Kendini çözemeyen kişi, kendi dışında hiç bir sorunu çözemez.
Köyümden ayrılırlarken Tonguç bana:
"Çalışmalarını cok beğendim, dedi, ama bu işler böyle yürümez. Köy sorunu çok yönlü çok boyutlu bir sorun.. Türk toplumunun bütünüyle kalkınması sorunu. Yalnız eğitimle bugünkü anlayışla olmaz. Yakında büyük çalışmalara girişeceğiz.."
J. Cassidy'e göre "Küreselleşme, yirminci yüzyıl sonlarının sihirli kelimesi"ydi ve gücünü hem muazzam miktarlarda sermayeden, hem de "paranın evrensel dili olan İngilizce'den" alıyordu. Cassidy, küreselleşmenin gelecek yüzyılın en önemli siyasal sorunu haline geleceğine inanıyordu.
20. yüzyılın ikinci yarısının büyük sorunu Asya ve Afrika'nın bağımsız haklarının Doğu'nun yörüngesine mi yoksa Batı'nın yörüngesine mi girecekleridir.
Hukukun toplumsal huzur ve güvenliği sağlama,kamu güvenliğini idame etme gibi amaçlarla oluşturulduğu iddia edilse de,bu tam bir safsata ve ideolojik propagandadır.Çünkü kaos ve kriz durumundan çıkamayan devlet-iktidar yapıları çözüm geliştiremedikleri gibi sorunu hukukla derinleştirmekte ve toplumsal güvensizliği büyütmektedir.
Sanat olarak sinematografı, olasılık sorunu karşısında yazından tamamen farklı bir tutum alır. Burada Kozma Prutkov'un şu özdeyişini anımsıyorum: "Bir fil kafesinde 'manda' yazılı bir yafta görürsen, o zaman gözlerine güven duyma". Özdeyişin güldürücülüğü, bir sözcüğün kendisi tarafından betimlenen nesneyle ilişkisinin, nesnenin kendi görünür biçimiyle
olan ilişkisinden daha özgün ve güvenilir olduğuna ilişkin saçma bir varsayıma dayanmasından kaynaklanmaktadır. Buradan, yaftanın yanlış olamayacağı sonucu çıkarılır, o zaman insan gözlerine güven duymamalıdır. Ancak bilindiği gibi durum tam tersidir: "Sözcük-şey" ilişkisi saymaca diye anlaşılmakta, bu nedenle sözcük hem doğru hem de yanlış olabilmektedir.
"Şey-görünür biçim" ilişkisi (çizimden farklı olarak fotoğraf bir şeyin yansıtan göstergesi diye değil, tersine şeyin kendisi, görünür biçimi diye algılanır), o kadar doğal karşılanır ki, kendisine hiçbir biçim bozukluğu (deformasyon) yakıştırılmaz. Filmsel anlatımın temelinde, anlatının tasarlanmış, "uydurulmuş" olamayacağı varsayımı yatar. Bu nedenle
sinemaya duyulan ilgi, -az ya da çok- trafik kazalarının, öteki özel olayların ve felaketlerin seyircide uyandırdığı ilgiye, yani yaşamın ürettiği konulara, sanatsal modellerindeki değil, gerçeklikteki duruk yasallıklann dışına çıkılmasına karşı gösterilen ilgiye benzer.
Ekonominin sorunu temelde kurtlarla rengeyiklerinin durumuna benzer.Kurtlar bütün rengeyiklerini yerlerse kendileride yok olurlar.
Tam tersine,kurtlar yok olursa,rengeyikleri bir süre çogalır,ama büyük sayılara ulasınca açlıktan ölürler.
Üreticinin tüketiciye ihtiyacı vardır.
" Heidegger'in ilgisi sadece insanla sınırlı değildi. Okurlarını genel olarak varlık sorusunu sormaya davet ediyordu, çünkü 1927 itibarıyla insanların bu sorunu unuttuklarını düşünüyordu. "