Hayat kendini ne zannediyorsun?
Ben varsam sen hayatsın.
Unutma! Ben yoksam sen de bitiyorsun.
Perdeler iner, ışıklar söner her terk edilişinde.
Kendini akideden şeker zanneden,
Seni tatlandıran benim ben!
Hepimiz biliyoruz ki ne tadın var ne tuzun.
Çekilmez ihtiyarsın,
Sende gözümüzü açtığımızdan beri.
We wouldn't call you human, for we know that you are Divine and that the word human has so much charge to it that implies you are separate from Source. Also we dont say human because your origin is not Earth. Within you are other incarnations from other planet, as well as the consciousness of your particular role in deciding to come to Earth at this time.
Sizi insan olarak
tanımlamıyoruz, çünkü İlahi olduğunuzu biliyoruz ve insan kelimesi, Kaynak'tan ayrı olduğunuz anlamına gelir ki bu çok fazla yükü(olumsuz) barındırır. Ayrıca insan demiyoruz çünkü sizin kökeniniz Dünya değil. İçinizde diğer gezegenlerde başka enkarnasyonlara sahip olarınızın yanı sıra, şu anda Dünya'ya gelmeye karar vermenizde özel rolünüzün bilinci de
vardır.
Daha iyi kavrayabilmek için Göktürk - Anunnakiler kitabı okunabilir.
Siyasetçilerle işbirliği içindeki iktisatçılar bizi "damlama" ekonomisinin mümkün olduğuna ikna etmeye çalışabilirler, ama biz biliyoruz ki "aşağıya damlayan" düşünce diye bir şey yok.
Gittiğimiz her yerde güzel dostluklar bulmak, hoş muhabbet eden kişilerle çay içmek bence en büyük kazanımlarımızdan. Diplomalar, sertifikalar elbet bir şekilde kazanılır. Sertifikalar biriktirmek yerine dost biriktirmek gerek.Sertifikalar bizi bir yere kadar götürür, dostlarımız ise bizi huzurun olduğu ülkelere. Huzurun olduğu tüm ülkelere gidip çay içmek dileğiyle.
Gittiğimiz her yerde Çay İçme Durağı’nı açacağız. Çünkü biliyoruz ki “Dünya bir durak ve biz çay içip gidiyoruz.”
Hepimiz biliyoruz ki olumsuzluklar, trajedi ve sıkıntı hayatın bir parçasıdır.
Canlılığın ilk kez ortay.......
....
Ne kadar da ironik...
Tıpkı bir rüya gibi nasıl akıp gittiğini biliyoruz lakin nasıl başladığını kimse bilmiyor.
Şah Hatai- Şah İsmail Safevi
Türkiye'de «Hatay» kelimesi, Hatay vilâyetinin Türkiye'ye ilhakından sonra, yani üç sene evvelisine kadar bilinmediği ve kullanılmadığı gibi, bu sözün şümul ve mânası dahi yanlış anlaşılır ve (hata) şeklinde tefsir ediliyordu. Bu kelimenin büyük bir Türk kabilesinin adı olduğunu kimse bilmezdi. Bugün de yine (Hatay) sözünün
yalnız Türkiye'de bir vilâyet adı olduğu ve Hataylı denince yalnız orada yaşayan Türkler kastedildiği, başka yerlerde dahi bu adda bir Türk zümresinin varlığından haberi olanlar azdır. Türkiye Fransa arasında dört, beş sene evvel Hatay meselesi alevlendiği sıralarda bir Fransız gazetesi muharriri Antakya'daki Türklere şu suali sormuştu: «... Siz Hataylılar, eski
yurdunuz olan İran'daki Azerbaycan ülkesine - Tebriz bölgesine dönmek istemez misiniz?» Bu sual Hataylılardan büyük bir kısmının Azerbaycan'da yerleşmiş olduğunu ve Avrupalıların bunu bizden daha iyi bildiğini gösteren bir delildir. Bunun bizce bilinmemesi ne kadar hazindir... «Hata» değil, (Hatay), (Hitay) veyahut (Kıtay) şeklinde kullanılması gereken bu kelime büyük
bir Öztürk boyunun adıdır, ki bu Türk boyunun önemli bir bölüğü İran Azerbaycan'ında yaşamaktadır. Tebriz şehrinin kâmilen Türk olan 300 bin nüfusunun 40 bine yakın bir kısmı Hataylıdır. Bunların mahalle adı (Hataylı mahallesi), göçe (sokak), hamam, mescit ve hattâ asırlık çınar ağacının adı bile (Hataylı çınar) dır. Hataylıların bir kolu da Erdebil
şehri ve civar köylerinde yerleşmiştir. Bunun gibi Azeri Türk şairlerinden büyük Fuzulî’nin de mensup bulunduğu (Bay At) Türk kabilesinin bir kısmı Arabistanda Irakta Kerkük civarında, bir kolu İranda Sultanâbâd şehri ve çivarında, bir bölüğü de Kafkasya Azerbaycan'ının Gökçay kazası Berküşad nahiyesinde yerleşmiş bulunuyor. Bu yayılmanın bazı yanlış
tefsirlere yol açmasından olacaktır ki Fuzulî’yi Profesör Rıza Şefak «İran Edebiyat Tarihi» adlı eserinde İran şairi olarak göstermektedir. İşte adını yukarıda kaydettiğimiz Şah Hataî, Şah İsmail, Safevinin babası dahi bugünkü İranın Erdebil şehri çevresinde yerleşen Hataylı bir Türk Beyinin neslinden türediği için kendine ecdadından yadigâr kalan bu Türk
adını bir şeref ve övünç lâkabı ol rak almıştır. Bu şair, Çaldıran muharebesinde Yavuz 'Saltan Selim tarafından mağlûp edilen meşhur Şah İsmail Safevi’dir ki (Şah Hataî) lâkabile Azeri-Türk edebiyatında mühim bir mevki işgal etmektedir. Mufassal İran edebiyat tarihini yazan İngiliz âlimi Eduard Braun, Şah İsmail’e dair mezkûr eserde 50 sahifelik bir yer
ayırmasına rağmen Şah Hataî’nin edebî yazıları hakkında malûmat vermemektedir. Ona ait yazılarında sırf dinî, siyasî, içtimai, felsefi malûmat neşretmektedir, iki Türk sultanı olan ve çarpışan orduları dahi münhasıran Türklerden ibaret olan Yavuz Sultan Selimle Şah İsmail arasında vuku bulan Çaldıran savaşından önce teati edilen mektup, nota ve ültimatomlar
tafstlâtı ile izah edildikten sonra, Braun şöyle diyor: «... Yavuz Sultan Selim mektuplarında kendisini efsanevi İran şahlarına benzetir, Şah İsmaili ise, «Türk Efrasyab» diye tahkir etmek istiyordu... Şah Hatai’nin orduları Mosulu, Şamlı, Rumlu ve ilh.. gibi Türk kabilelerinden mürekkepti. Savaş alanında onlar daima Türkçe. - Kurban olduğum, sadaka olduğum, mürşidim,
pirim.. gibi cümleler kullanırlardı. Hattâ; Şah İsmail'in payitahtını Isfahana naklettikten ve vefatından da 'yüz yıl geçtikten sonra yine Türk dili Safevîler sarayında en mühim dil sayılırdı..» (İran Edebiyat Tarihi, Profesör Eduard Braun, Tahran, 1316 Şemsî). Şah Hataî, 1478 milâdide Erdebilde doğmuş, 16 yaşlarında Tebrizde saltanatını ilân etmiş, 1523
tarihinde de vefat etmiş. Büyük Fuzulî’den sonra başlıbaşına bir şiir mektebi tesis eden kuvvetli bir şairdir. El yazma divanı Erdebildeki makberesindedir. Hece ve aruz vezninde tasavvufî şiirleri pek kuvvetlidir. Aşağıdaki parçalar onundur;
«Gel gönül, gel hoş görelim bu demi»
«Bu da böyle kalmayı bir gün ola»
«Kişi çekmek gerek gussayi gami»
«Haktan gelir, her ne gelse bir kula»
«Biz de biliyoruz dostu kardaşı»
«Bulamadım bir kara gün yoldaşı»
«Dost geçinip yüze gülen kallaşı» (gelleşi)
«Bahasıdır, satmak gerek bir pula..»
«Hataî, dünyanın ötesi fâni»
«Bizden evvel bunda gelenler hani?»
«Sanma dâim şâd yürüye düşmanı»
«Bir gün ola nöbet ona da
gele..»
GAZEL
«... Görüp kûyünde didarın rakibi, çekme gam hergiz
«Meseldir günderenler ağlamaz gülşende harından.
«Geçüp her masivadan talibi didâr olan âşık
«Elin çekmek gerek ey dil, cihanın cümle varından
«Hayali yâr ile kani olup meyli visal etme
«Şikâyet eylemez sadık olanlar ruzigârından.
«Hataî ölmeğe
can vermeyip meydanı aşk içre
«Yezid olsun, dönerse Mürtazanın Zülfikarından.»
Şah Hatai- Şah İsmail Safevi
Türkiye'de «Hatay» kelimesi, Hatay vilâyetinin Türkiye'ye ilhakından sonra, yani üç sene evvelisine kadar bilinmediği ve kullanılmadığı gibi, bu sözün şümul ve mânası dahi yanlış anlaşılır ve (hata) şeklinde tefsir ediliyordu. Bu kelimenin büyük bir Türk kabilesinin adı olduğunu kimse bilmezdi. Bugün de yine (Hatay) sözünün
yalnız Türkiye'de bir vilâyet adı olduğu ve Hataylı denince yalnız orada yaşayan Türkler kastedildiği, başka yerlerde dahi bu adda bir Türk zümresinin varlığından haberi olanlar azdır. Türkiye Fransa arasında dört, beş sene evvel Hatay meselesi alevlendiği sıralarda bir Fransız gazetesi muharriri Antakya'daki Türklere şu suali sormuştu: «... Siz Hataylılar, eski
yurdunuz olan İran'daki Azerbaycan ülkesine - Tebriz bölgesine dönmek istemez misiniz?» Bu sual Hataylılardan büyük bir kısmının Azerbaycan'da yerleşmiş olduğunu ve Avrupalıların bunu bizden daha iyi bildiğini gösteren bir delildir. Bunun bizce bilinmemesi ne kadar hazindir... «Hata» değil, (Hatay), (Hitay) veyahut (Kıtay) şeklinde kullanılması gereken bu kelime büyük
bir Öztürk boyunun adıdır, ki bu Türk boyunun önemli bir bölüğü İran Azerbaycan'ında yaşamaktadır. Tebriz şehrinin kâmilen Türk olan 300 bin nüfusunun 40 bine yakın bir kısmı Hataylıdır. Bunların mahalle adı (Hataylı mahallesi), göçe (sokak), hamam, mescit ve hattâ asırlık çınar ağacının adı bile (Hataylı çınar) dır. Hataylıların bir kolu da Erdebil
şehri ve civar köylerinde yerleşmiştir. Bunun gibi Azeri Türk şairlerinden büyük Fuzulî’nin de mensup bulunduğu (Bay At) Türk kabilesinin bir kısmı Arabistanda Irakta Kerkük civarında, bir kolu İranda Sultanâbâd şehri ve çivarında, bir bölüğü de Kafkasya Azerbaycan'ının Gökçay kazası Berküşad nahiyesinde yerleşmiş bulunuyor. Bu yayılmanın bazı yanlış
tefsirlere yol açmasından olacaktır ki Fuzulî’yi Profesör Rıza Şefak «İran Edebiyat Tarihi» adlı eserinde İran şairi olarak göstermektedir. İşte adını yukarıda kaydettiğimiz Şah Hataî, Şah İsmail, Safevinin babası dahi bugünkü İranın Erdebil şehri çevresinde yerleşen Hataylı bir Türk Beyinin neslinden türediği için kendine ecdadından yadigâr kalan bu Türk
adını bir şeref ve övünç lâkabı ol rak almıştır. Bu şair, Çaldıran muharebesinde Yavuz 'Saltan Selim tarafından mağlûp edilen meşhur Şah İsmail Safevi’dir ki (Şah Hataî) lâkabile Azeri-Türk edebiyatında mühim bir mevki işgal etmektedir. Mufassal İran edebiyat tarihini yazan İngiliz âlimi Eduard Braun, Şah İsmail’e dair mezkûr eserde 50 sahifelik bir yer
ayırmasına rağmen Şah Hataî’nin edebî yazıları hakkında malûmat vermemektedir. Ona ait yazılarında sırf dinî, siyasî, içtimai, felsefi malûmat neşretmektedir, iki Türk sultanı olan ve çarpışan orduları dahi münhasıran Türklerden ibaret olan Yavuz Sultan Selimle Şah İsmail arasında vuku bulan Çaldıran savaşından önce teati edilen mektup, nota ve ültimatomlar
tafstlâtı ile izah edildikten sonra, Braun şöyle diyor: «... Yavuz Sultan Selim mektuplarında kendisini efsanevi İran şahlarına benzetir, Şah İsmaili ise, «Türk Efrasyab» diye tahkir etmek istiyordu... Şah Hatai’nin orduları Mosulu, Şamlı, Rumlu ve ilh.. gibi Türk kabilelerinden mürekkepti. Savaş alanında onlar daima Türkçe. - Kurban olduğum, sadaka olduğum, mürşidim,
pirim.. gibi cümleler kullanırlardı. Hattâ; Şah İsmail'in payitahtını Isfahana naklettikten ve vefatından da 'yüz yıl geçtikten sonra yine Türk dili Safevîler sarayında en mühim dil sayılırdı..» (İran Edebiyat Tarihi, Profesör Eduard Braun, Tahran, 1316 Şemsî). Şah Hataî, 1478 milâdide Erdebilde doğmuş, 16 yaşlarında Tebrizde saltanatını ilân etmiş, 1523
tarihinde de vefat etmiş. Büyük Fuzulî’den sonra başlıbaşına bir şiir mektebi tesis eden kuvvetli bir şairdir. El yazma divanı Erdebildeki makberesindedir. Hece ve aruz vezninde tasavvufî şiirleri pek kuvvetlidir. Aşağıdaki parçalar onundur;
«Gel gönül, gel hoş görelim bu demi»
«Bu da böyle kalmayı bir gün ola»
«Kişi çekmek gerek gussayi gami»
«Haktan gelir, her ne gelse bir kula»
«Biz de biliyoruz dostu kardaşı»
«Bulamadım bir kara gün yoldaşı»
«Dost geçinip yüze gülen kallaşı» (gelleşi)
«Bahasıdır, satmak gerek bir pula..»
«Hataî, dünyanın ötesi fâni»
«Bizden evvel bunda gelenler hani?»
«Sanma dâim şâd yürüye düşmanı»
«Bir gün ola nöbet ona da
gele..»
GAZEL
«... Görüp kûyünde didarın rakibi, çekme gam hergiz
«Meseldir günderenler ağlamaz gülşende harından.
«Geçüp her masivadan talibi didâr olan âşık
«Elin çekmek gerek ey dil, cihanın cümle varından
«Hayali yâr ile kani olup meyli visal etme
«Şikâyet eylemez sadık olanlar ruzigârından.
«Hataî ölmeğe
can vermeyip meydanı aşk içre
«Yezid olsun, dönerse Mürtazanın Zülfikarından.»
SESSİZ KAHRAMAN
Mutfağını, ekinini, efsane sokak lezzetlerini, yeşil yaylalarını gözlerden sakınmayı o kadar iyi başarmış bir şehir ki Maraş. Kurtuluş Savaşı'ndaki sayısız cesaret hikâyesiyle adının başına kahraman unvanını aldığını hepimiz biliyoruz ama emekçisinin, üretiminin bugün Türkiye lezzet haritasında ayrı bir kahramanlığı da
göğüslediğini gidip görmeden anlayabilmek kolay değil. Adana ve Gaziantep gibi tanıtımda öne çıkan çevre illerin gölgesinde kaldığı için özellikle mutfağının pek bilinmediği kısmen doğru ama Maraş'ın aslında bilinmekle fazla ilgilenmediğini de inceden hissetmek mümkün. Tanıştığımız işinin ehli her üretici, emeğini koyduğu işine saygıyla bağlı.
Dolayısıyla tanıtmaktan çok işin icraat kısmıyla haşır neşirler. Yurtdışın-da yurtiçinde farklı yerlerde okuyan, çalışıp tecrübe kazanan çoğu Maraşlı mutlaka memleketine dönüyor, baba işini sürdürüyor, turizm alanına yatırımlar yapıyor, kısaca şehrine bir şekilde faydalı olmaya bakıyor.
Türkiye'nin en büyük başarı öykülerinden dövme Maraş
dondurması şehrin en bilineni. Üretimde bir o kadar kuvvetli oldukları Maraş biber ve tarhanası, hemen her fırında günlük çıkan bölgeye özgü Maraş çöreği de dondurma gibi coğrafi işaretli. Antepfıstığı ihtiyacının büyük bir kısmını Maraş'ın karşıladığını da eklemek gerek.
Orta-yüksek arası diyebileceğimiz bir acılık seviyesindeki Maraş
biberi, dünyanın en kaliteli biber türleri arasında. Bugün yurtdışında da bilinen bir marka haline gelmesi için yetiştirildiği Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa hattında ortak çalışmalar yürütülüyor. İpek gibi dokusuyla Maraş biberin yemeklere kattığı lezzet gerçekten acı sevmeyenleri bile tavlayacak türde. Sarımsak ve sumakla birlikte Maraş mutfağını da
güçlü kılan ana unsurlardan biri.
Maraş tarhanası şehre adım attığımız andan itibaren farkıyla şaşırtan en önemli ürün. Hazır çorbanın atası tarhanamız kıymetlidir, pek çok ilde yöresel farklılıklarla en güzelleri yapılır, baş tacı edilir zaten. Ama dünyaya tanıtma potansiyeli en yüksek yerin Maraş olacağı kesin çünkü firik tarhana denilen ham
tarhanayı kullanım biçimleri buna çok elverişli.