"Marx'ın artı değerin sömürüsünde kınadığı şey, zevk yağmasıdır."
''Lacan, bilinçdışının varlığını ve varoluş üzerindeki etkilerini kabul etmekle Freud’a yaklaşırken, bilinçdışını işleyiş biçimini dil sistemine benzetmesi bakımından Freud’dan ayrılmaktadır.''
Lacan, öznenin uğradığı keyif kaybının bir karşılığı olarak jouissance'ın başka bir düzeyde iyileştiğini vurgular.
''Marx'ın egemen sınıfın temsilcileri olarak gördükleri, tüketiciye dönüştüren hareket tarafından silinip atılır, bu Lacan'ın kapitalizmde herkesin proleter olduğunu onaylamasına neden olan bir nedendir.''
"Aslında, zevk sadece bu entropi etkisinde, zevk, israfta kendini gösterir, bir statü kazanır. Sadece entropi boyutu bir sonrakini somutlaştırır. Özneyi kurtarmaktan daha çok zevk alınacak bir şey var."
Dürtü, nesnenin geri çekilmesi ve metonimik kayma yerine, dolaşım ve tekrar yapısına sahiptir. Marx dürtünün içerdiği paradokslara yabancı kalmamıştır; daha elyazması metinlerinde bile dürtünün yapısı, genel eşdeğerin soyut tabiatı ve artı değer üretimi arasındaki bağlantıya yer vermiştir: Dolayısıyla para salt bir nesne değil de tamah nesnesidir. Belli bir
dürtü biçimi olarak tamahın kendisi, yani belli türde bir zenginlik arzusundan, mesela kıyafet, silah, mücevher, kadın, şarap vs. arzudan ayrı olarak tamah ancak genel zenginlik, zenginliğin kendisi belli bir şeyde bireyselleştiğinde, yani para üçüncü niteliğiyle soyutlandığı anda mümkündür. Dolayısıyla para nesne olduğu gibi de bir tamah çeşmesidir. Mal mülk
düşkünlüğü para olmadan da mümkündür; ama tamahın kendisi belli bir toplumsal gelişimin ürünüdür, doğal değil tarihseldir.
Marx'ın devrimci potansiyeli belli bir bilinçten, işçi sınıfının bilincinden ziyade yapısal bir negatiflikle, kapitalist üretim tarzının çelişkilerinin toplandığı mahalde duran emek gücünde konumlandırdığına işaret etmektedir. Aynı zamanda, sermayenin görünüşü dirimselci bir fantaziyle, "para doğuran para" fantazisiyle ilişkilidir ki psikanaliz bu noktada
negatifliği olmayan özne biçiminde kurmaca bir hipotezin varlığını fark etmemizi sağlar. Marx'ın olgun eleştirel projesinin psikanalizle hiç tartışmasız kesiştiği nokta, sermaye düzeneğinin farazi "altın yumurtlama" ya da "değer yavrulama" gücünde ifadesini bulan bütünüyle dirimselci ve özerk görünüşünün içine özne sıfatıyla yeniden negatiflik soktuğu
noktadır. Dolasıyla Marx, birbirinden farklı ama derinden ilişkili iki düzeyde hareket eder hep: Üretim mantığı düzeyinde, değerler arasındaki soyut ve görünüşte yansız ilişkilerin somut toplumsal antagonizmaları nasıl desteklediği ve yeniden ürettiği açıklanır; fantazi düzeyinde ise mevcut yapısal çelişkileri bastırma, çarpıtma ve mistifiye etme işlevi gören
nesnel görünüşlerin yeniden üretimi incelenir. Üretim mantığı ve fantazi mantığı, Marx'ın eleştiri anlayışının iki temel bileşenidir.
Semptomu kuramlaştıran ilk ismin Marx olması, bilinçdışının öznesinin proletaryanın ta kendisi olduğunu ima eder. Yani proletarya, ampirik bir toplumsal sınıftan ötesine tayin etmektedir. Kapitalizm içindeki evrensel öznel konumunun ifadesidir. Ancak bir semptom olmasıyla, yani mevcut toplumsal düzenin bastırılmış hakikatinin siyasal uzamın kendisi içine yeniden
nakşedilmesini sağlayan bir oluşum olmasıyla, kapitalizm tarafından dayatılan sahte ve soyut evrenselciliğin, yani meta biçiminin evrenselciliğinin reddini beraberinde taşır. Sırf ampirik bir özne olarak görülen proletaryadan bilinçdışının öznesine geçişle birlikte, sınıf mücadelesi kavramına ve gerçekliğine de başka bir ışık düşer. Bundan böyle sırf reel
toplumsal sınıflar arasında baş gösteren bir çatışmayı değil, toplumsal ve öznel gerçeklik içinde bulunan yapısal çelişkilerin zuhur etmesini imlemeye başlar ve bu haliyle bilinçdışıyla aynı epistemolojik siyasal statüye kavuşur. Ne sınıf mücadelesi ne bir tür tarihaşırı değişmez özün ifadesidir -bütün tutarlılıkları, verili düzene eşlik eden
görünüşlerde baş gösteren çarpıtmada yatmaktadır.
Marx ve Lacan negatiflik ile pozitiflik, ölü emek ile canlı emek, soyut yapı ile somut deneyim, yapı ile oluşum arasındaki basit karşıtlığı reddeder. Gerek Freudcu Marksizmin gerekse bilinçdışı arzuyla canlı emeğin yaratıcı potansiyelini serbest bırakma yönündeki diğer girişimlerin uğradığı başarısızlık, sermayenin kendisinin yaratıcı potansiyel olduğu,
sermayenin kendisinin hayat olduğu ve sermayenin kendisinin dirimselciligin belli bir biçimi olduğu sonucuna işaret etmektedir. Bu, her dirimselciliğin son kertede sermaye dirimselciliği diye ıskartaya çıkarılması gerektiği anlamına gelmez elbette. Sadece, bir yanda kötü negatiflik, yabancılaşma ve varlık eksiğinin, diğer yanda iyi pozitiflik, yaratıcı potansiyel ve varlık
doluluğunun bulunduğu basit ve pek konforlu karşıtlığı sorun haline getirmeye çalışır.
Freud, modern bilim devriminin hareketini insan narsisizminin karşılaştığı üç büyük hareket biçiminde özetlemiştir. Bu hareketler bilimin gerçekleştirdiği üç merkezsizleştirmeyle bağlantılıdır: evrenin (Kopernik, daha doğrusu Newton), hayatın (Darwin/ Wallace) ve nihayet düşünmenin merkezsizleştirilmesi (Freud). Böylece bilinçdışının -negatifliğin belli bir
tezahürü, idrak öznesi olmaksızın bir bilgi biçimi ve son olarak gerçek bir söylemsel sonuç- keşfinin ancak modern bilimin ufku içinde mümkün hale geldiğine işaret etmiştir şüphesiz. Daha doğrusu, Freudcu bilinçdışı teorisi, ancak modern bilim devriminin doğurduğu sonuçlar insanın üretim sahasına uzandığında mümkün hale gelir kısacası, Althusser'in deyişiyle,
Marx'ın gerçekleştirdiği epistemolojik kopuş'un ardından. Negatifliğin toplumsal bağın içindeki yeri ve işlevini düşünebilmemizi sağlayan süreç olarak bilim devrimi, Althusser'de Marx ile Freud arasında kurulan yapısal bağlantının zemini olmuştur zaten; Lacan'ın siyasal iktisadın eleştirisine gösterdiği ilginin Althusser'den mülhem olduğuna şüphe yoktur.
Lustgewinn teriminde haz bir artı olarak, dolayısıyla zihinsel faaliyetlerin kullanışlılık eğilimlerinin ötesinde ulaştıkları bir şey olarak tanımlanır. Kullanım değeri ve varsaydığı ihtiyaç açısından bakıldığında, haz bedensel bir uyaranın ortadan kalkmasına ve bir gerilimin azalmasına eşlik eden duygulanımdır. Oysa değer açısından bakıldığında, haz az
çok tesadüfi bir yan etki olmaktan çıkıp tatminin asıl nesnesi haline gelir. Bu haliyle Lustgewinn herhangi bir nitelikle ilişki içinde değildir, ki bu aynı zamanda ona karşılık gelen herhangi bir ihtiyaç bulunmadığı anlamına gelir. Freudcu Lust kavramının yönünü belirleyen bu geçiş, kullanışlılıktan kullanışsızlığa geçiş, Lacan'ın Almanca terimi haz yerine
jouissance olarak tercüme etmesinin nedenidir. Tatminin es geçebilir bir yan etkisi olmayan Lustgewinn çok temel bir altüst ediciliği olduğu başından bellidir. Mevcudiyetleri imleyenin ve değerin özerkliğine bağlı olan bilinçdışı eğilimlerin (arzu ve dürtü) tatmini, ihtiyaç tatminine zaten-hep asalak olmakta, bu tatmini sömürgeleştirip yolundan saptırmaktadır. Haz ile
kullanım değeri arasında kurulan bağlantı, metanın ihtiyaç gideren ve haz kaynağı olarak iş gören şey diye tanımlanması, Marx'ın da başlangıç noktasıdır; farklı tür veya nitelikte ihtiyaçlar şöyle eşitlenir: Meta, her şeyden önce, taşıdığı özelliklerle şu ya da bu türden insan ihtiyacını gideren dışsal bir nesnedir, bir şeydir. Bu ihtiyaçların doğası,
söz gelimi mideden mi yoksa fantaziden mı kaynaklanıyor oldukları sorusu herhangi bir fark yaratmaz. Burada nesnenin bu ihtiyaçları doğrudan doğruya geçim aracı, yani tüketim nesnesi olarak mı, yoksa dolaylı yoldan, yani üretim aracı olarak mı giderdiği de önemli değildir.
Dürtü, genel eşdeğerin çifte statüsüyle, yani bir yandan mübadele aracı, diğer yandan nesne evrenini bütünleyen belli bir kullanım değeri olmasıyla yakından bağlantılıdır. Nesnesi belli bir cisimleşmeyle özdeşleşmiş olmadığı için metonimi yapısına destek oluşturan arzunun aksine, dürtüde somut evrensellik paradoksu, yani genel eşdeğerin olması gereken şey
önvarsayımı vardır. Yani nesne (zenginlik) arzusunda değeri cisimleştiren nesneler biriktirilir -nesne olarak değere değil değer nesnelerine odaklanılır. Oysa dürtü asıl nesneye, genel eşdeğere saplanır; genel eşdeğer, paradoksal statüsü -hem tekil hem evrensel olması, hem metalardan biri hem bütün metaların yansıdığı meta olması- sayesinde tatminin sonsuz hale
gelmesine, yani imkansızlığına ve sonsuza kadar devam edişine dayanak oluşturur. Kapitalist kendi kendine değer katma dürtüsü tatmin edilmesi mümkün olmayan, hiçbir emeğin karşılayamayacağı bir taleptir.
Marx metaların ikili karakterini belirleyen mesafeden, kullanım değeri ile mübadele değeri arasındaki mesafeden yola çıktığında, aslında yapısalcılığın esas başarısını öncelemektedir: fark sisteminin yalıtılması. Dahası, kapitalizmi sarsıp ortadan kaldırabilecek değişimin bu özerklik bölgesi içinde düşünülmesi gerektiği tasavvur edilir. Üretim tarzının
değişmesi son kertede üretim düzenlemesinde meydana gelen yapısal bir kaymadır. Özne kavramı işte bu bağlam içinde yerini bulur. Marx'ın özne eleştirisi, özneyi burjuva bir kategoriden ibaret görüp reddetmek şöyle dursun, özne kurmacası ile siyasetin gerçek öznesi arasında ayrım yapmak için gereken araçları sağlar. İlki soyutlama olmasıyla eleştirilir, ikincisinin
ise negatifliğe karşılık geldiği anlaşılır; dolayısıyla soyutlama ile negatiflik arasındaki gerilim materyalist bir özne teorisinin çekirdeğini oluşturur. Buradan çıkan Marksçı dersin tek bir anlamı vardır: İdrakin öznesi, siyasetin öznesi olamaz. Bilâkis, materyalist bir eleştiride siyasetin öznesi ancak merkezilikten, bireysellikten ve psikolojiden arındırılmış
bir özne olabilir. Lacan bu noktadan yola çıkar; semptom kavramını icat edenin Marx'tan başkası olmadığını öne sürerken, siyasal iktisadın eleştirisinin epistemolojik ve siyasal açıdan altüst edici bir potansiyel taşıdığının altını çizer.
Psikanaliz perspektifinden bakıldığında, yabancılaşmanın nesneleşmesi, belli bir metada maddileşmesi, kapitalizmin başlıca özelliklerinden birini, yani özneyi öteki'nin üretim talebini yerine getiren nesne, öteki'nin artı-değer çıkartmak için tükettiği nesne konumuna yerleştirdiğini açığa çıkarır, ki Lacan sapkınlığı tam olarak böyle tanımlamıştır. Özne,
emek gücü sıfatıyla, değer üretimi için tüketilen bir meta olarak, özne konumundan mahrum kalmaktadır. Emeğin metalaşması özneye sapkınlık konumu dayatılması demektir, özneden öteki'nin jouissance'nın nesnesi konumunu üstlenmesi talebinde bulunulması demektir. Marx'ın emek-değer teorisinin esas başarısı, öznenin konumuna yeniden sahip çıkıp, meta dünyası içine
yeniden özne konumunu dahil etmesi ve dayatılan başka bir fantaziyi, değer katma sürecinin asıl öznesinin sermaye olduğu fantazisini dağıtmasıdır.
Rüyalarda gerçekleşen halüsinatif tatmin, tatminin ertelenmiş olduğunu ve tatminin gerçekleşmesinde, çocuk rüyalarında olduğu gibi, doğrudan tatminden feragat önvarsayımının söz konusu olduğunu gösterir. Söz konusu erteleme, tatminin içinde, istek gercekleştiriminde görünmez kalan ve isteğin dolaysızlığının maskelediği bir kayma yattığını açığa çıkarır.
Başka bir deyişle, arzu daima isteğin görünürdeki dolaysızlığı vasıtasıyla baş gösterir. Arzu, nesnelerin kullanım değerine asalak olmaktadır. Bilinçli istek ile bilinçdışı istek arasındaki ilişkinin dile de nakşedilmiş olduğu hemen görülebilir: İstek-arzu çifti, çalışma-emek çiftine birebir karşılık gelir; kullanım değeri üretimi ve değer üretimi de
tatmin ve diğer tatmin ile örtüşür. Nesnesi somut olduğu için isteğin yine bilince atfedilmesi mümkündür; oysa arzu, meta biçiminin nicel ve soyut karakteriyle iliskilenmediği sürece nesnesiz gibi görünür. Freud'un rüya analizlerinde bilinçdışı istek'in bir nesnesi olduğunu, çünkü psişik malzemenin işlemden geçirilmesiyle üretilen artıda tatmin bulduğunu gösterme
çabası vardır. Bu nesnenin adı da hazırdır Lust, haz. Gerçi çok geçmeden Freud, bilinçdışı üretilen bu hazzın statüsünün göründüğünden daha sorunlu olduğunu keşfedecektir.
Arzu ve dürtü sahneye çıktığı anda, her ihtiyaç tatmini sorunlu görünmeye başlar: Erişmelerinin mümkün olmadığı bir diğer tatminle bağlantılı oluşları, konuşan varlıkların bütün ihtiyaçlarına bulaşmış durumdadır. Meta biçimi bu çarpılmanın maddileştiği ayrıcalıklı bir noktadır; Marx bu buluşmanın gelişmiş biçimini, değerden değer yaratmanın
üretimin kaidesi haline geldiği hayali sermayeyi tartışırken dahi, ilk ciltte gerçekleştirdiği eleştirel hamleyi tekrar eder: Sermayenin kendi kendisini doğurur gibi görünmesi, nitelikle değerin doğrudan örtüştüğü fetişist fantazide temellenmektedir. Freud da haz ilkesinin ötesine geçerken, homeostatik modelden uzaklaşıp jouissance'ın her tür göndergesellikten yoksun
göründüğü ve kendi kendisinin öznesi haline geldiği çatışmalı psişik aygıt kavrayışına geçerken, aynı yönde hareket etmiştir. Ancak libidinal bilinçdışında imleyenin negatif öznesinin ortadan kalktığı, bilinçdışı emekçinin kaybolduğu, yahut bastırılmış bilinçdışı eğilimin kendi kendisinin üretken emekçisi haline geldiği sonucuna varmak yanlış
olacaktır. Bu, finansal soyutlamaların fetişleştirilmesine benzer bir şekilde, jouissance'ın fetişleştirilmesi olur.
Kapitalizmin aynı anda hem ürettiği hem dışarıda bıraktığı negatifliğin yeniden devreye sokulması -değerin kaynağı olan emek gücü olmadan kapitalist üretim tarzı olmaz, ama emek gücünün dışarıda bırakılması olmadan da toplumsal ilişkilerin kapitalist fetişleşmesi olmaz- toplumsal değişimi düşünmenin ve değer biçiminin soyut evrenselliğine bağlı olmayan yeni
bir öznelliğin üretilmesinin zaruri önkoşulları olan mantıksal paradoksların eleştirel proje tarafından açığa çıkarılabilmesinin tek yoludur. O halde, Marx'ın kapitalist üretim tarzının genel yapısı içinde emek gücünün yerini belirlemesinde bir özne teorisinin ortaya serilmesi söz konusudur. Lacan'a göre, bu özneleşmiş negatifliğe verilen mantıksal, hatta
homolojik yanıt, bilinçdışının öznesidir. Dolayısıyla Marx'ın Kapital'deki esas uğraşı olan kapitalizmin yapısal açmazlarına ilişkin analizine ister istemez yeni -psikolojiden ve bireysellikten arındırılmış- bir özne anlayışı eşlik eder.
Kapitalizmin etkinliğinin cinselliğin bastırılmasında, dürtülerin ketlenmesinde ve arzunun nevrotikleştirilmesinde köklendiği düşüncesi, Freudcu Marksizm ile şizoanaliz arasındaki asgari ortak paydanın görülebildiği noktadır. Toplumsal olarak ezme psişik bastırma mekanizmalarına eşitlenmekte, sınıf çatışması psişik çatışmanın dışsal biçimi haline gelmekle,
libidinal enerji ise kapitalist üretim tarzının sınırlayıcı mekanizmalarına sevk edilip yabancılaşmaya (kastrasyon ve metalaşma) maruz kalmaktadır. Bu noktada, Freudcu Marksist yorumların çoğunlukla Freud'un ikinci topik'ine (id, ego, süperego) odaklandığını hatırlamak gerekir; ikinci topikte bilinçdışının sorunlu bir biçimde, gayet spekülatif biyolojik metaforlar,
filogenetik fantaziler ve en önemlisi enerji bazlı psişik aygıt modeli yardımıyla tözelleştirilmesi, daha dirimselci bir psikanaliz ihtimaline işaret etmektedir. Siyaseti cinsel özgürleşmede temellendirmeye çalışan Freudcu Marksist girişimin uğradığı başarısızlık göz önüne alındığında, Lacan'ın psikanalitik muhtevanın doğruca Marksist muhtevaya tercüme edilmesine
kesinkes karşı çıkmış olması şaşırtıcı değildir. O, bunun yerine aralarındaki mantıksal akrabalığı öne çıkarmış, böylece psikanaliz ile siyasal iktisadın eleştirisi arasındaki ortak epistemolojik zemine doğru gerekli bir geri adım atmıştır. Ayrıca vurguyu mantığa yerleştirmesiyle, Marksizm ve psikanalizin yeni bir siyasal dünya görüşü doğurma potansiyeli
taşıyan pozitif bir bilgi külliyatı içerdiği beklentisini göreli hale getirmiştir.
Freud'un bilinçdışını keşfinde esasen bilinçdışı eğilimin (arzu veya dürtü) tatmininde emeğin rolünün vurgulandığını ve sürekli bilinçdışının üretken boyutunun açığa çıkarıldığını hatırlamak gerekiyor. Emeğe yapılan bu göndermeyi düz anlamıyla düşünmek gerekiyor. Freud, yaptığı keşiflerin tam göbeğine enerji bilimine dayanan bir emek gücü
kavramı yerleştirerek, bir emek-bilinçdışı teorisinin ana hatlarını ortaya koymuştur. Lacan'ın 1960'ların sonunda ilgilendiği esas konu, Freud'un teorisinin bu önemli boyutu etrafında gelişir. Lacan, jouissance kavramında, Freudcu psişik enerji ile bilinçdışı emek mefhumunu bir araya getirir. Freud'un keşiflerinin devrimci karakterinin tam olarak belirlenmesi için üretime
dair bir teori şarttır. Saussurecü yapısalcılığın veremediği bu teori, Marx'tan gelmiştir.
Rüya çalışması mefhumu, tatminin mantıksal mekanizmasını ve arzunun yapısını açıklamak için oradadır. Freud'u meşgul eden soru, bilinçdışının tatmine ulaşmak için niye yer değiştirme ve yoğunlaştırmalardan, sansür ve çarpıtmalardan oluşan bir sapak üstünden iş görmesi gerektiği sorusudur. Maskelenmemiş ve çarpıtılmamış tatmin diye bir şey niye yoktur?
Freud bu sorunun yanıtı için, bilinçdışı arzu ile gerçekliğin talepleri arasındaki ilişkide bir çelişki bulunduğu hipotezini ortaya atar. Rüya çalışması bu çelişkiden dolayı arzunun tatmini için iki koşul üretmekte, meta biçimindeki bölünmüşlük bu sayede arzuyla gerçeklik arasındaki çelişkinin aşılmasının en rahat yolu olarak iş görmektedir. Görünürdeki
tatminin içinde diğer bir tatmin baş göstermektedir. Kendi içinde ikilenmiş bu tatmine, günden kalanların, bilincin sınırlarında, bilinçle bilinçdışı arasındaki gri bölgede, önbilinçte biriken malzemenin işlemden geçirilmesi yoluyla ulaşılmaktadır. Bu ara uzansa bilinçli bir şekilde ifade edilmesi hala mümkün olan isteklere rastlanmaktadır. Bundan dolayı, Freud'u
rüya analizi örneklerinde anlamları abartmakla eleştirmek mümkün olmuştur.