Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı!
Hiç korkmuyor musun?
Neden korkayım ki? Bir şeyden korkacaksak ölülerden değil, yaşayanlardan korkmak lazım.
Kabul görmese de doğruyu söylemek, prim yapmasa da ahlaklı olmak, sonu yalnızlık olsa da doğrudan vazgeçmemek.
“Ruh beslenirse göz göremediklerini görür, gönül duyamadıklarını hisseder.”
İnsan olmak için iki unsur lazım: Vücut ve ruh. Ruh beslenirse göz göremediklerini görür, gönül duyamadıklarını hisseder. Birbirimizi anlayamadığımız için üzülmüyorum, sadece ruhu için üzülüyorum.
Ruh beslenirse göz görmediklerini görür, gönül duymadıklarını hisseder.
Ve kader, dedi gülümseyerek. Hepimiz birer kurmaca yaşıyoruz. Kimin kurmacası olduğunu bilmeden.
Hey sen! diye bağırdı.
Ardından çok sevdiği şâirin dizeleri düştü aklına.
Kader, beyaz kâğıda sütle yazılmış yazı;
Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı!
“Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî sükûn
Dert çok hem-dert yok düşman kavî tâli’zebun.”
O dem çocuklar gibi sevinçten zıplar mısın?
Toprağın altındaki saklambaçta var mısın?
“Evet, insan güldüğüyle eğleniyor, ancak birlikte ağladığıyla başka bir bağ kuruyor.”
Halleşmek. Ne kadar da güzel bir kelimedir. Ne kadar derin bir manası vardır. Sessizliğin bile çok şey anlattığı o haller.. Ve bu halden anlayacak biri.
Evet, insan güldüğüyle eğleniyor, ancak birlikte ağladığıyla başka bir bağ kuruyor..
“Beni sosyal hizmetler büyütmüştü. Büyütmüştü diyorum çünkü çocuklar orada sadece büyütülür, yetiştirilmez.”
Zamanı dondurabileceklerine, görüldükleri biçimin hayatın merkezi olduğuna inanıyorlar. Oysa nasıl göründüğün kim olduğunu değiştirmez. Gerçi ruhlarını göz ardı ettiklerinden zaten sahip oldukları tek şey vücutlarıdır. Halbuki vücut ruhtan daha önce çürür.