İsmet Özel
İsmet Özel

Müslümanın bir dönüm noktası, bir devrim ânı beklemesine gerek yoktur. O istikamet üzre olduğu sürece inkılâb vuku bulmaktadır.

Kendilerini bir dönüm noktasının kazancına ayarlamış bulunanlar ise kolaylıkla hasımları tarafından yönlendirilebilirler.

Mona İslam
Mona İslam

Mecaz , ilmin elinden cehlin eline düşünce hakikate inkılab eder.

Mustafa Kafalı
Mustafa Kafalı

Çağatay Hanlığı'nın en mühim devlet organı Toy idi. Diğer uluslarda kurultay adı ile bilinen bu meclisin Çağataylılar'da Türkçe adı ile kullanılması çok alâka çekicidir, ibn Battûta, bu kelimeyi harekeleyerek mânâsını "Yılda bir def'a Almalık adı verilen yerde toplanan, hânedan ve devlet erkânının bir araya gelerek meseleleri görüştükleri ziyafetli toplantı"

demektedir.’ Yine seyyahın nakline göre Tarmaşirin Han, dört yıldır bu toplantıya gitmediği için ananeye ve yasaya karşı olmakla itham edilmiş ve bu münasebetle hanlıktan azledilmişti. Başlangıç devirlerinde muhtemeldir ki bu meclisin adı diğer uluslarda olduğu gibi Kurultay idi. Yalnız Türk kültürünün ana vatanına hükmeden Çağataylıların daha sonraları kurultay

yerine Toy adını kullandıkları açıkça görülmektedir. Toy, Çağatay Han'ın Almalık yakınındaki yaylak merkezinde yılda bir def'a toplandığına göre Toylar yaz aylarında toplanmaktaydı. Buna Çağatay sülâlesinin mensubları, hanımları, damatlar, ümera ve devlet erkânı hep katılmaktaydılar. Başkent, XIV. yüzyılın başlarında, kağanlık orduları İli ve Almalık

çevresini devamlı surette ardarda istilâ ettiği için Kaşka Irmağı havzasına Karşı (Nahşeb) şehri yakınına taşınmasına rağmen yıllık Toy, yine anane icâbı, Almalık yakınında yapılmaktaydı. yapılmaktaydı. Han ve Hatun, Toy'un tabiî başkanı idiler. Han ve Hatun'a bağlılık ifadesi olmak üzere Toy'a Çağataylılar'ın şehzâde ve hanımları da katılmaktaydılar.

Oğlan adı ile bilinen şehzâdeler, her biri kendine tahsis edilen yurtlarından bu toplantıya katılmak üzere gelmekteydiler. Kaynaklarda Oğlan unvanı yerine yer yer Oğul kelimesinin de kullanıldığını görmekteyiz, ibn Battûta'nın nakline göre Tarmaşirin'in azledildiği Toy'da han'ı itham eden şehzâdelerden yeğeni Bozan-Oğul idi. Tarmaşirin, hanlığı kaybettikten sonra

oğlu Başay-Oğul, kızı ve damadı, Delhi'deki Türk sultanına iltica etmişlerdi. Toy'un diğer mensubları arasında Küregen adı verilen damatlar, Tarhan unvanlı devlete hizmeti geçmiş müşavir beğler ve Vezir unvanlı devlet işlerini Han adına tedvir eden şahıs da bulunmaktaydı. Kaynaklarda verildiğine göre Vezir, Moğol aristokrasisinden değil, Türkistanlı ve mahallin

durumunu bilen devlet idarecisi idi. Selâhiyetlerinin diğer Türk ve İslâm devletlerindeki yapı ile aynı olduğu anlaşılıyor. Reşîdüddîn ve Cüveynî'nin nakillerine göre Çağatay Han (1227-1242), Kara Hülagü Han (1242-1246) ve Organa Hatun (1251-1261)'un vezirliğini Habeş Amîd adlı Otrarlı bir zât yapmıştı. Vezir Habeş Amîd'in oğulları Çağatay Han'ın şehzâdeleri

ile birlikte yetişmişlerdi. Bu durum bize Vezirlik makamının değeri hakkında bilgi vermektedir. Zirâ Mogollar kendi aristokrasilerinin dışındakilerine itibar etmezlerdi. Yisun-Müngge Han (1246-1251)'ın veziri Bahaeddin Merginânî adlı âlim bir zât idi. Bahaeddin Merginânî'nin anası Karahanlı Togan Han neslinden, babası ise Ferganalı âlim bir Türk idi. Toy'a Çağatay

Hanlığı'nın dört büyük beği veya emîri durumundaki Tümen beğleri de katılmaktaydılar. Cengiz Han, oğullarının emrine dörder binbaşı tahsis ederken Çağatay Han'a da dört binbaşıyı kendi birlikleri ile beraber vermişti. Bu binlikler daha sonra Çağatay Ulusu'nda dört tümene inkılâb etmiş, kumandanları da Tümen-Beği rütbeleri ile Ulus Beğleri veya Emîrleri

unvanını almışlardı. Bunlardan başka daha aşağı rütbelerdeki kumandanların da Toy'a katıldıklarını söyleyebiliriz. Çağatay Hanlığı teşkilâtında en yüksek devlet vazifelileri arasında olan Yasa Emîri, Bitikçi, Al-Tamgacı ve Barsçı adı ile bilinen makamları işgal edenler de Toy'un tabiî azaları arasında idiler.

Ernst Haeckel
Ernst Haeckel

"Büyük kayser öldü, çamura inkılab etdi. O çamur, bügün
cenub rüzgarına karşı bir duvarın deliğini kapatıyor. Vaktiyle bütün 'alemi titreten bir kahraman bugün 'adi bir duvarı rüzgardan ve yağmurdan muhafaza ediyor." Bir manzumeden.

Mustafa Akman
Mustafa Akman

“Bir şey haddini aşarsa zıddına inkılâb eder.”

Emine Eroğlu
Emine Eroğlu

SAKIN ALLAH'I ZALİMLERİN YAPTIKLARINDAN HABERSİZ SANMA

Bir Müslüman, Yahudi komşusundan borç alır. Fakat ödeme vakti geldiğinde borcunu inkâr eder, komşusunu yalancılıkla suçlar. Tartışma büyür. Birlikte Kadı’ya giderler. Borcu veren Yahudi, komşusuna güvendiği için senet almamış, şahit de tutmamıştır. Bu şartlar altında Kadı hükmedemez. Geriye sadece

mübahele kalır.

Müslüman hiddetle, “Eğer bu hüccetim doğru değilse İlahî, Yahudi olarak öleyim” der.

Yahudi’nin mübahelesi ise ilginçtir:

“Tevrat’a yemin ediyorum. Eğer hilafım varsa, senin gibi Müslüman olayım.”

Sizin Gibi Müslüman Olmak

Şeyh Sâdî-i Şirazî’nin duyduğunda “güleceğinin geldiğini”

söylediği bu yemin, ahlakı olmayan bir dindarlığı tanımlıyor. Hırsız ve gaspçı bir Müslüman. Yalancı ve iftiracı bir Müslüman. Kibirli ve kindar bir Müslüman. Zorba ve zalim bir Müslüman. Allah’tan korkmayan bir Müslüman…

Hakperest değil liderperest, güçperest, menfaatperest ve kaçınılmaz olarak putperest bir Müslüman.

İman kalbine ya hiç

girmemiş, ya da girmiş de barınacak yer bulamamış bir gayr-ı Müslüman.

Kısaca ehl-i Kitab olmadığı için Müslüman da olamayan bir Müslüman.

“Senin gibi Müslüman” kimliği hayatın hâkim ve muktedir tiplemeleri haline gelince Şeyh Sâdi’nin gülmeleri bizim ağlamalarımıza inkılab ediyor. Hele bunlar güç ve iktidarı ele geçirmişse… Necip

Fazıl’ın yaklaşımı ile “işte İslam’ın en korkunç̧ belası…” O zaman parti denilen şey bazı ciğeri yanık, fakat aklı sönük Müslümanları sömürme işletmesi haline gelir. Bu nifak kimliği, dini ferasetten, akıldan, ilimden saf itikada kadar, her şeyiyle büyük İslâm inkılabını köstekler. Küfre ve dalalete “Demek İslâm dedikleri buymuş̧!!” hissini

verir. Velhasıl dine en büyük ihanettir. (Rapor 6’dan, 1979)

Böylelerini Kur’an, “dinini bir oyun ve eğlence edinen ve dünya hayatı kendilerini aldatanlar.” (En’am, 70) olarak tanımlıyor. Bediüzzaman ise, “Nihayet derecede alçaklığa düşmüş vicdanlar. Bilerek dinini dünyaya satanlar. Bilerek hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçalarına (saraylara,

mevkilere, alkışa…) değiştirenler. Münafıklığa girmiş insan suretindeki yılanlar.” diyor Mektûbat’ta. Bu sıfatları taşıyan bahtsızlara hakikati söylemenin, öküzün boynuna inciler takmak gibi olacağı darb-ı meseli hatırlatarak.

“Onlar Gibi Olma” Korkusu

“Onlar Gibi Olmama” Saadeti

Onlar bize Cehennemin korkusunu duyurdular,

evet. Fakat çektirdikleri ile değil büründükleri kimliklerle…

Şerlerinden Allah’a sığındığımızdan daha çok, onlar gibi olmanın dehşetinden Allah’a sığınmaya başladık. Dahası “onlar gibi olmamak” hayatımızın en büyük ideal ve ümniyesi haline geldi. Bırakın elebaşlarını, ismi zulümle anılan herhangi birilerine benzemektense dünyanın bütün

musibetlerine göğüs gerebilir hâle geldik.

Yeter ki “onlar gibi Müslüman” olmayalım…

Eskiden hayır adına yaptıklarımıza hamd ederdik, şimdi şer adına yapmadıklarımıza da hamd etmeyi öğrendik.

Meğer ne büyük bir nimetmiş makamın ve paranın kölesi olmamak. Var olmak için zalime methiyeler düzmek mecburiyetinde bırakılmamak. Bir

cebbarın her gün değişen beyanatlarına göre hizalanmamak. “Şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid etmemek”.

Çalmıyoruz elhamdülillah. Yapılan haramilikler karşısında susmuyoruz elhamdülillah. Mazlumlara “Ama siz de…” diye başlayan cümleler kurmuyoruz elhamdülillah… “Slogan işportacılığı” yapmıyoruz elhamdülillah…

Kürsüden yükselen o lahuti ses kim olmamız gerektiğini anlattı bize yıllarca. Şimdi kim olmamamız gerektiğini güce tapıcıların eliyle öğreniyoruz. Ona da elhamdülillah.

Belânın Öznesi ve Nesnesi

Bütün baskılara rağmen ülkenin en yüksek tirajlı gazetesi olmaya devam eden Zaman’a “çökmek” hukuk ve adaletle izah edilebilir bir durum

olmadığına göre bir tek açıklaması var: Kötülük. Bir terkip halinde kıskançlık, haset, kin, garaz, aç gözlülük ve intikam duygusu.

Hepsi de insanın amelini ve emelini tıpkı ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi cayır cayır yakan, yok eden sıfatlar. Öznesini kör, sağır ve kalpsiz kılan, insanlığından çıkaran…

Hasan Basri Hazretleri’nin

“Ben haset edenden daha ziyade mazluma benzeyen bir zalim görmedim.” sözünü hatırlayın. Hasedin hâside verdiği zarara dikkat çekmiyor mu? Kötülüğün sahibine döneceği İlahî kanununu hatırlatmıyor mu?

Zalim kendi zulmünün eseri/esiri, kendi saldırganlığının mahkûmu, kendi çağırdığı bela ve musibetin nesnesi değil midir?

Bize kan

kusturduklarını, dünyayı dar ettiklerini sananların elleri boyunlarına bağlanmayacak mıdır?

Belâdan söz ediliyorsa, zulmedene zulmü bela olarak yetmez mi?

Hayali bir terör örgütüne yardım ettiği gerekçesi ile ömrü hayra hizmet etmekle geçmiş tertemiz iş adamlarını hapse attıran hâkim ve savcılar, dünya ahiret alınlarına sürdükleri bu leke ile

yaşayacak değiller midir? Sadece kendileri değil, aileleri, çocukları ve torunları için yüz karası, baht yarası, utanç vesilesi olmayacaklar mıdır?

“Bu kadınları buradan süpürün!” , “At şunu aşağıya!” talimatı veren emniyet amiri aslında kendi kaderine fetva vermiyor mudur?

Emrine kul olunan cüzzamlılar, kirli tırnakları ile kendi

yaralarını kaşıyıp kanatmıyorlar mıdır?

Öyleyse bırakalım kırk katırla kırk satır arasında tercih yapmak zorunda bırakılanlar düşünsün.

Birbirlerine zulmü tavsiye edenler ve şerde yardımlaşanlar düşünsün.

Tuzak hazırlayıcılar ve çukur kazıcılar düşünsün.

Biz Resul-i Ekrem Efendilerimiz gibi, Sahabe-i Kiram

Efendilerimiz gibi, Hazreti Hasan, Hüseyin Efendilerimiz gibi, Ebu Hanife, Ahmet bin Hanbel Hazretleri gibi, İmam-ı Rabbanî, Abdülkadir Geylanî, Hasan Şazelî gibi, Üstadımız gibi… mihnetleri zevk edinelim.

“Dünyayı başıma ateş yapsanız hakikat-i Kur’âniye’ye feda olan bu baş size eğilmeyecektir!” haykırışının lezzetini duyalım.

Ve evet,

“off” bile demeyelim.

Kaynak:
http://m.aktifhaber.com/...ba-yazi-1318084h.htm