Google önce insanlıgın bildiği her şeyi kataloglamaya koyulup, sonra bu bilginin kaynağına, belirleyicisine dönüştü: İnsanların fiilen düşündüğü şey haline geldi. Facebook önce insanlar arasındaki bağlantıların haritasını —sosyal grafık- çıkarmaya girişip, sonra bu bağlantıların kurulduğu platform haline geldi ve toplumsal ilişkileri geri dönülmez biçimde
yeniden şekillendirdi. Tıpkı göçmen kuş sürülerini bombardıman filoları zanneden bir hava kontrol sistemi gibi, yazılım da kendi dünya modeli ile gerçekliği birbirinden ayırt edemez ve bir kez şartlandığımızda, aynı şey bizim için de geçerli hale gelir.
Mekke Şerifi Hüseyin, kökleri eskilere dayanan bir ailenin çocuğuydu. Bir gün Sultan Abdülhamid onu tanımak istemiş ve İstanbul'a davet etmişti. Tanıştıklarında Sultan Abdül Hamit, Mekke Şerifi Hüseyin'in kullanılmaya müsait, tehlikeli ve istismara yatkın biri olduğunu görünce bir tedbir düşünmüştü. Mekke Şerifi Hüseyin'i alıp ailesiyle birlikte İstanbul'a
getirtmişti. Onlara bir yalı tahsis ederek kapısına hizmetçiler koymuş, Şerif Hüseyin'in çocuklarını İstanbul'un en iyi okullarına göndererek himayesi altına almıştı. Sultan Abdülhamit görünürde ödüllendirdiği bu adamı, aslında kendi kontrolünde ve gözünün önünde tutmayı amaçlamıştı. Tek amacı şüphelerinde haklı çıkmamaktı. Şerif Hüseyin zaten
İstanbul doğumluydu. On sekiz yıl gibi uzun bir süre kapısında hizmetçiler el pençe durdu. Hizmetinde kusur edilmedi. Çocukları en iyi okullara giderek eğitim aldı. Böylece Abdül Hamit, iktidarı boyunca Şerif Hüseyin'in İngilizlerin ve Fransızların ellerinde oyuncak olmasını engellemişti.
Ne var ki, Meşrutiyet İnkılabı'nda İttihat ve Terakki yönetiminin,
doğru bir şey yaptıklarını düşünerek bir bakıma serbest bıraktıkları Şerif Hüseyin, memleketine dönmüştü. Memleketine dönen Mekke Şerifi Hüseyin, Birinci Dünya Savaşı başladığında, Osmanlı'nın artık bu bölgede kalmasının zararlı olacağı düşüncesine inanmış, tıpkı Sultan Abdül Hamit'in düşündüğü gibi İngilizlerin oyuncağı olmuştu.
O yaşamında, hümanizmden Marksizme, varoluşçuluktan milliyetçiliğe kadar düşünsel serüveni geniş bir harita çizer. Ondaki bu düşünsel değişim sürecini şu şekilde özetleyebiliriz:
1. Spiritüalist dönem (1921-1925): Bu dönemde Durkheim ve Ziya Gökalp’in etkisindedir ve Anadoluculuk görüşünü öne sürmüştür. Daha sonraki yıllarda Gökalp’i hayalî
Turancılık ile realist Türkçülük arasında sıkışıp kalmakla ve aile hayatından ulusal iktisada kadar Türk medeniyeti tarihinin birçok alanında sentezci olmakla eleştirecektir.
2. Plüralist dönem (1925-1928): Bu dönemde Emile Boutroux etkisindedir. Sosyopsikolojik bir insan felsefesi kurmaya çalışmıştır. Boutroux’nun tekdüze ve ağır bir kütle olarak algılanan
dünyayı parçalara bölerek çoğullaştırması (plüralizm) onun felsefî ufkunu genişletmiştir.
3. Monist dönem (1928-1931). Bu dönemde Hegel ve Spinoza’nın etkisindedir. O, Spinoza’nın madde alanında tespit edilen nedensellik zincirini geometrik tarzda tinsel alanda aramasını felsefî sorunların olgunluk noktası olarak görmüştür.
4. Fenomenoloji-Felsefî
Antropoloji dönemi (1931-1934): İnsan felsefesine ilgi duyduğu bu dönemde özellikle Max Scheler ve Heidegger etkisinde bir bilim felsefesi kurmaya çalışmıştır.
5. Materyalist dönem (1934-1946): Metafizik kavramları ve manevi alanı sorgulamaya çalıştığı dönemdir. Bu dönemde özellikle Karl Marx’ın etkisindedir. O yıllarda düşündüğü şey, hiçbir felsefî
hareketin tarihî materyalizm kadar insicamlı ve neticelerine sadık olmadığı şeklindedir.
6. Anti-materyalist dönem (1946-1965): Bu dönemde tarih felsefesi, iktisat ve determinizm açılarından materyalizmi eleştirerek yeniden plüralizme dönmüştür. 1948’de Amsterdam’daki Uluslararası Felsefe Kongresi’nde sunduğu “Varlıkların İki Yüzü” adlı tebliğ ile bu
dönemdeki düşüncelerinin ve değişimin gerekçelerini ortaya koymuştur.
7. Relativist dönem (1965-1974): Bu dönemde “değer” konusuna önem vererek Kantçı bir çizgi izlemiştir.
"İşte ilk gördüğünde şefkate ihtiyacı olduğunu düşündüğü o çocuğa dört yıl sonra ilk kez sarılıyordu. Başını yaslamış, gözlerini kapamıştı. Geride kalan hiçbir şeyi düşünmek istemiyordu."
Dibe vurmuş bir adam ya da bir kadın.
Farketmez...
Dİbe vurduğunu düşündüğü o an,yani artık indirilecek basamak kalmadığına inandığı o an tuhaf bir mutluluk yaşar.İnanır ki artık batacak bir derinlik kalmamıştır ve bundan sonra en kötüsü ama en kötüsü bir çıkış olabilir.
Yani bir iyileşme.
batmayacağını düşündüğü gemiyi kurtarmaya çalışan kaptan, dalgalara kahırlı
Şimdi görüyorum ki, önümüzdeki asıl engel dünyanın en büyük terör örgütüymüş. Bu örgüt, bildiğimiz silahlı terör örgütleri gibi değil. Bu örgüt ‘el alem’.Hepimiz el aleme göre yaşamaya çalışıyoruz, el alem ne düşünür diye. Oysa “Ben ne düşünüyorum” diye kendimizi sorgulamamız gerekir. Başkalarının
ne düşündüğü değil, bizim kendimiz
için seçtiğimiz yaşam tarzı ve birey olabilmemiz önemli. Bütün insanlığın acilen bu el alem terör örgütünden kurtulması gerekiyor.