Tezer Özlü
Tezer Özlü

Yaşam, şimdi ancak kavranılması ve anlaşılması gereken; oysa yaşanması, gerçeğini inilmesi İlerideki yıllara atılan bir yabancı gibi önümüze getirilmiş. Coğrafya derslerine getirilen yerküre gibi. Kimse yaşadığımız mevsimin, günlerin ve gecelerin yaşamın kendisi olduğundan söz etmiyor.

Şehnaz Erkan
Şehnaz Erkan

TANIK

Asude Zeren’in ailesinin evinin önüne epey toz kaldırarak yanaşıp park ettiğimde saat öğleyi bulmuş olmalıydı. Radyoda yine yaklaşan bir fırtınadan bahsediliyordu ama havada en ufak bir belirti yoktu. Aslında biraz sepelese fena olmayacaktı. Arabaların ve insanların üstüne yapışan toz belki azıcık yatışmış olurdu. Biraz serinlik konukları

sevindirirdi.
Erken gelmiştim, akşama kadar en iyi arkadaşıma biraz yardım ederim diye umuyordum. Aslında parti başladığında gitmiş olmayı daha çok isterdim ama bu mümkün değildi tabii. Asude Zeren’in (iki ismini birlikte kullanırdı) ve müstakbel nişanlısı Onur’un aşklarının bir numaralı tanığı olarak gece boyu ortalıkta olmak gibi bir görevim vardı.

Boş arsalarla çevrili evin etrafında sayısız çelenk vardı. Şehrin bütün ileri gelenleri, şehrin kalburüstü tüm çiçek evlerini boşaltmış gibi duruyordu. Bahçedeyse daha çok çiçekle karşılanıyordunuz. Köşedeki yaşlı salkım söğüt bile neredeyse bütün dalları led aydınlatmalarla sarmalanmış olarak, kuyumcu vitrini gibi parlamak için geceyi bekliyordu. Ortaya

konan altı yuvarlak, ahşap beyaz masa az sayıda hatırlı konuğu ağırlayacaktı. Masaların her biri harikulade bir el işçiliğine sahipti. Etraflarına aynı zariflikte onar beyaz sandalye dizilmişti. Sofra düzeni henüz tamamlanmamıştı, sadece erguvan renkli suplalar masaların üzerine konmuştu. Davetin ağırlığına yakışacak, klasik çalgılardan oluşan mini orkestraya

ayrılan yerin önünden yürüyüp verandaya çıktım. Burada da küçük bir bar kuruluyordu. İçeriye geçtim. Arkadaşım organizasyonla ilgili olduğunu düşündüğüm iki kişiyle konuşuyordu. Beni görünce gülümsedi. Çok sakin görünüyordu. Yüzyıllardır birlikte olan insanlara nişanlanmak heyecan vermiyordu demek ki. Yanıma gelip bana sarıldı. Beylere teşekkür etti,

birlikte üst kattaki odasına çıktık. Ben elbise kılıfımı ve makyaj malzemelerimin olduğu çantamı odasına bırakırken bana bahçe için sipariş ettiği solar aydınlatmaların geç geldiğini, onları şarj etmek için az zamanımızın olduğunu anlattı. Anladığım kadarıyla karanlık çöktüğünde yeteri kadar parlıyor olmayacaklardı. En ciddi sorun buysa çok şanslı

sayılırdık.
Bu evin en sevdiğim yeri salon büyüklüğündeki mutfağıydı. Bana kalsa nişanı orada yapardım. Birlikte mutfağa geçip yemek yedik. Asude Zeren’in iki teyzesi de yanımızdaydı. Ben felaket habercisi olmak istemediğim için fırtınadan bahsetmedim. Konuyu küçük teyzesi açtı. Bu kadar sıcak ve berrak bir yaz günü hiçbirimiz bahsedilen boyutta bir

fırtınayı hayal edemiyorduk. Üstelik yaz başından beri yapılan üçüncü fırtına uyarısıydı bu. İlk ikisi asılsız çıkmıştı. Sonuç olarak Asude Zeren ve ailesi bu nişanı bir kez daha ertelemeyeceklerdi.
Bahçeye çıktığımızda barın kurulma işi bitmişti. Bize içecek bir şeyler ikram etmek istediler, ikimiz de birer kokteyl aldık. Biz masaların arasında

dolanırken bahçe kapısından durmadan yeni çiçekler ve hediyeler teslim alınıyordu. Bir ara onları koyacak yer konusunda organizasyon şirketiyle Seher Hanım’ın tartıştıklarını duydum. Asude Zeren annesini yatıştırmak için onu alıp içeriye götürdü. Ben de sofra düzenine yardım etmek için bahçede kaldım.
Saat dörde doğru beni kuaför geldiği için

çağırdılar. Böylece bütün öğleden sonrayı Asude Zeren’in odasında şampanya içerek ve güzelleşerek, bir pijama partisi havasında geçirdik. Doğrusu arkadaşım kendisini şımartmak için bütün imkânlarını ustalıkla kullanıyordu. Ben de çocukluğumuzdan beri olduğu gibi şımarıklığının ortağı oluyordum.
Bu son derece profesyonel ve bir o kadar pahalı ekip

evdeki tüm kadınlarla işini bitirdiğinde bahçeden keman sesleri gelmeye başlamıştı bile. Ben de hemen en külkedisi halimle baloya katılmak için bahçeye çıktım. Görüntüm kadar kafam da güzel olduğu için artık hiçbir yere gitmek istemiyordum. Konukların yarıdan fazlası gelmiş gibiydi. Onur ve ailesi kapıya yakın bir yerde onları karşılıyor, birkaç samimi cümleden

oluşan kısa sohbetlerle masalarına gönderiyordu misafirleri. Havada, okşamasına hayır diyemediğimiz sakin bir rüzgâr ve birkaç bulut pufu vardı.
Asude Zeren’in Aliexpress’ten sipariş ettiği, güvercin şeklindeki solar aydınlatmalar masaların arasında çok zarif görünüyorlardı. Bu yarı parlak halleriyle bile hiç kimse onların zevkli birer tasarım ürünü

olmadıklarını söyleyemezdi. Orkestra Vivaldi’nin Spring’ini çalıyordu ve ben de yakında evlenecek olanın Asude Zeren mi yoksa köşedeki salkım söğüt mü olduğuna karar vermeye çalışıyordum.
Kısa süreliğine şampanyaya ara verip yerime oturdum çünkü yemek servisi başlamıştı. Arkadaşım ve nişanlısı masaları dolaşarak her masada onlar için ayrılmış

sandalyelere oturuyor ve konuklarla sohbet ediyorlardı. Eğer bir masada sandalyelerden biri alınmış ya da münasebetsiz bir konuk tarafından kapılmışsa Onur hemen Asude Zeren’i dizine oturtuyor, böylece ikisi tek sandalyeyi paylaşıp mutluluklarını sergilemiş oluyorlardı.
Ben, Asude Zeren organizasyon şirketinin önerdiğini beğenmediği için İstanbul’dan getirilen

şefin özel tarifi olan kuzu etini ve yanında garnitür olarak, aslında yöresel bir yemek olduğu halde düğün temasına uygun olduğu için sunulan keşkeği yerken Onur’un babası çocuklarıyla duyduğu gururu anlatan bir konuşma yaptı. Sonradan hatırlayamayacağım şeyler arasında bu konuşma da yer aldığı için detay veremiyorum ama bir ara oğlunun Yale mezunu olduğundan

bahsettiğini ve sertleşen rüzgâr yüzünden devrilen mikrofonu anımsıyorum. Köşedeki salkım söğüdün parıldayan dalları Çaykovski, Bach ve Wagner eşliğinde dans ediyordu. Konuklar ise eşlik etmeseler de içtikleri şampanyaların hakkını veren kahkahalar atıyorlardı. Savrulmaya başlayan saçlar, masalardan uçan peçeteler ve açık mikrofondan gelen uğultu sesleri

arasında birkaç solar güvercinin kanat çırparak havalandığını gördüm. Bastıran yağmurun boşalan kadehleri dolduruşu, eve doğru kaçışan gabardin, saten ve taftalar, hayret nidalarını bastıran gök gürültüsüyle eş zamanlı olarak ortalığın bir an aydınlanması, sonra tamamen karanlığa gömülmemiz... Fırtına öncesine dair tüm hatırlayabildiklerim bunlar.

Yağmur ne kadar sürdü, ne kadar bekledik bilmiyorum ama biraz ayılmaya başladığımda ortalık hâlâ karanlıktı ve konukların çoğuyla birlikte hâlâ bahçedeydim. Sanırım yakınlara bir yere, belki bir trafoya yıldırım düşmüştü ve su alan jeneratörden bahsediliyordu. Evin etrafındaki balçığa dönüşen toprak ve kapanmış olabilecek yol yüzünden kimse gitmeye

cesaret edemiyordu. Karanlıkta olabilirdik ama en azından karnımız toktu ve içkimiz vardı. İçeriden gelen biri, üst katın pencerelerinden, ileride bir evin ışığının göründüğünü söyledi. Seher Hanım’la birlikte girip baktılar. Anlaşılan Seher Hanım bu komşuları tanımıyordu ya da hâlâ yeterince ayılamamıştı. Yine de büyük çoğunluk oraya gitmek istedi.

Asude Zeren gideceği için ben de mecburen gidecektim.
Hava yeniden açılmıştı ama yerdeki çamur yüzünden topuklu ayakkabıyla yürümek imkânsızdı. O yüzden kadınların çoğu, bir ellerinde ayakkabıları diğer elleriyle eteklerini tutarak tek sıra halinde yürüyordu. Bu halimizle peşimize orkestrayı da takmış olsak bir Emir Kusturica filminden fırlamış kadar olurduk.

Işığı görünen ev tahmin edilenden daha uzakta çıkmıştı. Ama yürümeye devam ettik. Ara sıra yönümüzü şaşırıyor, evi gözden kaybediyorduk. Kısa bir süre sonra biri onu yeniden fark ediyor ve tekrar oraya doğru yürümeye başlıyorduk. Sanki ev biz yaklaştıkça yer değiştiriyordu. Bir süre sonra evden müzik sesleri de gelmeye başladı. Orada da bir kutlama

olmalıydı ve belli ki onların jeneratörleri sağlam kalabilmişti. Evi çevreleyen çelenkler de bu tezimi doğruluyordu. İyice yaklaştığımızda bahçeden gelen kahkahaları da duyar olduk. Konuşan bir erkekti, oğlunun Yale mezunu olduğunu söylüyordu. Rüzgârın mikrofonunu devirdiğini duyduk.
Olduğumuz yerde donakalmıştık. Kimse bir adım daha atmaya cesaret edemiyordu.

Gruptan da çıt çıkmıyordu. Fırtına tekrar başlamıştı ve bahçede, ışıldayan dalları hızla savrulan bir salkım söğüt görülüyordu. Tam da o anda, gökyüzünden bir el uzanmış gibi, bir yıldırım evi yakaladı ve çığlıklar eşliğinde korkunç bir gök gürültüsü kulaklarımızda patladı. İnsana sonsuz gibi gelen o kısacık anlar içinde ev öyle bir hızla

yanmaya başlamıştı ki, yangının bahçeye ağaçlara ve kapı önünde duran arabalara sıçraması sadece birkaç dakika sürmüştü. Ne kadar süre olduğumuz yerde durup izledik bilmiyorum ama dışarıya çıkan hiç kimseyi görmedik.

İlknur Artuğ
İlknur Artuğ

"Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde 1951'de başhekimin isteği üzerine yapılmaya başlanan düşünen adam heykeli iki aşamada tamamlanabilmiş. Hastaneye yatan heykeltıraş Kemal Künmat, Bakırköy'deki taş ocaklarından çıkartılıp hastane bahçesine getirilen dev bir kireçtaşı kütlesinin yontarak heykeli yapmaya başlamış; onun çalışmayı bırakması

üzerine sağ kolu ve eli yapılmadan yarım kalmış.Heykelle hobi olarak ilgilenen Mehmet Pişdar adlı bir hasta, heykelin eksik kolunu yapmayı üstlenerek eseri kırkbir günde tamamlamış.4 Aralık 1951'de de törenle açılmış."

Osman Cengiz
Osman Cengiz

Öteden beri Birgivi’nin ve bu arada Çivizâde’nin selefi zihniyete sahip olduğu ve İbn Teymiyye’den etkilendiklerine dair dile getirilen görüşün, gerçeği yansıtmadığı bu kitabın ulaştığı bir diğer neticedir. Birgivî ile İbn Teymiyye arasında organik bir metin bağı bulunmadığı gibi, fikrî bir öykünme de tespit edilememiştir. Hatta İbn Teymiyye’nin selefi bir

zihniyete sahip olmadığı kanaati, her halde çalışmanın her ne kadar XIV. asra dair bir değerlendirme olsa da en dikkat çekici parçalardan biri olmalıdır. Konuyla ilgili çalışmalarda selefi zihniyeti gündeme taşıyan unsur ise bid’at söylemi olarak gözükmektedir. Hâlbuki bid’at söyleminin daha II. Hicri asırdan itibaren, “Ehli-Sünnet” veya “Ehl-i Hakk”

mensubiyeti olanlar tarafından yine Ehl-i Sünnet dairesindeki âlimlere karşı zaman zaman yakın çevre etki sahalarıyla alakalı “politik” bir silah olarak kullanıldığı gözden kaçırılmamalıdır.

Ian Reinecke
Ian Reinecke

Robot tasarımcılar için gelecekteki rekabetlerden biri, onları eve uygulamak. Tahminlerin çeşitliliğine karşın endüstriyel robotlardan 100 kat daha karmaşık ve on kat daha pahalı olabilirler. Ev robotu için getirilen önerilerden biri, ev temizliği yapmaya programlanabilen bir elektrik süpürgesi. Nesneleri algılama yetkisi kazandırılan bir robot elektrik süpürgesi, önceden

düzenlenen bir modele göre mobilyaların çevresini ve altlarını temizleyebilir. Başlıca programlama zorluğu, robotun yolu üzerindeki umulmadık nesnelerden doğmaktadır.

Lev Çestov
Lev Çestov

Savaş ve Barış, Tolstoy’un yaşamının kırk yılının bilançosudur.

Savaş ve Barış’ta Kant felsefesinde dile getirilen an sich (kendinde, doğalığında) erdeme, yalnızca görevin hizmetinde olmaya, kadere boyun eğmeye ve kendini savunamamaya suç gözüyle bakılır.

David Epstein
David Epstein

2008 küresel mali krizinin ardından yaşanan gelişmeler büyük bankalardaki ayrışmanın boyutunu açığa vurdu. Bir alay uzmanlaşmış grup büyük resme baktıklarında görebildikleri minicik parçalar için ideal riski alırken felakete götüren bütünü oluşturdular. Krize getirilen tepkininde uzmanlaşmanın önayak olduğu baş döndürücü boyutta bir inat ve kararlılıkta

ortaya konması işleri daha da kötüye götürdü. 2009 da başlatılan bir program ödemelerinde sıkıntı çeken ama bir miktar ödeme yapabilen ev sahiplerinin ipotek taksitlerini düşürmeye teşvik etti. Hoş bir fikir ama bakın uygulamada nasıl sonuçlar ortaya koydu. Bankanın borçlar üzerine uzmanlaşan bir birimi ev sahiplerinin taksit tutarlarını azaltıp vadeyi artırdı.

Aynı bankanın ipotekli mallar üzerine uzmanlaşan başka bir birimi ise ev sahibinin ipotekli evinin taksit tutarlarında azalmayı fark ederek , ev sahibinin taksitlerinin tamamına değil bir kısmının ödediğine kanaat getirdi ve eve haciz yolladı. Daha sonra bir hükümet danışmanı ''Kimse bankalar içerisinde böyle bölümler olabileceğini düşünmüyordu'' diye konuştu. Her bir

birey en akılcı eylem planı uyguladığında bile aşırı uzmanlaşma el birliğiyle bir trajediye yol açar.

Brent Adkins
Brent Adkins

Üstelik görünüşe bakılırsa ölüm, etrafımızdaki herkes içindir. Dostlarımız ve akrabalarımız ölür. Yabancısı olduğumuz insanların öldüğüne dair haberler alırız. Öyle görünüyor ki ölüm, yüz yüze gelinebilecek en yaygın hadisedir. Ölümü başkalarının ölümü aracılığıyla idrak etme girişimi, Heidegger'in erken dönem ölüm analizine harfi harfine

karşıttır. Benin en temel olanağım olarak ölüm, ki aşılamaz ve gayri-ilişkiseldir, basitçe başkalarının ölümünde karşılaşabileceğim türden bir hadise değildir. Ölüme dair yaygın biçimde dile getirilen şey, ölüme Dasein'ın nihai olanağından ziyade, dünyada karşılaşılabilecek alelade bir hadiseymiş gibi muamele eder. Ölüme bu biçimde muamele edilmesi,

ölüme karşı takınılan muğlak bir tavırla sonuçlanır. Bir yandan ölüm, tahayyül edilebilecek en yaygın hadisedir. Yaygın biçimde söylendiği gibi, Ölüm ve vergiler dışında hiçbir şey kesin değildir. Öbür taraftan, ölüm, geçiştirilmesi ya da örtbas edilmesi gereken bir şeydir. Ölmekte olan biriyle konuştuğumuz zaman, ilk tepkimiz ölmeyeceğine dair güven

vermektir. Herkesin öldüğüne, ama herkesin ben olmadığına dair bu aralıksız güven, gündelik Dasein'ı ölümle gerçek bir yüzleşmeden alıkoyarak sakinleştirir; bu, Dasein'ın her an ölmekte olduğu ve nihai imkanının ölüm olduğu kabulünü içinde barındıran bir yüzleşmedir.

Irmak Koruculu
Irmak Koruculu

Uyma:
Bireylerin yaşadıkları toplumdan birtakım beklentileri;toplumun da bireylere yüklediği bazı görevler bulunmaktadır.İşte bu beklenti ve görevler arasındaki dengenin sağlanması da kişilerin gerek toplum tarafından kendilerine biçilen,gerekse kendi ilgi ve kabiliyetleri sonucu edindikleri rol ve statülere uygun davranmaları ile olur.Çünkü sosyal yaşamda

gerçekleştirilen her eylem diğeri ile etkileşim içerisinde olup bir kişinin kendisinden beklenen rol veya statüye aykırı davranması diğerlerini de olumsuz etkiler.
Toplumsal hayatın devamlılığının sağlanması ile o toplumun sahip olduğu değerlerin korunması arasında doğru orantı bulunmaktadır.Toplumsal değerler ise;toplumun bütünlüğünün korunması amacına

hizmet eden denetleme araçlarından biri olup o toplumda kabul gören,hangi davranışın iyi hangisinin kötü,hangisinin istenen hangisinin istenmeyen olduğunu belirleyen ölçüdür.
Bireylerin uymaya yönelik davranışlarının altında iki neden vardır.Kişinin topluma uymasının altında yatan nedenlerden biri;kendisini yetersiz hissettiği konularda çevresini izleyerek onlarla

aynı doğrultuda davranmasıdır.Bu noktada kişinin topluma uyması ile o konu hakkında kendisini ne kadar yetersiz hissettiği noktasında doğru orantı bulunmaktadır.Bilgisi ne kadar yetersiz ise çevresindekilere de o denli fazla uyar.Bireyin uyma davranışı göstermesinin altında yatan bir diğer neden ise;bireyin toplum tarafından dışlanma,sevilmeme gibi yaptırımlarından

çekinmesidir.Toplum tarafından uygulanacak olan yaptırımdan korkan kişi uyma eğilimi göstermektedir.
Toplumsal değerlerin o toplumda yerleşmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri toplumsal norm halini almaları ile mümkündür.Toplumsal normlar;bireyin yapmaları ya da yapmamaları istenen davranışlar konusunda getirilen kurallardır.

Cahit Bilim
Cahit Bilim

Theodosius sütunu özel bir gemiyle İskenderiye'den Constantinopolis'e getirtti. Marmara Denizi'nde Hipodrom sahiline getirilen anıtın taşınması için sahilden Hipodram'a kadar yol döşendi. Obelisk imparatorun rakiplerine karşı kazandığı Maximinus ve Victoria başarılarının anısına imparatorun emriyle 390'da kentin valisi Perfectus Urbis Proculus tarafından 32 günde

diktirildi.