Erken dönem kilise papazlarından Tertullian, oral seksin yamyamlık olduğunu düşünüyordu.
2007 yılında basındaki çeşitli haberlerde Keith Richards'ın babasının küllerini burnuna çektiği iddia ediliyordu.
Richards daha sonra açıkladığı üzere, aslında olay şöyleydi: "Kutunun kapağını açar açmaz, biraz kül masaya döküldü. Süpürüp atmaya içim elvermedi. Bu yüzden parmağımla masayı sıyırıp kalıntıları burnuma çektim. Küller küllere, baba
oğula (karıştı)...
Almanya ve Danimarka’da yoksul vatandaşlar darağaçlarının kenarında bekleyip, insan kanı içmek için güçleri yettiğince para ödüyorlardı.
Peki gerçek yamyamlar kimlerdi? Kitapsız, silahsız, giyecek pek giysisi olmayan ve az bilinen tanrılara ibadet edenler mi?
Yoksa ceset eti, kanı ve kemiğini yeme kararlılığı içinde, yamyamlık ticaret ağını kara ve okyanusun yüzlerce kilometrelik kısmına yayan, yamyamlık laboratuvarları kuran, nebbâşları (mezar hırsızları) finanse eden ve insan cesedi ve
kafataslarına ağır gümrük vergileri koyanlar mı?
Kim olduğunuzu gerçekten bilmek için, kim olmadığınızın tamamen bilincinde olmanız gerekiyordu. Bu tür bir muhalif kimlik, tarih boyunca şiddetin ana kaynaklarından birisidir.
Onaltıncı yüzyılın ortalarında berber-cerrah Leonardo Fioravanti (1517-1588) “insan kanının beşinci özü” için daha büyük iddialarda bulunuyordu: ” inceltilmiş ve işlemden geçirilmiş olması halinde, ölüleri diriltecek kadar faydalı olabilir; ölmek üzere olan kişilere içecek olarak verilebilir.”
Romalılar olarak cesur ve inançsız oldukları için, insan bedeninin her türlü iç ve dış parçasının tadına bakardı, tırnaklar bile ellerinden kurtulamazdı... Demokritos bazı hastalıkların en iyi yabancılar ve suçluların kanını sürerek tedavi edilebileceğini hayal edip tavsiye ederken; Miletus göz ağrısının insan ödüyle, Artemon epilepsinin insan kafatasıyla,
Antheus kasılmaların ölü insan beyninden yapılmış hapla, Apollonius dişeti hastalığının ölü insanların dişleri ile tedavi edilmesini öneriyordu...!
Bitki uzmanı John Gerard kafatası yosununun epilepsiye karşı ve aynı zamanda “öğütülmesi ve belli süre boyunca tatlı şarabın içinde verilmesi halinde çocuklardaki boğmaca öksürüğü için” çok etkili olduğuna dikkat çekmektedir.
Bu devirde, televizyon programlarının sınıflar arası yakınlık efsanelerini yayma arzusu dikkat çekicidir. Aslında aristokratlar ile köylüler arasındaki en yakın ilişkiler genellikle çok daha karanlık bir ilişkidir: Yoksullar zaman zaman kendilerini ilaç şeklinde zenginlerin karnında bulurlar.
Francis Bacon, Romalıların banyo alışkanlığı karşısında hayrete düşürüyor ve Türklerin de benzer şekilde bu kötü huya sahip olduklarını belirterek, suyun kötü etkilerine karşı, bedenlerini pirinç yiyerek güçlendirdiklerini açıklıyordu.
...canlar ve kan, meni üretmek ve serbest birakmak icin en tahrik edilmis ve yogunlasmis bicimlerine ulasiyorlardi. Aailmis adamin menisinin döküldüğü yerde adamotunun büyümesi, ölen kisinin cok tahrik olan canlarinin somut (ve sihirli) ürünü oldugunu gösteren yaygin inanctir.
Francis Bacon, 1626 yılındaki ölümünden bir süre önce, "kana durdurmada mumyanın çok etkili olduğu" popüler inancını tekrarlıyordu. Bacon ayrıca yara akıntısı için bir reçeteyi naklediyordu. Naklettiği özgün formül konusunda kuşkulu olsa da, Bacon bu ilacın etkisini açıkça reddetmiyordu. Temel katkı maddelerini sayarken "en tuhaf ve bulunması en zor olan ölmüş,
gömülmemiş bir ölü adamın kafatası üzerindeki yosun ile büyüme aşamasında öldürülmüş bir ayının yağıdır” diyordu. Tıp alanındaki birçok otorite bu yosunun (usnea), şiddet yoluyla, tercihhen asılma veya boğulma yoluyla, öldürülmüş bir genç adamın kafatasından alınması gerektiğini belirtiyordu. Asılmış ceset bulmak çok zor değildi; ancak Bacon'ın
sözünü ettiği zorluk muhtemelen kafatasının gömülmeden bırakılmasından ve yosun oluşmasının zaman almasından kaynaklanıyor olmalıdır. Bu tedarik güçlüğü sonraki yıllarda ortadan kalkmış gibi görünmektedir. Bacon'ın kendisi de pratik bir çözüm olarak, usnea bulmak için muhtemel bir Jakoben kaynak önermektedir.
Kadinlarda akil arama;
Tatlilik ve ince zeka,
Bulabilirsin en fazla.
Aslinda hepsi tutsak mumya.
Donne nin siirlerinin bircogunun tipik özelligi olarak son beyit, zaman zaman asiri yogun anlam veren sikistirilmis formdadir. Bunun anlami birisi kadinlarla evlendiginde bu evlilik, akillarin evliligi degil, yalnizca akilsiz ve ruhsuz et olan "mumya" ile evlilik mi olacaktir?
Bu yamyamlar Latince okuyup yazıyor, ipek giysiler giyiyor, dini konuları tartışıyor, birçoğu Batı sanatının en ünlü tablolarını yapıyor ve Hristiyanlık aleminin en hayranlık uyandıran saraylarını, katedrallerini ve kiliselerini inşa ediyorlardı.
Paracelsus mumyalarına artan talep, yoksulların cesetten yapılma ilaçları kullanmaktan çok, cesetlerinin ilaç yapımında kullanılması anlamına geliyordu.