Aydoğan Süer
Aydoğan Süer

Klasik şirketlerde kararlar, tepe yönetimden orta kademe yöneticilere ve alt kadrolara bildirilir.
Sürdürebilir şirketlerde ise alt kademelere gelen müşteri geri bildirimleri orta kademelerde süzüldükten sonra karar alma süreçlerine etki yapar.

Mehmet Özyürek
Mehmet Özyürek

Özel eğitim alanı yetersizlikten etkilenmiş özürlü kişilerin sosyalleşme ve topluma hazırlanmaları için düzenlemelerin yapıldığı bir alandır. Hekim ve psikologlarca sağlıklı olmadıkları ya da istenilmeyen özelliklere sahip oldukları tanılanan ve özel işlem süreçlerine gereksinimi olduğu belirtilen kişilerdir. Ancak, engelli kümelerinin ortak ve ayırıcı

özelliği onların yetersizlikten etkilenmiş olmaları değil daha çok diğer kişilerin onlara olası tepkilerinin niteliğidir. Diğer kişilerin yetersizlikten etkilenmiş kişiye tepkileri, yetersiz bulma, çekici bulmama, yardım etmek, korumak ya da uzak durmak şeklinde gruplanır.

Necmettin Kızılkaya
Necmettin Kızılkaya

Zâhir anlam tüm tefsir eserlerinde tekrar edilen, dolayısıyla değiştirilmeden sonraki nesillere aktarılması gereken ilk nesillerin Kur’ân bilgisidir. Zâhir anlam katmanında sonraki nesillerin söyleyecek bir sözü olamaz; çünkü onlar Nebevi tebliğin muhatapları olmadıkları ve süreçlerine tanıklık etmedikleri için zâhir anlamı ilk muhatapların aracılığıyla

bilebilirler. Ancak onların bildiği bilgilerin sahih bir biçimde aktarımını tespit edebilirler. Yoksa kendileri zâhir anlama ilişkin bu aracı bilgiler olmadan görüş beyan edemezler. Başka bir ifadeyle Mâtürîdî’nin dediği gibi zâhir anlam sahabeye ait olup sahabe dışındakilerin anlamasına kapalıdır.'3

Zâhir anlam, delil formuna döküldüğünde yukarıda

belirtilen delilleri görüyoruz. Birincisi Kitab delilidir. Fıkıh usülündeki Kitab delili, Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan ahkam âyetlerinin ilk muhataplar tarafından anlaşılan manalarının dilbilimsel ve bağlamsal açılardan ilmî bir yöntemle gösterilmesi kurallarını ele alır. Kitab ve dil bölümlerinde ele alınan tüm kurallar Kur’ân’ın bu âyetlerle ilgili zâhir

anlamına odaklanmaktadır.

.Başka bir ifadeyle Kitab delili Hz. Peygamber ve onun tebliğinin ilk muhatapları sahabiler zamanında hüküm bildirdiği kabul edilen bir âyetin o hükmü dil ve bağlam açısından nasıl ifade ettiğini göstermeyi hedefler. Dolayısıyla Kitab delili Hz. Peygamber hayatta iken Kur’ân’a konu edilmiş bir meselenin hükmünün ilgili âyetten

nasıl elde edildiğine odaklanmaktadır. Hz. Peygamber zamanında bulunmayan bir meseleyi Kitab delilinde yani Kitab’ın zâhir anlamında aramak beyhude bir çaba, hatta açık bir tarih yanılgısı (anakronizm) örneğidir.

İkinci zâhir mana delili sünnettir; sünnet delili Hz. Peygamber zamanında hakkında hüküm verilmiş meselelere ilişkin nebevi haberleri ifade eder.

Tıpkı Kitab delilinde olduğu gibi sünnet delili de Hz. Peygamber hayatta iken olan olaylara ilişkin şer'î meseleleri ele alan fıkıh usülü kurallarını içerir. O dönemde olmayan sonradan çıkmış bir olayın hükmünün sünnet delili ile yani sünnetin zâhir manasıyla bir alakası yoktur. Nihayet zâhir manadan çıkan üçüncü delil de sahabe kavli/icmasıdır.

Nassların zâhir anlamını yakından bildikleri ve vahyedilme süreçlerine tanıklık ettikleri için sahabenin vahye ilişkin bilgisine diğer insanların bilgisinden farklı yaklaşılmıştır. Onların bu türden bilgileri Kur’ân ve sünnetin zâhir manası içinde görülmüştür. Kitab, sünnet ve sahabe kavli/icması bütün olarak alındığında fıkıh usülü eserlerinin yarıdan

daha fazlasının bu üç delile ayrıldığı görülür. Bu gerçek gösteriyor ki, fıkıh usülü ilminin bu bölümleri aslında bilinen temel şeriat hükümlerinin, vahiy metinleri (Kur’ân ve sünnet) tarafindan nasıl ifade edildiğini göstermek için kaleme alınmıştır.

Yoksa fıkıh usülünün Kitab, dil, sünnet, sahabe kavli/icmasına ilişkin bölümleri sonraki

Müslümanların içtihatları için bir yöntem oluşturmak amacıyla yazılmamıştır. Muâz hadisinde geçen “Kitab’da bulamazsan”, “sünnette bulamazsan” gibi ifadeler teorik ifadeler olup fıkıh usülü düşünme mantığı içinde hükümlerin bu iki nass türü ile nasıl ifade edildiğini beyan etmektedir, yoksa Kitab’da yahut sünnette nelerin var olup olmadığı zaten

bilinen bir durumdur. Nihayet “şer“u men-kablenâ” ve Mâlikîler’in “Amel-i Ehl-i Medine” adını verdikleri deliller de bu ilk/zâhir anlamın yol verdiği iki delildir.

Jean-François Bayart
Jean-François Bayart

Türkiye Cumhuriyeti tarihi itibariyle savaşçıdır ve zorunlu askerlik hizmeti vatandaşlarının siyasal özneleşme süreçlerine belirleyici biçimde katkıda bulunur.

Yusuf Çağlayan
Yusuf Çağlayan

Toplum yapılarının temel inşa taşlarından birini ben ve varlık algısı oluşturmaktadır. Bu sebeple, ben ve varlık algısı, sosyal bilimlerin temel konuları arasında yer alır. İşte sosyolojik savaşın ana stratejik hedeflerinden biri, hedef toplum bireylerinin, şahıslaşması, failleşmesi, toplumlaşması ve nihayet bir medeniyet dünyası oluşturmasındaki temel kavram olan

ben ve varlık algısından bir kopuş sağlamaktır. Bu kopuşun gerçekleştirilmesinde merkezi hedef, o toplumun elit kesimleridir. Dolayısıyla da, elit kesimleri üreten eğitim kurumlarıdır.

İslam dünyasındaki eğitim kurumları başta olmak üzere Batı dışı tüm toplumlardaki eğitim sistemlerinde, Batı felsefesi, Batı sosyolojisi, Batı bilim anlayışının temel

müfredat arasında yer alması, o toplumların ben ve varlık algılarını etkileyecektir. Toplumun ontolojik, epistemolojik temeli ve dolayısıyla da ortak hakikat algısmın altını sürekli oyan sentetik bir entelektüel tipoloji üretmek, o toplumda kendi ben ve varhk alglsına dair her şeyi kuşku çemberinin içine sokacaktır.37

Örneğin Darwinizm, insanlığm ben ve

varlık algısına ve dolayısıyla da bu algı ile başlayan bireysel ve toplumsal şahıslaşma ve failleşme süreçlerine yönelik önemli bir sosyolojik operasyondur. İnsanın atalarının maymun olduğu iddiasına dayanan evrim teorisi, bilimsel olmadığının anlaşılmasına ve günümüzde bir hurafe inanca dönüşmesine rağmen, halen Üçüncü Dünya okullarında, bir bilimsel

öğretiye dönüştürülerek ısrarla okutulmaktadır. İnanç alanına yöneltilen bu sosyolojik saldırı, insanlığın ben ve varlık algısı ve bu algı temelinde geliştirdiği bilgi, değer, ahlak ve mükellefiyet duygusu, davranışlar ve ilişkileri kökünden yıkmıştır.

Toplumun sosyolojik özelliklerini ve sosyolojik sürecini belirleyen temel unsurlar inanç, bilgi

ve değerler iken, bu operasyon ile belirttiğimiz sosyolojik motivasyonlar tersine çevrilmiş ve inanç, bilgi ve değerleri belirleyen ekonomi, çıkarlar ve hazlar olmuştur. Bu motivasyon değişimi ile ahlak odaklı insan, çıkar ve haz odaklı varlığa dönüştürülmüştür. Bu değişim, sosyal yapıyı, sosyal davranışı, ilişkileri değiştirmek; sosyal dayanışma ve

bütünleşme bağlarını çözüp, çatışma ve ayrışma süreçlerini beslemek için fonksiyonel bir zemin sağlamıştır.

Sosyolojik sürecin prototip insanı böyle bir değişimle, yeni sosyolojik süreçlerin tasarımlarına ve yönetilmesine elverişli bir kişiliğe dönüştürülmüştür. Çünkü bireysel düzeydeki bu değişimlerin, sosyal ve ekonomik hayatın

merkezlerinde bir araya gelip çekirdek gruplar oluşturması, kültür tabanının dönüştürülmesinde bir maya etkisi yapacaktır.

Duygu Alptekin
Duygu Alptekin

Yoksulluk gelir azlığı olarak tanımlanırken 1990'lı yıllardan itibaren yeni bir içerik kazanmış, çok boyutlu yoksulluk anlayışı kabul görmeye başlamıştır. Amartya Sen yoksulluğun bir gelir azlığından veyahut maddi yetersizlikten ziyade, temel kapasitelerden yoksun olma hali olarak da anlaşılmasını istemiştir. Eğitim, sağlık gibi hizmetlere ulaşamamak, karar alma

süreçlerine katılamamak, siyasal özgürlüklerden yoksun olmak, kendini ifade edememek ve güvensizlik, yoksulluğun farklı görünümleri olarak kabul edilmiştir.