Biz niye kendi zamanlarımızı yaşayamıyoruz,
niye hep başka zamanlar ve hep başka kendimiz?
Ne bu ertelenen, bir tansık olma dileğiyle —
tansığın olmasını beklemek değil, özün tansığa dönüşmesini ummak— ben'i ve biz’i tansık yapmak arzusu? 'Şimdi'nin karanlığı daha ne kadar üretilecek? Bu karanlıkta beslenen ruh kurtçukları daha
ne kadar
maledecek bizleri kendilerine?
Aşk'tan hüküm giymiş mahkûmuz kendi hücremizde.
Düşüncelerinden beslenen kemirgeni azad et,
Karınca besliyorum ben.
Usanmadan harflerimi taşıyorlar kovuğuna, Biriktir ve tümce yap.
Mihnetine sığınma gecenin,
Hükümler tükenir,
Yeter ki üfle külünü közün.
Köz ki ; ayışığı doğurur yüzüne göğünün, Gökyüzü senindir,
açabilirsen pencereni.
Unutma! Ömrümün törpüsü,
Zaman sonbahara gebe ve çiçekler baharda açarlar.
Ulu Kayın; yeryüzünün tam ortasında duruyordu, bir ev için temel direk ne ise Ulu Kayın’da dünya için oydu. Yer ve gök onun demirden sert gövdesine dayanıyordu. Kökleri yerin yedi kat dibine, dalları göğün dokuz kat tepesine ulaşıyordu. Öyle görkemli, öyle heybetli bir ağaçtı ki sadece bir yaprağının eni, yedi ayak genişliğindeydi. Dibindeyse
gürül gürül bir su akmaktaydı. Bu su ki adına ‘Ab-ı Hayat” denirdi. O sudan içen gençlik bulur, ömrü uzardı. Er Sogotoh’a annelik eden işte bu kutlu ağaçtı. Onun gölgesinde büyüdü, onun dallarında uyudu. Dibindeki kaynaktan su içti, etrafındaki nehirlerde yıkandı. Ulu Kayın’dan beslenen marallarla oyun arkadaşı oldu, ineklerden beslendi, kurtların
koruyuculuğunda etrafı tanıdı. Büyüdü Er Sogotoh, gürbüz bir delikanlı oldu.
Kendine has giysileri vardı, nereye gitse kendini belli ederdi...
.
.
.
.
Sen ve senin gibiler hiçbir zaman gerçeği göremediniz. Her yeni yılda ekranlara çıkıp dünyaya barış ve mutluluk dilediniz. Tozpembe masallar anlattınız çocuklara, onları inandırdınız, bu dünyada bir cennetin olduğuna. Ama hayır, hepsi yalan. Dünya mazlum, zavallı fakirlerin kanıyla beslenen koca bir canavar. Savaş ve sömürüye dayalı düzeni korumak için her gün kan
akıtıyorsunuz. Sonra süslü yalanlarınız ve üzerinde UN (United Nations- Birleşmiş Milletler) yazan paketleriniz ile onları zehirlemeye devam ediyorsunuz. Ve açlık, kriz, fakirlik bize kalanlar oluyor.
Üzerinde parçalanmış bir elbise, ayağında çaputa dönmüş pabuç, yarı aç yarı tok, elinde mavzerle döğüşen Mehmetçik, sınırsız kaynaklardan sürekli beslenen İngiliz - Fransız ordusunu Gelibolu'dan çekilmeye mecbur etmişti.
„Kin ve Nefret“ belki de dünyanin en acimasiz iki duygusudur. Hem besleyeni, hem de beslenen kisiyi piskolojik olarak perisan etmeye yetecek iki duygudur.