Merih Günay
Merih Günay

Kaldığımız ilk oda ikincisinden daha iyi görünmüştü bana, yıllardır beraber yaşadığımız küçük bir daire gibiydi orası sanki. Sabah kahve yapıp kurabiye ısıttığı mutfak tezgâhı, her tutkulu birleşmemizden sonra yıkandığımız oldukça temiz banyo, birbirimize iyice sokularak oturabildiğimiz o ikili koltuk, sıcak yatağımız, renkli perdeler… “Ama seni

bırakıp başka bir yere gidemem ki…” Ertesi gün gitti benden. Bu cümleyi ettikten hemen sonra, sancılar içinde nasıl kıvrandığıma bile bakmadan.
Aramızda bin yüz kilometre mesafe var ve bin yıllık arzu, özlem. Yeni bir kriz geliyor, toparlamaya çalışıyorum ama nafile. Bu kadar fazla sevmemeli insan, becerebiliyorsa tabii.
Banyodan havluya sarılı çıkışı

geliyor aklıma, hızlı adımlarla yaklaşarak boynuma uzanıp dudaklarını ağzıma yapıştırması. Öpmesi, öpmesi, öpmesi beni alevler içinde yatağımıza sırt üstü uzatırken.

Şahin Korkmaz
Şahin Korkmaz

Ne garip ya! Her birisi ayrı bir dünya ve yaşam dedi.Düşünürdü.Sigara yaktı ve doğmakta olan güneşi sakinlik içinde seyretti... dumanı üflersen o dumanların arkasında bir sis perdesi gibi görünmüştü kiza...

Jeremy Seal
Jeremy Seal

Kestane ve çam ormanları arasından tırmanmaya devam ettik, karla buzun gölgeler arasında kesintisiz uzandığı kuzeye bakan yamaçları zikzaklar çizerek tırmanırken Ahmet'in arka koltuğa iki tüfek attığını fark ettim.
"Peki, ne avlıyoruz?" diye sordum ona.
"Kürtleri."
Türklerle Kürtler arasındaki düşmanlıklar ve ülkenin güneydoğusunda devam eden

karışıklıklar konusunda biraz bilgim vardı. Ama İstanbullu gençlerin kuzeybatıda haftasonu sporu için tüfek hazırladıklarında Kürtleri hedeflediklerini bilmiyordum.
"Sık sık Kürt vurursun öyle mi?"
"Ah, evet; kışın etraftadır çoğu. Tavuklarımızı çalıyorlar."
Tavuk çalmak anlaşılması güç bir bölücü eylem gibi görünmüştü bana.
"Tavuk

çaldıkları için onları vurmanıza izin var yani?"
"Ah, evet. Geyikler ender bulunur. Onları vurmayız."
"Ama Kürtleri vurursunuz."
"Evet."
"Ama neden?"
"Söyledim ya!" diye öfkeyle haykırdı Ahmet. "Tavuklar!"

Jeremy Seal
Jeremy Seal

Tek bir minare ya da arada bir rastlanan kireçlenmiş tuğla duvarlar gibi sıra dışı yapılar da vardı. Ancak gerisi, inanılması zor bir volkanik tabiat boyunca akşamın son ışıkları altında yerbilimsel bir fantezi, kesinlikle erkeklik organını andıran bir manzara oluşturan, lav, rüzgâr ve zamanın ürünü belki otuz metre yükseklikteki sonsuz külahlardı. Turist

broşürleri, bu çok göze batacak kadar açık olan sıfatı kullanmaktan kaçınma çabalarıyla sözlükleri tüketmişlerdi -"ay manzarası", "unutulmaz" ve "yontulmuş" sözcükleri altına bakın- ama en sonunda kaçınılmaz olana boyun eğmişlerdi ve "penis" sözcüğü Kapadokya gezi kılavuzlarının en erdemli geçinenlerine bile sızıvermişti usulca.

Hıristiyanların

penisle arası fazla iyi olmamıştı hiç ama her taraftaki bu muazzam yumrulu kumtaşı sütunlara rağmen sevmişlerdi Kapadokya'yı. Burası yedinci yüzyıl Hıristiyanlarına gerçekten de pek terbiyesiz bir manzara gibi görünmüştü herhalde. Bu yerbilimsel seks âlemi arasında yerleşebilirler miydi sahiden? Yerleşebilirlerdi ve de yerleşmişlerdi; zulümden tavşanlar gibi

kaçtıklarndan burada penis konusunun kendilerini caydımasına izin vermezlerdi ve zulüm, yedinci yüzyıl Hıristiyanları için alışılmış bir şeydi.