kiralık evlere bakar gibi bakıyorum yüzüme
..
kaygılı ve kararsız diyecekler hayatıma.
HÜKÜMDÜR
kerpiçleri yalayıp geçen
bir hüzün var bu odada
geceler köpürmüş atlar
dolu dizgin akıyor içimize
tek göz evlere sığınmış ömrümüz hükümdür: toprakla yıkayın yüzünüzü
unutulmuşlukta bir kibrit yakımı
aranır bir insanın sıcaklığı
toprak damli evlerin uykusunda
geceleri
toprak akar düşlere
umuttuk kağıt üzerinde unutulduk
evleriyiz yoksulluğun: hükümdür
Sonbaharda Ermenistan'ın hayaletli olduğunu söyledi. Hayaletler yaz sonunda geliyor, Aziz Sahak ile Aziz Mesrob yortusunun kutlandığı gün çekip gidiyorlarmış. Evlere duvarların içinden geçerek giriyor, pencerelerden çıkıyorlarmış. Ortalıkta ilginç bir şey, bir çorabın kayıp teki veya bir kadehin dibinde şarap veyahut duvarda bir halı varsa bazı insanlara iki üç kez
geliyorlarmış. Bazen bir köşeye saklanıp ev sahiplerinin eve gelmesini bekliyorlarmış, çünkü çok meraklıymışlar.
"siz gülleri deste deste biçtiniz
unuttunuz kendinizi bile
gecede kör baykuştu sesiniz
siz yüreklere tel örgüler çektiniz
kapıları kanla işaretlediniz
amonyum nitrat kokuyordu nefesiniz
çocukları evlere kilitlediniz
yaşlıları ölüme terk ettiniz
anaları dilsiz ettiniz
siz ozanları yakıp
tabutları üst üste
dizip
baharı tutsak ettiniz
siz süsleyip salonları
zalimleri sofranıza buyur ettiniz
katillere şan şöhret bahşettiniz
ölümü en çok siz hak ettiniz"
Sanat, Müslümanların nezdinde "Allah güzeldir ve güzeli sever" tümel mefhumundan ve tüm dünyada tecelli eden yaygın güzellikten kaynaklanmıştır. Nitekim İslam toplumunda Müslümanların hayatlarının her alanında, evlerinde, camilerde, giyim ve kuşamlarında, kitap ciltlerinde, kılıç ve kılıç kını süslemelerinde sanatın en estetik yönünü müşahede etmekteyiz. Bu
sanatlar hiçbir zaman toplumun bir kesimiyle sınırlı kılınmamış ve bir grubun kazanç vesilesi olmamıştır. Çok yüzeysel bir şekilde olsa bile İsfahan ve Şam gibi İslâm kültürünü yansıtan şehirlerdeki binalara, camilere, pazar mekânlarına ve tarihî evlere bakılacak olursa Müslümanların sanat algısı en güzel şekliyle ortaya çıkacaktır.
Herkes sesiyle gövdesi arasında
Yakın bir yerde kiralar yarayı
Kabuk atan evlere taşınıp durur
Bu yüzden sabaha karşı kimse aşina değildir
Yırtılan sözün ince perdesine çift kişilik susmayı
De ki eski bir kil tarifesidir acının ur rengi
Zahmet yatılı kaldıkça insanda
Ağarır şakakta susmanın civası
Ocağıma sus
ağacı diktiler
...
Sadece kapısının ziline basılmayan ya da telefonları çalmayan evlere mahsus değildir, yalnızlık...
Ellerim sinirden titriyordu, vücudumun buz gibi olduğunu fark et- tim. Telefonumu öfheyle kapattım. Annem de büyük ihtimal bu ha- reketime kızmıştı ama yapacak bir şeyim yoktu. Hayatta her olana müdahale edemezdim. Bu evren benim kurallarım doğrultusunda dönmüyordu. Genç bir kadındım. Normal bir insanın nasıl hayatı- nı devam ettirmek için yemek yemeye ve paraya ihtiyacı
varsa benim de aşka ihtiyacım vardı, sevilmeye, şefhate muhtaçtım. Sürekli stres- le boğuşan bedenim bu duyguları artık daha çok tatmak istiyordu. Dolaptan bir bardak taze sıkılmış meyve suyu doldurdum kendime. Sigaramı yakıp camın kenarına geçtim, çiseleyen yağmur gerçekten izlemeye değerdi. Gecenin karanlığında yağmurun cama vuruşu bu ses bile bir dirhem de olsa
rahatlatıyordu beni. Biraz camı açtım, derin bir nefes aldım. Minik kedim Sara, ayaklarımın altında sahi- bini mutlu etmek istercesine sevimli dairesel hareketler yapıyordu. Biraz kırgın, biraz umutla tebessüm ettim. Eğilip tüylerini okşadım, ellerimi boynunda gezdirdim, buna bayılırdı, gözlerini kısar mini- cik ağzını bükerek açardı. Ne zaman canım sıkkın olsa ya
ayakları- mın altında dolanır ya da yatağımın ucuna kıvranırdı. Keşke insan- lar da sizin kadar duyarlı olsa diye mırıldandım. Telefonumu elime aldım, bir-iki kere ulaşmaya çalıştım ama kapalıydı, sesli mesaj bı- raktım, umarım gördüğünde ilk beni arardı. Çevredeki evlere bak- tım, kimisi çok katlı siteler kimisi iki katlı müstakil evler, hepsinin ışığı
yanıyor, nokta gibi gözüküyorlardı. İçlerinde yaşayan insanları düşündüm. Kimi bir iş adamının metresiydi, adam eve daha rahat girip çıkabilmek için almıştı o evi. Kimisi de dişinden tırnağından biriktirerek, çoğu ihtiyacından feragat ederek, almıştı evini. Kimi- nin şu an bir cenazesi vardı, ağlıyordu, bundan sonra hayatının nasıl ilerleyeceğini
düşünüyordu. Kimisi ailecek huzurlu, mutlu yemek yiyorlar, gelecek hakkında mutlu planlar yapıyordu yarının ne geti- receğini bilmeden. En şansızları evde şiddet görüyor, kocalarından, babalarından hakaret işitiyordu ya da tacize, tecavüze uğruyor ve susuyordu. Kimisi benim gibi tek başına bir şeyler düşünüyordu, kendi kendine sinirleniyor, sakinleşiyordu. En
şanslıları şu dünyanın derdine, tasasına aldırmadan kendilerini attıkları kuytu köşelerde vahşice sevişenlerdi, sonra da kendi sıradan ütopyalarına dönenler