Saygı kişinin kendisinden başlar. Bu nedenle bir toplumun kendi kendine olan saygısı o toplumun koyduğu kendi yasalarının uygulanabilirliğiyle ölçülür. Şu an dünyadaki en saygın devlet ve uluslara bakalım. Göreceğiz ki en saygın ulus ve devletler kendi koydukları yasaları en iyi yerine getirenler ve bunun için en çok gayret gösterenlerdir.
Hz.Musa'yla başlayan nasyonalizm ,daha sonra ulus devlet başat ideolojisi haline gelmiş milliyetçiliğin "tek devlet ,"tek devlet" vs sloganıyla tekçiyetlik esas kılınmıştır.
Meclis ve parti sadece alelade bir yol gösterici değil, yenileşme ve yükselme yolunda, sadece halkın işleri için değil, gelecek ulus işleri için de rehberlik edecektir. Dolayısı ile meclis halkı temsil eden bir meclis değil, halka rehberlik eden bir meclistir. Bu anlayışın, Kemalizm’de aldığı biçim ise genel olarak vesayetçi bir devlet anlayışıdır ki, bu anlayışta
siyaset, hikmet-i hükümet anlayışının da etkisi ile çok sınırlı bir alanda gerçekleştirilen ve herkese açık olmayan bir devlet faaliyeti olarak anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, yol göstericilerden biri olarak takdim edilen meclis dahi, özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki muhalefet faaliyetlerinden dolayı; yani bir anlamda kamu işlerinin kamusal müzakere
çerçevesinde belirlenmesi doğrultusunda bir iradenin ortaya konduğu yıllarda, diktatör olarak nitelenmiştir.
Marx, 1843'te en eski ve en geniş bürokrasi eleştirilerini, Hegelci düşüncede yer alan gerçek, rasyonel bir devlet kavramının, tarihin hedefi ve mevcut düzenlemelerin yargılanması için standart bir unsur olarak kabul edildiği zaman diliminde yazdı. Dolayısıyla bürokrasi, mevcut devletlerin rasyonel devletler olma yeteneği üzerindeki etkisi açısından değerlendirildi. Marx
“bürokrasi'yi aşağılayıcı anlamda kullandı. '14 On altıncı yüzyılda Avrupa'da ulus devletlerin kapitalizm ile senkronize bir şekilde ortaya çıktığına dikkat çeken Marx, bu durumu materyalist diyalektik bir bağlamdan yola çıkarak açıklar. O, tüccar ve hükümdarların ellerindeki servetin büyümesi ile beraber bunun yönetimi için bir araca ihtiyaç duyulduğunu ve bu
aracında bürokrasi olduğunu ifade eder.
Oysa Ortaçağ toplumunda ticaret yereldi ve ticaret sınırlı bir alan içinde yapılmaktaydı. Buharlı gemilerin icadı ve ticaretin uzak coğrafyalarla yapılmasını mümkün kıldı. Bununla beraber ticaretin güvenli şekilde yapılması ulus gibi güçlü devlet yapılarına ihtiyaç duyurdu. Klasik devletlerin bulunduğu dönemlerde
şehir devletleri ve imparatorluklar vardı. Bu devletler ulus devletin sahip olduğu güce sahip değildi. Çünkü kapitalist ticaretin getirdiği dolaşım hinterlandı klasik devletlerin güvenliği sağlamasında hem teknoloji hem de güç olarak yetersiz görünmekteydi. Bu nedenle de bürokrasi modern devletin önemli bir aracı olarak görünüyordu.
Ulus devletler, sermayenin serbest dolaşımı önünde engel görülüp dağıtılıyorlar. Ekonomi ile yola gelmeyen ulus devletler; siyasetle, bu da işe yaramaz ise askeri güçle bertaraf edilip dönüştürülüyorlar.
...Lozan antlasmasi hem yeni kurulacak olan Turkiyenin Sunnu-Turk yapili toplum temeline, hem de Yunanistan in kuvvetlendirmek istedigi ulus devlet bilincine destek sagliyor...
Bir ulus bir iletişim ağına bağlandıktan sonra yöneticilerin o ağın kullanımını denetlemeleri çok güçtür.
Kengercenin Türkçe olması Batı dünyasının dil ve tarih tezini çürüteceği için, bu gerçeği -engizisyon korkusu ile- hiçbir Batılı bilim adamı dile getiremez... Bayrak, Tanrı, ezan, ulus kelimeleri bizlere Kengerceden yadigârdır.
Müslüman halklar arasında politik bir ilke olarak milliyetçiliğe olan ilgi. Batı ile temasa geçilmesi ile canlandırılmıştır. 19. yüzyılın bitiminde ve 20. yüzyılın başlarında, Avrupa’da bulunmuş olan birkaç Türk ve Mısırlı Arap, Batılı fikirler olan vatan ve ulus kavramlarından haberdar olmaya başladılar.
(...)yaşadıkları bu ülkede ölümün yüzünü niçin her köşede bu denli sık ve nahoş durumlarda göstermeye başladığını aklından geçirmeye koyuldu. Yoksa absürt ölümler ve öldürmeler bu ülkenin en temel gerçeği mi olmuştu? Yoksa Türkler aslında yaşamı değil de ölümü seven bir ulus mu olmuştu? Sonuçta Eros'a hepten sırt çevirip onun her türlü doğal
belirimini anlamsız bir ahlakçılık kisvesi altında boğmaya çalışan zorlanımlı bir topluma mı dönüşmüştük? Eski pagan kültürümüzü yeniden anımsayıp şimdi ilahlarımızın en başına Eros karşıtı Thanatos'u mu koymuştuk? Köşedönücülük, zevksizlik, şoven milliyetçilik ve acımasızlık bugünkü toplumu niteleyen en özlü sözcükler mi olmuştu?