Suriye'deki en önemli insan hakları sorunlarından biri de gözaltında kaybolma ve öldürülme suçudur. Beşşar döneminde dünya kamuoyuna yansıyan en önemli kaybolma olayı, Şeyh Maşuk Haznevi'nin 8 Mayıs 2005'te kaybolmasıdır. Kürt asıllı Şeyh Haznevi'den 22 gün içinde bir daha haber alınamadı. Suriye resmi makamları, 1 Haziran'da Haznevi'nin öldürüldüğünü
açıklarkan olayı da adli bir vaka olarak nitelendiriyordu. Hatta bir süre sonra Haznevi cinayetine karıştıklarını itiraf eden Muhammed Matar El Abdullah ve Yasin Matar El Hindi adlı iki kişinin yakalandığı açıklandı. Oysaki ülkedeki Kürt azınlık ve insan hakları savunucuları Şeyh Haznevi'nin öldürülmesinde devleti suçladı. Uluslararası Af Örgütü'ne göre de olaylar
devletin açıkladığından daha farklı gelişti. 8 Mayıs'ta Suriye askeri istihbarat görevlileri tarafından kaçırılan ve bilinmeyen bir yerde tutulan Haznevi, uzun süre işkenceye maruz kaldı ve 27 Mayıs'ta tedavi edilmek amacıyla Teşrin Askeri Hapisanesi'ne getirilmesinin ardından 30 Mayıs'ta öldü.
bu yer
suskunluklarımı ifşa ettiğim
ve yatağımın yavaş vadeli uzantısı
herkesin olan bu ev
oyun ve yansıyan bedenlerde seyrelen bakışım
ve gözbebeklerim beni ele veriyor
çizilmiş bir gece olduğum bu dakikalarda
Değinmeden edememek ne büyük lanet! Değinmeden edemeyeceğim kadar büyük bir yalnızlık tanıyorum ben; adı birliktelik. Önce minicik birer yalnızlık küresinin birbirine ne kadar uzak olursa olsun yüreklerinde taşıdığı enerjilerin gücüyle yüzeylerine yansıyan ilk kuzey ışıklarının güzelliğinin yüzlere yansıması; hemen ardından aynı küçücük temasların
dayanılmaz enerjisi; devamında tutkuyla çakmaya devam eden şimşeklerin
dallarından akıp giden ışık gösterileri; nihayetinde durgunlaşan gökyüzü ve tümüyle tükenmiş bulutlar.
En büyük yalnızlık daha efendi söylemiyle, en çok birlikteliğin dayandığı temellerinde var olan. Dokunmaya alışan tenlerin duyarsızlığı, terlemeye doymuş ellerin
gevşekliğinde, susmaya başlamış gözlerin kaçtığı başka yerlerde, artık sıcaklık huzur vermek yerine buz gibi mermerlere dönüşmüş yatakların dili olsa da söylese, işte öyle en büyük yalnızlık en güçsüz birlikteliğin birliğinde, iki bedende tek olma niyetinden yola çıkıp yoldan çıkılan hislerin ötesinde. Yeni bir evren..
Mekan insandan yansıyan ve insana yansıyandır.
Anlayış, nazenin bir yaprak, hoş bir seda, farklılıklarda uyum ve ahenk, ruhların bir birileriyle suretsiz buluşması ve insan hareketlerine yansıyan kalitenin bütünüdür.
Anlayış en üst seviyeden istifade etmek, büyüsü en ufak bir hareket ve sözle bozulan ve kişide mevcut olduğunda hikmete yönlendiren gerçektir, anlayışı sağlayan ise sevmek ve mutluluktur. Ancak bu
anlayış düz mantıkla empati değildir.
Bazı biyologların Kültürel evrimi önemsizleştirip var olan her olguyu tek başına biyolojiye indirgeme çabası feministlerin sert itirazlarına sebep olmak olmaktadır. "Coğrafya Kader midir?" yazımızda determinist/kaderci kuramların eleştirilmesi bu sebeple çok önemlidir. Çünkü bu görüşler bir şekilde bilinçaltında oluşturulan mekanın ve ona yansıyan insan
davranışlarının kendi elinde olmadığını ve yasalar tarafından belirlendiğini savunmaktadır. Kadınların özellikle de 5.000 yıllık yazılı tarihinde ayrımcılıklarla dolu yaşamları, "kader" ile açıklanamaz.
Tecavüz kültürünü desteklediği için sıkça eleştirilen, kimi zaman pop şarkılarına da yansıyan sözler kadını şartlı olarak ödüllendirme üstüne kuruludur. Canımız Tarkan’ımız yollarımıza gül dökerken “Sen de istiyorsun” der, manipüle eder. “Eninde sonunda benim olacaksın/Hadi naz yapma” der, ültimatom verir. Biz yolumuza güller döküldüğünü
sanırken, aslında “Bıktırma, usandırma/Yeter beni kızdırma” sözleriyle tehdit ediliriz.