Mısır toplumunun hangi yanını olursa olsun dikkatle incelediğimizde, onun odağında Firavun'u görürüz.
Baş ürün arpaydı; ama kızıl buğday ve emmer buğdayı da yetiştirilirdi. Her ay, ambarlardan tapınağın bira yapımevlerine ve mutfaklarına belirli miktarda arpa taşınırdı.
Nerede erk toplanırsa, orada kaçınılmaz olarak, erkin kötüye kullanılması olanağı doğar.
Bu insanların hiçbiri özgür değildi; bizim sözcüğe yüklediğimiz anlamıyla özgür tek bir Mısırlı yoktu. Yaşayan bir tanrıda doruğuna ulaşan bir yetke hiyerarşisini hiç kimse sorgulayamazdı.
Mısır toplumunun dayandığı maddi temel, taşkın değişmeyen ritminin düzenlediği tarım idi.
Kent ile onun tanrısal sahibi arasındaki ilişkinin tam bir bağımlılıktan başka bir şey olmaması, tarihin her döneminde görülen Mezopotamya sofuluğunun niteliğiyle uyum içindeydi
Tanrılar aynı zamanda bir topluluğun kollektif kimliğinin de simgeleriydiler. Her bir kent, egemenliğini, o kentin sahibi olduğu düşünülen tanrıya dek dayandırıyordu.
Yeniçağın ve Yakınçağın birçok kentleri, Rönesans İtalya'sı, Ortaçağ Avrupası, Yunan ve Mezopotamya kentlerinde varlığını gözlemlediğimiz, her bir kentin sahip olduğu kendine özgü karakteri yitirmiştir.
"Çevrenin bir parça işlenip kullanılması" uygar toplumların dümen suyuna kapılan çağımız ilkellerinin özelliğidir; ama eski çağın gerçek ilkellerinin özelliği değildir.