O kadar aceleciydi ki hükümet, Meclis kararı bile beklenmemiş, "Savaşa hayır" diyenler ise anında vatan haini ilan edilmişti.
O gün en saf, en kestirme soruyu ise Neyyire Hanım sormuştu.
"Kore mi ? Evladım orası da neresi?"
ramazan ayında çocukların oruç tutma israrı karşısında, peki üç gün tut, bir başlangıçta, bir ortasında, bir de sonunda, üç gün eder, bir sıfır koydun mu işte sana otuz gün oruç diye avutulduğu bir şefkat dünyası. Israrımıza rağmen iftarı bekleyemez, gizlice su içer, mutfaktan aşırdığımız bir şeyleri yerdik; büyükler de bunu bilmelerine rağmen hiç
yüzümüze vurmazdı, hatta iftar sofrasında bize de Allah kabul etsin evladım derlerdi.
ben küçükken dedem bir söz söylemişti bana; 'kur'ân ilim denizidir, herkes için oradadır; kimi ihtiyacı kadar faydalanır, kiminin ekmeği suyu olur. bazı insan vardır görmeden ömrünü tamamlar, bazısı vardır görür ama kıymet vermez. neticede her derdin şifâsı bu denizdedir evladım insan ona gitmeyi bilse de bilmese de.
"Zaman, sandığınız kadar merhametli değildir evladım ve daima verdiklerinden daha fazlasını alır."
--Kolay gelsin amca ne yapıyorsun böyle, diye sordu.
İhtiyar adam belini doğrultu,elindeki kazmayı yare bıraktı: cebinden çıkardığı mendille yüzündeki teri sildi.
--Hurma fidanlığı dikiyorum evladım diye cevap verdi.
Halife:
--Bu fidanlar ne zaman büyüyecek ne zaman meyve verecek amca, dedi.
İhtiyar:
--Bunların büyümesi çok zaman alır. meyve
vermeleri de 20-30 seneyi bulur,diye cevap verdi.
Halife elini ihtiyarın omzuna koyarak;
--Peki bu ayarlardan sen faydalanabilecek misin amca?
Senin ömrün bunları meyvesini görmeye yeter mi?
Boş yere neden uğraşıyorsun? Diye sordu.
Yaklaşık altı yüz yıl tarih sahnesinde kalan Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra geriye dönüp baktığımızda imparatorluğun en problemli toprak parçası olarak Yemen'i görürüz. Yavuz Sultan Selim'in Mısır'ı fethinden sonra imparatorluk topraklarına katılan Yemen, başlangıçtan Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar yaklaşık dört yüz yıl boyunca hiçbir yerde
olmadığı şekliyle devleti epeyce uğraştırmıştır. Osmanlı ilâyı kelimetullâh ideali çerçevesinde kendisine bağladığı Yemen'de ummadığı bir sosyal mukavemetle karşılaşmış, kendisine has örf ve âdetleri, toplum yapısı ve hayat tarzıyla dünyada eşine az rastlanır bir örnek sergileyen bu ülkede istediği hâkimiyeti bir türlü ele geçirememiştir. Yemen
halkının ve aşiret reislerinin Osmanlıyı hiçbir zaman benimsememesi, burada görev yapan ve devleti temsil eden kadrolara başka gözle bakması neticesinde sürekli bir çatışma ve savaş hâli sürmüş, bu mücadelelerde binlerce Anadolu ve Rumeli evlâdı can vermiştir. Yemen'e gönderilen bu insanlar sadece savaşlarda ve isyanlarda can vermemiş, salgın hastalıklar ve olumsuz
iklim şartları bu zayiatı iyice arttırmıştır. Bu manzara çerçevesinde Yemen'e gidip yıllar sonra geri dönenler şanslı sayılmış, ne yazık ki gidenlerin çoğu;
Mızıka çalındı düğüm mü sandın
Al beyaz bayrağı gelin mi sandın
Yemen'e gideni gelir mi sandın
türküsünde belirtildiği gibi geri dönmemiş, vatanlarından,
ailelerinden uzakta bir mezar taşına bile sahip olamadan toprağa karışmışlardır. Geride kalan gözü yaşlı analar, babalar, kadınlar ve çocuklar ve yalanlar ise yaşadıkları onmaz acıyı türkülere ve ağıtlara taşıyarak ifade etmişlerdir.
Mersiye edebiyatımızın en güzel ve özlü nüm un esini teşkil eden bu türküleri dinleyip de yıllar sonra aynı acıyı,
aynı trajediyi bir kez daha yaşamayanımız yoktur. Çoğu kere dönmeyeceğini bile bile vatan ve devlet duygusu etrafında evlâdım Yemen'e gönderen her vilâyet türkü dağarcığında Yemen trajedisine yer vermeyi ihmal etmemiştir. Diyebiliriz ki bize Yemen'i anlatan, hatırlatan, acılarımızı devamlı taze tutan kaynaklar taih kitapları değil türkülerimiz olmuştur.