Çağlar Akkale
Çağlar Akkale

Büyümenin asıl problemi belki de buydu; ağlayamamak. Ne artan sorumluluk önemliydi ne de acıya olan dayanıklılık, büyüklerin tek problemi en küçük bir olaya ağlayıp içini poşaltamamaktı.
....

Burçin Tetik
Burçin Tetik

bazı hikayelerin içeriğini anlamaktansa, bir melodi gibi, sizde neler uyandırdığı, nerelere dokunduğu önemliydi belki de.

Fatih Akdoman
Fatih Akdoman

Çok eskiden bilgisayarlar, cep telefonları ve hatta 0,5 ve 0,7 kalemler icat olmamışken kurşun kalemle yazardım deftere. Biraz yazıp kalınlaşınca kurşun kalemin ucu, hemen kalemtıraşla açardık. Daha güzel yazmak için hep açtım kurşun kalemin ucunu. Oysa şimdilerde düşünüyorum da güzel yazmaktan çok ne yazdığım önemliydi aslında ve güzel yazmak için aslında

kurşun kalemi tükettiğimi yeni yeni anlıyorum. Demem o ki, hep güzel şeyler için çabalarken elindekinin kıymetini bilmiyor insanoğlu. Yaşam da tıpkı sürekli ucunu açtığımız kurşun kalem gibi yitip gidiyor farkında olmadan. Geriye güzel yazdığımız değil, ne yazdığınız kalıyor hatıralarda."

Sabri Sürgevil
Sabri Sürgevil

Örgütlenme Aşaması

Ülkenin içine düştüğü acı tabloda İstanbul,saray ve hükümetin aciz kalması emperyalist ideallerin gerçekleşmesine olanak sağladı. Azınlıkların aşırı davranışları, İtilaf devletlerinin kuvvetlerinin mütareke hükümlerini açıkça ihlal etmeleri, Wilson Prensiplerini hiçe saymaları, kamuoyunda büyük üzüntü yarattı. Halk en doğal

ve meşru hakkı, yaşamak hakkından mahrum edilmiş, can, mal, ırz ve namus güvenliği kalmamıştı. Atatürk'ün hatıralarında belirttiği gibi, o günlerin İstanbul'unun "içi kan ağlıyor, yüzü gülmüyordu, İstanbul sokakları İtilaf Devletleri'nin süngülü askerleri ile dolmuştu. Boğaziçi toplarını sağa sola çeviren düşman zırhlıları ile lacivert sularını

gösteremeyecek kadar örtülüydü. Herkes ancak zaruri ihtiyaçları için evden çıkıyor, sokaklarda hatır ve hayale gelmeyen hakaretlere uğramamak için caddelerin duvar diplerinden büzülerek, eğilerek, korkarak yürüyebiliyorlardı. Koskoca İstanbul ve yüz binlerce halkı sesleri kısılmış bir haldeydi. İstanbul ufuklarında yükselen şeyler yalnız düşman hakaretleri,

düşman bayrak ve süngüleriydi", İzmir'in Yunanlılar tarafından işgali daha ağır sahnelere neden oldu. Arnold Toynbee, Yunanlıların İzmir'i işgal etmelerini, işgalin yanısıra baskı ve şiddet hareketlerine girişmiş olmalarını ve bunların karşısında da bütün dünyanın dehşete düştüğünü açıkça belirtmektedir. Fransız işgalinde Adana'da geçen olaylarda

insanlığın yüzünü kızartacak, kitle halinde yok etme projesine dayanıyordu.

Türk milletinin malı ve canıyla top yekun bir mücadeleye girerek, yurdunu bu emperyalist işgalden temizlemesi çok kolay ve sorunsuz gerçekleşmedi. Bir yanda 600 yıl boyunca ülkeyi yönetmiş Osmanlı hanedanı vardı ve işgaller karşısındaki teslimiyetçi tutumu ortaya çıkabilecek

direnişi daha doğmadan yok edebiliyordu. Anadolu'da doğan kurtuluş mücadelesini yok edebilmek için her türlü yönteme başvuruldu, bu yöntemlerden en önemlisi kurtuluş mücadelesinin habercisi olarak Anadolu'da başlayan Kuva-yı Milliye hareketinin “tertipçi ve teşvikçisi" olmak suçuyla Mustafa Kemal ve arkadaşlarının giyabında idama mahkum edilmesidir. Konuyla ilgili

padişah fermanı ve şeyhülislam fetvası Prof. Dr. Ergün Aybars tarafından yayınlanmıştır. Aşağıda ilgili padişah fermanının orijinali ve çevirisi bulunmaktadır.

Padişah Buyruğu

Mehmet Vahiduddin

Kuva-yi Milliye adı altında çıkardıkları fitne fesad Anayasaya aykırı olarak halktan zorla para toplamak, asker almak, bunun aksine hareket

edenlere işkence ve eziyet ederek şehirleri yakıp yıkmaya kalkışmak suretiyle iç güvenliği bozanların tertipçisi ve teşvikçisi oldukları iddiasıyla haklarında dava açılan Üçüncü Ordu Müfettişliğinden alınarak askerlik mesleğinden çıkartılmış bulunan Selanikli Mustafa Kemal Efendi, Eski Yirmi yedinci
Fırka Kumandanı Miralaylıktan emekli İstanbullu Kara

Vasıf Bey, Eski Yirminci Kolordu Kumandan Mirliva Salacaklı Fuat Paşa ile Eski Vaşington Elçisi ve Ankara Milletvekili Midilli Alfred Rüstem, ve Sıhhiye Eski Müdürü İstanbullu Doktor Adnan Bey, Üniversite Batı Edebiyatı Eski Öğretmeni İstanbullu Halide Edip Hanım'ın ayrıntıları 11 Mayıs 1920 tarihli ve 20 numaralı karar tutanağında yazılı olduğu üzere Mülkiye Ceza

Kanununun 45. maddesinin l. fırkası delaletiyle 55. maddesinin 4. fırkası ve 56. maddesi uyarınca sahip oldukları askeri ve mülki rütbe ve nişanlarla her türlü resmi unvanlarının kaldırılmasına ve idamlarına, halen firarda bulunmaları dolayısıyla kanun hükümleri gereğince mallarını haczedilerek usulüne göre idare ettirilmesine dair İstanbul Bir Numaralı Sıkıyönetim

Mahkemesi tarafından giyaben verilen hüküm ve karar ele geçirildiklerinde tekrar yargılanmak üzere tasdik edilmiştir Bu Padişah Buyruğunu yürütmeye Harbiye Nazırı görevlidir.

24 Mayıs 1920 Sadrazam ve Harbiye Nazırı Vekili

Damat Ferit

Kurtuluş mücadelesini yok etme yöntemlerinden bir tanesi de örgütlü antipropagandadır. Bu amaçla çeşitli

cemiyetler kuruldu. Mondros Mütarekesinin imzalanması ve yurdun işgal edilmesi, Mili varlık ve Mili Mücadele için zararlı cemiyetlerin kurulmasına olanak ve fırsat verdi. Bu cemiyetler iki kategoride toplanabilir.

Milli Varlığa Düşman Cemiyetler

Bu kategoride yer alan cemiyetler, milliyetçi amaçlara tamamen karşı, Osmanlıcı ve hilafetçi program izleyen

görüştedir. Genellikle Hürriyet ve İtilaf Fırkası etrafında toplanan bu cemiyetler aslında Anadolu'da başlayan harekete karşıdır. Bu cemiyetler içinde en önemlileri: Sulh ve Selameti Osmaniye Fırkası, Kürdistan Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson Prensipleri Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Fırkasıdır. Bunlar arasında örneğin İngiliz

Muhipleri Cemiyetinin üyeleri arasında Osmanlı Padişahı Vahideddin ve Sadrazam Damat Ferit de vardı ve büyük olasılıkla İngiliz destekliydi. Çok iyi örgütlenmiş ve İstanbul dışında da şubeler açmıştı.

Azınlıkların Kurdukları Cemiyetler

Bu kategoride yer alan cemiyetler ise, Azınlıkların Birinci Dünya Savaşı yenilgisini fırsat bilerek

kurdukları ve ülke içinde kendilerini İtilaf Devletlerinin bir ileri karakolu olarak gören kuruluşlardır. Anadolu hareketine ve Türklerin milli devlet kurmalarına karşıdırlar; asıl amaçları Anadolu ve Rumeli üzerinde Etniki Eteryalı komitacılar isteklerini yerine getirmektir. Bu cemiyetler arasında, Rumların kurdukları ve Bizans İmparatorluğunu yeniden yaşatmak amacını

taşıyan Mavri Mira Cemiyeti oldukça önemlidir. Cemiyetin görevi, ülke içinde çeşitli yerlerde çeteler kurmak, Yunan Hükümeti lehine propaganda yapmaktır. Pontus Rum Cemiyeti, Karadeniz'de Pontus Devletini yeniden kurmaktır. Etnik-i Eterya da yine Rumlar tarafından kurulan Yunanistan destekli bir başka cemiyettir. Taşnak Partisi ve Hinçak Komitesi ise Ermeni idealleri için

mücadele edecek Ermeniler tarafından kurulan cemiyetlerdir.

Milli Cemiyetler

Ülkenin içinde bulunduğu zor günlerde Türk halkı isyan duygusuna kapılmıştı. İstanbul hükümetinin tutumu da büyük bir umutsuzluk kaynağıydı. Özellikle işgal altındaki bölgelerde yaşadıkları toprağı düşmana kaptırmaya razı olmayan yurtsever halk örgütlenmeye

başladı ve böylelikle Mili Mücadelede büyük hizmetlere imza atacak olan cemiyetler kuruldu. Milli amaca hizmet edecek şekilde kurulan bu cemiyetlere genel olarak “Müdafaa-i Hukuk” cemiyetleri adı verildi. Müdafaa-i Hukuk; Türklerin millet olarak, bağımsız bir devlet kurarak yaşamak hakkını, Osmanlı Hükümetine, İmparatorluğun diğer unsurlarına ve bu hakkı tanımayan

Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletlerine karşı fiili bir mücadele sonucunda elde etmeyi ifade eder. Müdafaa-i Hukuk bir hareketin ifadesi olarak bazı özellikler taşır Müdafaa-i Hukuk ferdi değil, millidir. Milli hakların korunması için yapılan bir harekettir.

Müdafaa-i Hukuk, fikri kaynağını milliyetçilikten almaktadır.

Müdafaa-i Hukuk, milli

devlet formülünü gerçekleştirmeye çalışan bir akımdır

Müdafaa-i Hukuk hareketinin gerçekleştirme vasıtası fertler değil, cemiyetlerdir.

Milli varlığın devamı için mücadele eden cemiyetler;

Trakya-Paşaeli Müdafa a Heyeti Osmaniyesi

İzmir Müdafaa-i Hukuku Osmaniye Cemiyeti

Kilikyalılar Cemiyeti Şarki Anadolu

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Hareketi Milliye ve Redd-i İlhak Teşkilatı
Trabzon Muhafaza-i Hukuku Milliye Cemiyeti'dir.

Bu cemiyetler elbette bağımsızlık mücadelesini hedefliyordu. Ancak her cemiyetin hedefinde öncelikle kendi bulunduğu çevreyi düşmandan temizlemek vardı. Niyet son derece önemliydi ama sonuç olarak yerel bir kurtuluş çaresi aranıyordu.

Her biri başarılı olsa dahi ülke tamamen işgal altındaydı ve bölgesel çarelerle kurtulunmuş olmayacaktı. Her örgütün yüksek bir ideal“ya bağımsızlık ya ölüm” çevresinde toplanması ve birlikte ve top yekün bir kurtuluş hedeflenmeliydi. Bu yapabilecek bir lider, bir toparlayıcı, kurtuluşa inancı tam gerçek bir önder gerekliydi.

Geldikleri Gibi Giderler

!

Anadolu'nun işgali, Türk milletini kaderiyle baş başa bıraktı, millet olarak varlığını korumaya yöneltti. Bu devrede, Türk milleti bir bütün olarak bir kurtarıcı beklemekte idi. Türk milleti bu buhranlı dönemde, kendi kendini savunma ihtiyacının da sonucu olarak bir tek amaca yöneldi ve tam bir dayanışma duygusu ile hareket etmek zorunda kalmıştır.

Ulusların bağımsız yaşamaları devlet olmakla, milletin hukuki ve siyasi şahsiyet kazanmasıyla mümkündü. Teşkilat kurarak, silaha sarılarak, isyan ederek mahalli kurtuluş çarelerinin arandığı ümitsiz günlerde Mustafa Kemal Paşa'nın tarih sahnesine çıkışı bir tesadüf ya da sadece bir cesaret işi değildi. Mustafa Kemal'i ihtiyaç ve zorunluluklar ortaya çıkardı,

şahsında millet, temsilcisini buldu, umut ve geleceğini ona bağladı.

Mustafa Kemal Paşa, Türk milletini kurtarmak yolundaki kararını, Mondros Mütarekesinden sonra Adana'da Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak bulunduğu zaman vermiştir. Herkesin teslim olmasına karşılık, Mustafa Kemal Paşa, o en umutsuz görünen şartlar içinde dahi vatan ve millet kurtuluşu

uğruna bir şeyler yapacağı kanısında idi. İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından işgal edildiği günlerde Yıldırım Orduları Grup Komutanlığından ayrılarak İstanbul'a gelen Mustafa Kemal Paşa, kendini çok üzen bu olay karşısında, yaverine "geldikleri gibi giderler” demişti. O karanlık günlerde Mustafa Kemal'in kurtuluşa olan inancı ve kararlılığını

göstermesi bakımından bu söz son derece önemlidir. Kimilerinin Anadolu'nun artık kaybedildiğine, düşman işgalinden kurtulmanın mümkün olmadığına, direnmenin anlamsızlığına inandığı bu günlerde Mustafa Kemal Paşa'nın bir asker ve bir aydın olarak gösterdiği kararlılık ve inanç direnişin en önemli dinamiği olmaya da adaydır. Büyük direnişi örgütleyerek

uygulamaya geçirmenin zamanı gelmişti. Mustafa Kemal Paşa bunu biliyordu ancak İstanbul'da bulunarak bunun mümkün olmayacağının da farkındaydı. O zaman Anadolu'ya geçmeliydi ve oradaki, Kurtuluş mücadelesinin ilk nüvelerini büyük bir direnişe dönüştürmeliydi ama nasıl yapılabilecek en mantıklı hareket Anadolu'da resmi bir göreve atanarak bazı yetkilerinin

olmasıydı.

Mustafa Kemal Paşa'nın tarihi kararını uygulamak için hazırlıklarını yaptığı bir sırada, Samsun ve çevresinde Türklerin Rum köylerine tecavüz ettiği ve bu tecavüzlerin engellenmesi için tedbir alınması gerektiğine dair İngilizlerden bir rapor bir de protesto gelmiştir. Osmanlı Kabinesinde Mustafa Kemal Paşa’ya güvenilemeyeceği, İstanbul'da

olumsuz telkinlerde bulunduğu, hazırlıklar yaptığı ve bu nedenle de İstanbul'dan uzaklaştırılması gerekliliği konusunda bir anlaşmaya varmışlardı. Samsun ve dolaylarında çıkan olaylar, M. Kemal Paşa'nın, Anadolu'ya görev ile sürgüne gönderilmesi için bir bahanedir. Ancak bu görev kendisine verilse de verilmese de Mustafa Kemal Anadolu'ya geçerek Milli Kurtuluşu

organize edecekti.

Samsun'da Rumlara baskı uygulayan, gerçekte Pontus çeteleriyle mücadele eden Türklere haddini bildirmek için Anadolu'ya gönderilen M. Kemal Paşa tarihi görevini yerine getirmek için önemli bir fırsat yakalamıştı. Mustafa Kemal Paşa anılarında bu hiç beklemediği ama tam olarak istediği yeni görevi ile ilgili duygularını anlatır “Harbiye

Nezareti'nden çıkarken talih bana öyle müsait şartlar hazırlamış ki, kendimi onların kucağında hissettiğim zaman ne kadar bahtiyarlık duydum, tarif edemem. Nezaretten çıkarken heyecandan dudaklarımı isirdığımı hatırlıyorum. Kafes açılmış, önünde geniş bir alem, kanatlarını çırparak uçmaya hazırlanan bir kuş gibi idim”.

M. Kemal Paşa'nın

İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğü ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya çalıştığı temel fikir, Nutuk’ta da belirttiği gibi, “ Hakimiyet-i Milliyeye müstenit, kayıtsız ve şartsız müstakil bir Türk devleti tesis etmek idi”. Bu temel fikri bir karar olarak gerçekleştirecek parola ise; “ Ya istiklal ya ölüm“ düsturunda yer alıyordu.

Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a karaya ayak basmadan önce Türk milletini kurtarmak yolunda tarihi kararını verdi ve bunu milli bir sır halinde sakladı. Sırası ve yeri geldikçe milli sırdan açıklanması gerekenler ortaya çıktı, kamuoyuna duyuruldu. Mustafa Kemal “Düşmanlarca, Osmanlı Devleti ve memleketinin yok edilmesine, bölüşülmesine karar verilmiş

olduğunu, Padişah ve Halife olan zatın ve onun kurduğu hükümetin hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmediğini, farkında olmadığı başsız kalan milletin ve durumun ağırlığını anlayabilenlerin bazı kurtuluş çaresi saydıkları bir takım tedbirlere başvurduklarını, ordunun ismi var, cismi yok bir halde olduğunu, millet ve ordunun, padişah ve

halifenin hıyanetinden haberdar olmadıklarını, kurtuluş çaresi ararken, büyük devletleri gücendirmenin onların himaye ve arka olmalarına sığınmakla işlerin düzene girebileceği kanaatini yaydıklarını belirtmekte ve kurtuluş çaresi için ileri sürülen kararları münakaşa etmektedir”.

Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'da geniş yetkilerle çalışabilmesi için

kendisine verilen 9. Ordu Müfettişliği görevi, 30 Nisan 1919 tarihli irade-i seniye ile kesinleşti. 9. Ordu Müfettişi sıfatıyla Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Paşa, 15 Haziran 1919 tarihine kadar da bu unvanı korudu. Bu tarihte 2. Ordu ve 9. Ordu kitaatı müfettişliğinin, 3. Ordu müfettişliğine bağlanması üzerine, 3. Ordu müfettişi sıfatıyla görevini sürdürdü.

Mustafa Kemal Paşa bu kararı verdikten sonra, o gün için, bunun gerçekleştirilmesinin zamana bağlı olduğunu kabul eder. Bütün gereklilikleri millete birden söylemenin doğuracağı zorluklar vardır. Tatbikatı birtakım aşamalara ayırmak en uygunudur. Bunun için olaylardan yararlanmayı düşünür. Milletin hislerini ve kamuoyu hazırlamayı, safha safha hedefine varmayı uygun

bulur. Türk Milleti'nin kendisine tarihi görev verdiği Mustafa Kemal Paşa, kurtuluş fikrinin yaygın olduğu ve genel hareketliliğin etkilerini gösterdiği bu dönemde, 19 Mayıs 1919'da Samsun'dadır. Daha sonra bu tarihi mücadele, sırasıyla Havza Mitingi, Amasya Tamimi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Amasya Görüşmeleri ve Protokolünde şekillendi . Artık Türk Milleti

bağımsızlık mücadelesinde önemli mesafeler kat etti, yurt genelinde yapılan bu kongrelerle halk bilinçlendirilerek tek bir ülkü etrafında toplandı. Düşman işgalleri karşısında eli kolu bağlı, kendi menfaatlerinin ötesinde hiçbir şey ile ilgilenmeyen İstanbul Hükümeti ve Padişah toplu direnişi izlemekle yetindiler. Ancak zaman zaman direnişi baltalamaktan da geri

kalmadılar.

Değişim Sürecinde Türkiye-ll

S.89/...../96.

Prof.Dr. Sabri SÜRGEVİL
Dr. Cihan ÖZGÜN
Dr. Hilal ORTAÇ
Dr. Olcay P. YAPUCU

Burçin Tetik
Burçin Tetik

Ağlamak, içimdeki her neyse dışarı atıp kurtulmak her şeyden önemliydi sanki. Bedenim susuzluktan kuruyana kadar ağladım. Beden dediğimiz şey sudan ibaret değil miydi zaten? Kendimize ne isim verirsek verelim, nihayetinde sudan oluşmuş kütlelerdik, yan yana gelip birbirimize karışabiliyorduk en fazla.

Payelll
Payelll

Bilirdi Bekir, çok iyi bilirdi. Kara lekeli toprakları iyi bilirdi. Adına destanlar yazılan... Aşklara mezar olan... Âşıkları mecnun eden kararmış kaderleri gözleriyle görmüştü. Toprak önemliydi insan evlâdı için. Toprakta ne yetişirse o biçilirdi. Bekir iyilikten başka bir şey ekmemiş, biçmemişti kendi adına.

Elif Erdem
Elif Erdem

Kendisine şöyle bir baktı:
BAŞKAlarının beğenileri, eleştirileri, zevkleri, tutkuları, alışkanlıkları o kadar işgal etmişti ki benliğini, bambaşka biri olup çıkmış, tam manasıyla başkalaşmıştı. Üzerinde BAŞKAlarına ait kostümler, kafasında BAŞKAlarına ait fikirlerle, dilinde BAŞKAlarının jargonu, ağzına yakışmayan devşirme kelimelerle, kendisinin ait

olmadığı bir yerde BAŞKAlarına ait havayı teneffüs ediyor, bununla kalmayıp taa içine çekerek içselleştirmeye çalışıyor ve yeri geldiğinde kendisine ait olmayan tüm bu şeyleri ölesiye savunuyordu. Sahi ne yapıyordu? Kimdi, kimlerdendi?
Acıdı kendisine. (Kalbi hala diri.)
Ne kendisi ne BAŞKAsı olamamak hayatı boyunca bu arafta yaşamaya mahkum olmak ne acı.

Kimsin dendiğinde sağına ve soluna bakmadan kim olduğunu ve dahi olmadığını anlayamamak ne acı. Ne acı geceyi gündüz gündüzü gece zannetmek. İnsanın zemininin ayaklarının altından kayıp gitmesi, zeminini hep BAŞKAlarına göre tayin etmesi ne acı. Ne acı insanın kendisini bulamaması, kendisi olamaması ve kalamaması… Gün be gün BAŞKAlarına benzerken gün gelip

HERKESle aynı olacağını kestirememesi ne acı. Ne acı bir zamanlar benzemek korkusu yaşadığı şeylere benzediği için övünmesi…
Fark etti. (Elhamdülillah…)
Hızla yaklaşıyordu yaklaşmakta olan ve o, aynı hızla BAŞKAlarına benziyor, HERKESleşiyordu. Tehlike büyüktü. Kendi zevklerine, heveslerine, hayallerine, ideallerine hep başkalarına ait bir şeyler

karışmıştı. Adı yüzünden yolunu yolu yüzünden adını değiştirmişliği çoktu. Böyle giderse ne adı ne yolu olacaktı. Yer-yön kabiliyetlerini yitirmeye başlamış yersizlik ve yönsüzlük arasında sıkışıp kalmıştı. İstikrarlı bir şekilde başkalarına özenip başkalarına benzemek için yaşamıştı. Şimdi benliğinin ellerinden akıp gittiğini görüyor, zamanın

kendiliğini hızla erittiğini fark ediyor, kendisine yabancılaşıyordu. Sınırları belirsizleşince, benzemekten korktuklarıyla ne kadar çok benzer yönünün olduğunu fark etti. “Benzemek” fiilinin insanın hayatını tüm kılcallarına kadar böylesine etkileyeceğini daha önce hiç düşünmemişti. Kim olduğu kadar önemliydi insanın kime benzediği. Aksi halde kendisini

BAŞKAlarından farklı görmesinin hiçbir anlamı yoktu.

Dünya üzerinde gelmiş geçmiş tüm insanlar arasında benzenilmeye en layık olan, örneklerin en güzeli Peygamberi’nin (s.a.s.) şu sözü her şeyi özetliyordu aslında:
“Kim bir kavme benzerse, o da onlardandır.” (Ebû Dâvûd, Libâs, 4.)
Artık kim olduğunu biliyordu.
Soru: Kimsin?
Cevap:

Benzediğin…

İdris Gündüzalp
İdris Gündüzalp

Ümitsizliğe ya da hayal kırıklığına gerek yoktu. Zira işimi yapabilmem için tabii ki fiziki imkanlar önemliydi ama olmazsa olmaz da değillerdi.

James Finn Garner
James Finn Garner

Pamuk prenses ve üvey annesi yakın dost oldular ve kız kardeşliğe yaptıkları katkıdan dolayı dünya çapında ad edindiler ,nam saldılar, ün kazandılar. Daha ne olsun?
Kadın kardeşliği bu kadar önemliydi işte ve bu uğurda yaptıkları da karşılıksız kalmadı.

James Finn Garner
James Finn Garner

Pamuk prenses ve üvey annesi yakın dost oldular ve kız kardeşliğe yaptıkları katkıdan dolayı dünya çapında ad edindiler,nam saldılar,ün kazandılar.Daha ne olsun?Kadın kardeşliği bu kadar önemliydi işte