Bulutların yer değiştirmesini izlerken, bulutların yer değiştirmesini izlediğimin farkındayım.
Farkındalık bu kadar basittir işte
Yaşadığı dönemin tartışmasız biçimde Müslümanların önderi olan ve bütün İslam dünyasındaki İslami hareketlere bir ağabey ve bir bilen olarak yön veren, onların ufuklarını açan, problemlerini çözen Erbakan Hoca,
yarım asırlık mücadelesi boyunca Türkiye ve Dünya tarihine damgasını vurmuştur. Bu nedenle de, küresel güçler tarafından hiçbir zaman rahat
bırakılmamış ve Milli
Görüş Zihniyetinin kendileri için bir felaket olduğunu gören emperyalist güçler, bütün imkanları ile yolunu kesmeye uğraşmışlardır.
Elbette kendisi de dünyayı yöneten Siyonistlerin "Adil Düzen”in işbaşına gelmesine şiddetle karşı çıkacaklannı biliyor ve bu şuurla hareket ediyordu. Hoca,
davasını şu örnekle
taçlandırıyordu:
"Yıllarca önce BM'nin Yeni Dünya Düzeni Komisyonu Başkanı Nobel ödülü sahibi Orwin Lazlo'yu Adil
Düzen çalışmaları için Türkiye'ye davet etmiş, uzunca bir süre kendisiyle beraber çalışmıştık. Bu çalışmalar devam ettiği esnada, kendisi İstanbul Samatya'daki sinemada bir konferans verdi. Bu konferansta bizzat kendisi şunları söyledi:
"Beni Milli Görüşçüler davet ettiler.
'Size biz adil bir düzenin nasıl kurulabileceği hakkında brifing vereceğiz' dediler. Ben bu teklifi büyük bir alaka ve memnuniyetle kabul ettim. Sebebini söyleyeceğim. Neden büyük ilgi gösterdim? Dinledim ve gördüm ki benim hayatım boyunca en ideal olarak düşündüğüm prensiplerin hepsi matematiksel bir disiplin içerisinde bir
nizam olarak önüme konuyor. O gün ben yeniden doğdum ve o büyük etki
altında şu salonda bulunan insanların hepsine söz veriyorum ki, bu Milli Görüş çatısındaki insanlar ne zaman isterlerse emirlerine amadeyim. Gelip her türlü
katkıyı yapmaya hazırım. Ben yeniden doğdum ve çok etkilendim.
Gerçekten bütün insanlığın saadeti için, adil bir düzenin
tesis edilmesi için bu ilmi çalışmaları yapmış almak her türlü takdirin üstündedir. Neden bu teklifi yaptıklannda hemen kabul ettim, çünkü ben meteorolojideki 'Schmetterling' olayını bilen bir insamm. Bundan yıllar önce çok büyük bir kasırga Avustralya'nın güneyinde teşekkül etmiş, kuzeye doğru yürüyordu.
Devamında Hint ve Çin'e gidecek ve milyonlarca
insanın hayatına son verecekti. Her türlü enerjiyle dolmuş ve insanlığın üzerine gidiyor. Ve tüm insanlık da bunu
izliyor. Herkes büyük bir felaket beklerken bir baktık ki, bu büyük kasırga Avustralya'yı geçtikten sonra Hint ve Çin'e gidecekken, yön değiştirerek yönünü okyanusa çevirdi ve bütün enerjisini okyanusa boşalttı. Böylece insanlık büyük bir
felaketten kurtuldu.
Şimdi meteorolojistler, fizikçiler ve kimyacılar bütün bunlar seferber oldular ve bu muazzam güç, Avusüalya'nın kuzeyinden gelip Asya*ya yönelip her şeyi kasıp kavurması gerekirken, nasıl oldu da yön değiştirdi de, okyanusa tüm enerjisini dökerek yok oldu? Bunu incelemeye
başladılar. Sonunda ittifakla tespit ettikleri husus şudur: Meğer tam o
tarihte, Avustralya'da kelebekler bir yerden
bir yere göç ediyorlarmış. Bu göç esnasında o kelebeklerin kanatlarının o hafif çırpıntıları birleşer bu muazzam gücün yön değiştirmesini sağlamıştır.” Bütün bunları o konferans esnasında niçin anlattı?
Dedi ki, fikri çalışmalar o kadar önemlidir ki, kasırga halinde insanlığı felakete sürükleyen
birçok hareketleri, bir kelebek kadar etkisi olan fikir yoluyla yönünden çevirebilirsiniz. Ben bunu bildiğim için, "size bu konuda bilgi vereceğiz” dediklerinde buna çok büyük
önem verdim. Çünkü yıllardan beri BM bünyesinde Yeni Dünya Düzeni Komisyonu başkanın olarak bunlar çalışmalanmın temelini teşkil ediyor. "Belki yanlış yolda gidiyoruz ve bunları düzeltmem
gerekir” dedim. Öyleyse, "bu kelebek kanatlarının hareketlerinden, bu fikir çalışmalarını dinlemeliyim dedim. Dinledim ve gerçekten ben yönümü değiştirdim” demiştir.
İşte bu mücadele, insanlığı felakete götüren büyük kasırgalann yönünü değiştirecek olan o kelebeğin ta kendisidir.
Yaşam şeklinizi değiştirmek çoğu zaman yaşam pürüzlerinde şekil ve boyut değiştirmesini sağlayabilir. O yüzden önce yaşam şeklinizi değiştirin. Bu hayatta yapabileceğiniz en güzel şeylerin ne olduğunu düşünün.
Avrupa yakasına yaklaşırken dönüş yolculuğu için vapura binmek üzere rıhtımda toplanmış kalabalığı seçmeye başladım. Çantalar ve kalın paltolar kendilerine yer bulmak için itişip kalkışıyorlardı; şehri ilk kez bu insanların gözüyle görmekte olduğumu fark ettim. İstanbul'un efsanevi manzaralarını önemsemeden şehrin karşı yakasına, durmak bilmez bir
kırıntı avında martılara katılmak için işlerine gidiyorlardı. Gri bir şubat sabahıydı üstelik; ve bu saltanat şehrinin camileri ve sarayları, minareleri ve servi ağaçları tek renk ve cisimsiz görünüyordu şimdi. Kirli bulut şeritleri Galata Kulesi'nin çevresinde asılı duruyor, balıkçı tekneleri yağlı, balığı tükenmiş bir denize açılıyordu. Kentin kartosptal
görüntüsünü değil, düşük ücretli işlerini, ekmek parası bekleyen çocuklarını, yüksek kiraları ve zar zor para yetiştirdikleri doktor reçetelerini düşünerek keyifsizce işlerine giden yolculardı bu insanlar. Denizin serpintileri arasında görünen akşam ışıklarından yoksun bir İstanbul'du bu, yorgun ve düşlerden mahrum bir İstanbul. Tepemde martıları ve onların
ekmek kırıntıları için dalışlar yaparken rüzgârda attıkları çığlıkları duydum. Rüzgâr soğuktu, kısa süre sonra içeri kaçırdı beni.
Seyyar bir satıcı kamaradaki yolculara dikkate değer bir başarıyla sunum yapmaktaydı. Pilsiz çalışan sihirli el fenerleri diye tanımladığı bir şeyler satıyordu. "Hanımlar ve beyler, bu sabah, sihirli bir fener almak
için benzersiz bir fırsat. Ömürlük bu fener. Mükemmel bir kamp aletidir. .." İşi bağlayan, cepleri ve cüzdanları açtırarak satıcının sabahını renklendiren o kamp olayıydı işte. Yaşamları boyunca hiçbir zaman kampa filan gitmeyecek, kıt kanaat geçinen bu kentliler, yine de her ihtimale karşı donanım tedarik ederken buruşuk liraların el değiştirmesini sağlayan da o
kamp yapma fikriydi. Bu insanlar için kampa girmek başarı kazanmak anlamına geliyordu. Kampçılık, birkaç gün hak ettikleri gibi gönüllerince kırlarda dinlenmek için büyük şehri arkalarında bırakmak demekti. Sanki zenginlik planları yapmak, onları düşük ücretli bugünlerinin gerçekliğinden bir süre için kurtaracakmışcasına, kamp feneri de geleceğe dönük
umutlarını sürdürmelerini sağlıyordu.
Bu nedenle de vazgeçememişlerdi düş kurmaktan. Fenerlerin dayanıklı tasarlanmamış olması önemli değildi; bazıları vapur boğazı geçinceye kadar bile dayanmadı. Bir genç kız, annesi satın aldıktan iki dakika sonra satıcıya geri verdi fenerini, ama belli ki bu külüstür mallar yüzünden aldatılmış hissetmiyordu
kendini. Yalnızca değiştirmek istiyordu. Bütün bekledikleri, kamp yapma düşlerinin karşı kıyıya ulaşıncaya kadar bozulmadan kalmasıydı. Ondan sonra titreşip sönmesine izin verebilirlerdi bu düşün. İstanbul'da böyle yaptığı biliniyordu düşlerin.
Yolcular vapurdan inerken işportacı liralarını emin bir yere yerleştirdi, dönüş yolculuğundaki
hayalperestlere sunmak için başka bir fener kutusu bulup çıkarttı.
"İyi satış oldu." diye yorum yaptım.
Bir kahkaha attı. "İlk ders, dostum. Bu fenerlerin elektrik kesintilerinde ne kadar yararlı olduğunu anlatıyordum onlara eskiden. Hiçbir işe yaramadı. İstanbul'da hiç kimse kendilerine elektrik kesintilerinin hatırlatılmasından hoşlanmıyor." Ters bir
mantık vardı burada. Halkın ezici yoksulluğu öylesineydi ki yakıt faturalarından, onarımlardan, yeni giysilerden vazgeçmişler, düşlerinden önce pratik gereksinimlerini satım alma fikrinden vazgeçmişlerdi; sanki onlara yalnızca düşler yardım edebilecekti şimdi.