran Bay) olduğunu, Amerikan muharrirleri, Ebu Reyhan Biyruni, ve

Hindistanda tabedilen «Kâtihayi Zerdüşt» müellifi tavafından yazılmaktadır. Bu itibarin «Peygamber Parsiyan» denilen Zerdüşt’ün de Türk olduğu tesbit edilmiş oluyor. İleride bu bahse dair ayrıca bir makale tahsis edeceğiz. Muharrir.)..» Meşhur müverrih Hamdullah Müstevfi dahi Nüzhetülkulub» adlı eserinde Midya Azerbaycan ülkesinin Pars memleketinden ayrı bir diyar

olduğunu kaydetmektedir.»