Kanlı gömleği eline verildiği günden beri Yûsuf'un kokusunu alıp duran bir nebi kalbinin sezgisinde vuslat yakındı.
“ Uzakta, taşradaki evime dönünce, bu rutubet kokusunu özlüyorum bir bakıma; denizi özlemek gibi, denizi hatırlamak gibi... “
Onu istiyorum bu yalnızlık gecesinde
Bir anda arzu uyandıran öpücükleriyle
Sıcak, okşayan kollarıyla
Yanıp sönen parlak gözleriyle.
Kollarına alsın sıksın istiyorum beni
Bu arzu ve tutku dolu bedeni
O sıcak ve güçlü kollar
Sarıp sarmalasın istiyorum gövdemi
Boynumla saçlarımın arasında
Gezinmekte nefesinin alevi
Tatlı hayal kadehlerinden içiyorum
Onun şahlanmış heveslerinin kokusunu ve ateşini...
gövdemden akan ırmaklara
uzayıp giden düşüncelerime benzeyen bulutlara
bahçemde benimle birlikte kurak mevsimlerden geçen
akkavakların badireli büyümesine
gece tarlalarının kokusunu
bana armağan getiren
karga sürülerine
yaşlanmış halim olan ve
aynada yaşayan anneme
Hastalık ile sağlık arasındaki bağ o denli zayıf ki, bir şizofrenin otuz yıllık solgunluğunu, zayıflığını, iştahsızlığını, çürümüş dişlerini ve zamanı yitirmişliğini yakından duymak, şizofreni kokusunu koklamak bile hasta edebilir insanı.
"..kütüphane raflarında dizili dört yüz bin kitabın kokusunu soluyabiliyorum.
Daha öte bir bağımsızlık isteyebilir miydim?"
Hem tenine temas etmeyen, sıcaklığını hissetmeyen, kokusunu alamayan ve göremeyen muhabbet ne verir ki insanın yüreğine?