Samet Taşdan
Samet Taşdan

Samet Taşdan’ın ikinci kitabı Günler Arasında kitabını zevkle, heyecanla okudum. Her biri bağımsız sekiz hikaye gibi görünse de bütün içinde birbirine bağlı uzun bir hikaye diyebiliriz. Olayların bazıları İstanbul, Eskişehir’de geçiyor. Genç Yazar Samet Taşdan’ın müthiş gözlem yapma ve karakter yaratma yeteneği var. Özellikle Ufuk Abi, Dağıstan Mücahidi

Cemal Abi, Başkomiser İrfan karakterlerinin oluşturulması be işlenmesini başarılı buldum. Platonik aşktan, kadın şiddetine, alzheimer’dan uyuşturucu bağımlılığına kadar içimizi sızlatan olayları neden-sonuç ilişkisi bağlamında ele alışını başarılı buldum.Yazarın mizahi anlatımları bu acı konuları biraz yumuşatmış. Şimdiki gençler ne okur, dünyaya ve

memleket meselelerine nasıl bakar sadece bu amaç için bile okunacak bir kitap. Gençlerin edebiyatla meşgul olmalarını desteklemeli ve cesaret vermeliyiz. Samet Taşdan’da yazar kumaşı var diyebiliriz. Yazarlık yolunda başarılar dilerim. Tebrik ederim.

Meredith Nicholson
Meredith Nicholson

Uzun zaman önce yaşadığım tecrübeler bana mizahi yönü olan hainlerin iki kat tehlikeli olduğunu öğretmişti.

Jonathan Clements
Jonathan Clements

Natsuo Kirino romantik romanların yazarı olarak yola çıkmış olsa da esas şöhretine gerilim romanı Çıkış ile kavuştu. Parasız kalınca bir mafya lideri için cesetlerden kurtulma işine giren dört ev kadınının başından geçenleri anlatan bu roman hem kara mizahı hem de taşra sıkıntısı, aile içi geçimsizlik ve Japon ev kadınlarının proleterleşmesi gibi modern

sorunlara dair keskin gözlemleriyle dikkat çekiyor. Grotesk ve In gibi sonraki romanları da yine gündelik hayatı altta yatan toplumsal meselelerin gergin ve sıkıntılı bir tezahürü olarak yansıtıyor.

Ali Özcan
Ali Özcan

Her çıkan sayıdan sonra dergisi kapatılan ve hapsi boylayan Osman Yüksel, her derginin sonuna ‘Açın kapıları Osman geliyor’ diye yazarak bu durumu mizahi bir dille ele almıştır.

Şirin Tekeli
Şirin Tekeli

Türkiye'de sansasyon haberciliğini ilke edinen ve çıplak kadın resimlerine alt yazı uydurarak tiraj tutturan gazetelerin orak yanlan, geçimlerini kadınların sırtından temin ediyor olmalar. Türkiye'de kadın cinselliğinin metaforik bir imge olarak kullanımı ise haftalık haber dergiciliğinin gelişmesine para-
lel olarak yaygınlaştı. Bu piyasadaki en önemli dergi olan Nokta

dergisi 1984 yılında yayın hayatına başladığından bu yana
Türkiye'deki haftalık haber dergiciliğine kendi gündemini kendisi oluşturarak, siyasi ideolojilerle mizahi bir uzaklık kurarak, ele aldığı konuları sınırlı tutmayarak yeni bir kimlik getirdi Ancak kadın bedenini ve cinselligini kapak mizansenlerinin
kurucu öğesi olarak kullanmak da bu kimliğin en önemli

parçalarından birini oluşturdu.

Emilio Ortiz Pulido
Emilio Ortiz Pulido

"Dünyamıza kendi küçük gözlerinden bakıp bize bizi anlatan Cross’un insanların dünyasındaki maceralarının mizahi bir dille anlatıldığı; dostluk, aşk ve mücadelenin eğlenceli hikâyesi…"

Arthur Power
Arthur Power

Ulysses esasen mizahi bir eserdir ve hakkındaki mevcut eleştirel karmaşa sona erdiğinde insanlar bu eseri olduğu gibi görecektir.

Armağan Ekici
Armağan Ekici

Hollandacada sevdiğim bir kelime var: Monnikenwerk. Türkçeye birebir aktarınca biraz mizahi bir taraf da alıyor: Keşiş-işi, keşişlik iş: "keşişleme"yi de hatırlatıyor. Hollandalılar bu kelimeyi çok sabır ve tekrar gerektiren işler için kullanıyorlar-kimi zaman eski sanat eserlerinden bahsederken olumlu bir tonlamayla, ama iş âleminde Türkçede pösteki saymak diye

anacağımız işler için de. Zamanımızda da kimi keşişler hâlâ kaligrafiyle, tezyinle, ikon boyamakla uğraşsalar da, günümüzde monnikenwerk'in ruhunu yaşatanlar, belki de, pek az kişinin sahiden okuduğu, takdir ettiği bu yapıları kuran yazarlar, sanatçılar, müzisyenler olabilir

Zeynep Çelik
Zeynep Çelik

Ömer Seyfeddin'in 1919 tarihli kısa hikâyesi “Gizli Mabed”, Avrupalıların İstanbul'daki “gerçek” Şark ile ilgili takıntılarını mizahi bir gözle ortaya koyar. Hikâyenin kahramanı, Pierre Loti değilse bile ona benzeyen biridir; hayranı oldugu yazarın İstanbul'daki hayatla ilgili kitaplarının, özellikle de Aziyade'nin etkiyi altında kalmış genç bir “Frenk”tir,

İstanbul'da gördüğü modernite karşısında hayal kırıklığına uğrayan genç, bir Türk arkadaşına “hakiki” şehri tanımak için yanıp tutuştuğunu anlatarak, isteğini yerine getirmesi için yalvarır. Hikâyenin anlatıcısı olan bu Türk arkadaş onu alıp uzak bir mahallede -Loti'nin yaşadığı Eyüp'ü an.dıran bir semtte- yaşayan yaşlı sütannesinin “hakiki”

evine götürüp orada bir gece geçirmesini sağlar. Pencerelerdeki ahşap kafesleri görünce heyecanlanan Fransa, buralı gibi davranmak ister, yemeğini yerde oturarak yemek için ısrar eder ve raflardaki eski elyazması kitaplara içlerinde ne yazdığını hiç merak etmeden hayran olur. Gece herkes uyurken boş bir odaya girer ve “gizli bir aile mabedi” keşfeder. Günlüğüne şöyle

yazar:

“Beyaz perdeler inik. Aralarından soluk bir aydınlık giriyor. (...) Köşelerde ağır, ceviz ağaçlarından yapılmış, demir çemberli mezarlar duruyor. Şüphesiz bu mezarlarda sevgili ölülerin mumyaları var. (...) Mabedin içinde manasını anlayamadığım bir nisbet dahilinde ipten birtakım dılılarla zaviyeler gerilmiş. Bu mukaddes zaviyelerin üzerinde

şüphesiz ölülere ait olan birtakım relikler asıl. Kaplarda mukaddes sular duruyor. Bazısında az, bazısında taşacak derecede çok. (...)

Mekke'nin, Medine'nin, kim bilir hangi meçhul, hangi mukaddes köşelerindes gelen bu esrarlı, bu mukaddes sulardan tattım. Biraz kekremsi...
Kapların dibinde hafif, ama gayet hafif bir toprak tortusu var. Her kaptan içtim.

Hepsinin tadı bir. Kalbim çarpmaya başladı. Memnu bir mabede girmiş bir küfürbaz, bir hain, bir kâfir heyecanıyla dışarı çıktım, Sanki bu mezarlar birdenbire açılacak, içlerinden yüzlerce sene evvel ölmüş ihtiyar Türkler kavuklarıyla, yatağanlarıyla kalkıp üzerime yürüyecekler sandım, Sanki duvarlardaki levhalar sallandı. Mukaddes kapların içi çalkalandı. Sanki

o an bir deniz olacak, oralarda beni boğacaklardı. Bu mukaddes suların hiddetini, sükütunu, ulviyetini şimdi içimde duyuyor gibi oluyorum. Esrarlı, müphem bir rehavet, bir ateş damarlarıma yayılıyor. Beynimde karanlık, meçhul bir kubbenin derin akislerini işitiyorum. Öyle anlatılmaz bir heyecan duyuyorum ki...”

Arkadaşı kendini tutamayıp bir kahkaha atar;

“gizli mabed” aslında ihtiyar hanımın sandık odasıdır. Fransız'ın keşiflerindeki hataları düzeltir:

“Bizim evlerde komodin, aynalı dolap falan yoktur. Eşyalarımız, birer sandıkta, sandıklar da bir odada durur. O mezar zannettiğin demir çemberli ceviz tabutlar, bizim çamaşır sandıklarımızdır... (..) (İpten yapılmış hendesi şekiller zannettiğinizl,

yağmurlu havalarda çamaşır asmaya mahsus ip (...) Relik zannettiğiniz de kullanılmayan esvaplar... (O mukaddes sulara gelince), gece yağmur yağdı. Sütannemin sandık odası bildim bileli akar. Tavandan damlayacak yağmur suları yerleri ıslatmasın diye geceleyin Karanfil (sütannesinin halayığı) o kapları odaya sıra sıra dizmiş olmalı...”

“Gülme azizim” diye

cevap verir Fransız, “sizin sandık odalarınızda bile öyle esrarlı, öyle anlaşılmaz, öyle müphem, öyle dini bir hal var ki. (...) Siz körsünüz... Göremiyorsunuz, vesselam...”58

Wladimir Jabotinsky
Wladimir Jabotinsky

Hayatın akışındaki en önemli olayların içerisinde bile mizahi bir yan olduğunu hiç unutmamıştı ve unutlmaması gerektiğini savunuyordu.