Ağaç dediğin bakım ister, masraf ister... Kıymetini bilmeyene nimetini verir mi? Muhacirler iki sene üst üste mahsul alamayınca ya kestiler, ya sattılar... Cahillikle fakirlik bir olmuş, Sultan Süleyman'ın mülkü dağılmış...
"Ağaç dediğin bakım ister, masraf ister... Kıymetini bilmeyene nimetini verir mi? Muhacirler iki sene üst üste mahsul alamayınca ya kestiler, ya sattılar... Cahillikle fakirlik bir olmuş, Sultan Süleyman'ın mülkü dağılmış."
Bozkırlardan mahsul tırnakla kazıyarak alınır.
Bu yeri neden yıkıyorsun, neden yarıyor dağıtıyorsun?
Adam dedi ki:
A ahmak, yürü git, benimle uğraşma! Sen, yapılmayı yıkılmada bil. Bu yer, böyle çirkin ve yıkık bir hale gelmedikçe nasıl olur da gül bahçesi, buğday tarlası haline gelir. Düzeni alt üst olmadıkça nasıl olur da bostanlık, ekinlik olur; Mahsul ve meyve yetişir? Yarayı neşterle
deşmedikçe iyileşir onulur mu hiç?
1875’te, 27 milyon ton ağırlığındaki trilyonlarca çekirge Amerikan Orta-Batısı boyunca yaklaşık 520 bin kilometre kareye (Kaliforniya’dan daha büyük bir alan) üşüştü ve her şeyi yedi, her gün 2.5 milyon insanın yiyeceğinin eşdeğerini tüketerek. Verimli bahçeler ve koca tarlalar dolusu bereketli mahsul birkaç saat içinde çorak çöllere dönüştü. Aileleri ve
onların çiftlik hayvanlarını idame ettirmek için gerekli olan mahsulat, yaklaş makta olan kış için hiçbir geçim imkânı bırakmadan yok edildi. Çekirgeler, çit direklerini ve evlerin boyalarıyla dış cephe kap lamalarını yediler. Canlı koyunların sırtlarındaki yünleri ve dışarıda çamaşır iplerinde bırakılan giysileri yediler.
Birkaç çiftçi bu durum karşısında: "Bu gâvur icadıdır... Bununla ziraat yapıldığı takdirde, tarlamızın bereketi kaçar..." diyerek dağıtılan pullukları geri verdiler. Bunun üzerine, yol kenarındaki tarlalar pulluklarla işlendi. Sürülen bu tarlalarda mahsul iyi olunca, karasaban atıldı ve ertesi yıl, ambarda pulluk kalmadı.
İskelenin hemen yanı başında birçok hububat, zahire ve muhtelif meyveler yerde durmakta, ve sürü ile güvercinler, serçeler, gelen geçenlerden hiç ürkmeden, mal sahibinden de asla çekinmeden doyuncaya kadar bu nimetlerden faydalanırlardı. Türkler bu konuda acaip ve anlaşılmaz bir kayıtsızlık içindedirler. Mallarını yiyen, dağıtan bu mahluklara kıyamazlar, hatta bırakın
öldürmeği, kimsenin bu kuşları kovalamasına dahi razı değillerdir. Büyük bir tevekkülle, "bu hayvanların da canı yok mu?" diye sorarlar, "Allah isterse gelecek sene daha bol mahsul alınz, daha çok kazanırız" diye ilave ederler.
"İnsan hakikatte bir bütündür. Ağacın tohumu da bir'den filizlenmekte ve daha sonra birçok mahsul vermektedir."
Ardından Surt, tüm dünyaya alev püskürtecek ve her şey yok olacaktı. Vahşi ve savaş dolu düzen sona erecek, yeni bir hayat başlayacaktı. Denizin içinden, tarlaları ekilmiş tohumlar olmadan bile mahsul veren yeşil, hoş ve yeni bir toprak parçası yükselecekti.