Sen hiç kalbini tutup bekledin mi ?
Öyle sessizce ...
Soluğunu bile duymaksızın ,
Kulakların yollarda ...
Her adımı ,
Her duruşu sayarken bir bir
Söylesene bana ,
Sen hiç gerçekten bekledin mi ?
... Sonra birden "Hey kalkın baylar, yattığınız yerden! Ah, faydasız! O zaman güneşe kızmalı, seni lanet güneş! Neden daha önce yapdırmadın şu yağmuru? Ey, seni kokuşmuş pis ağaç! Neden bu günü, bu saati bekledin meyve vermek için? Hey, siz akbabalar! Yemeyin artık o cesetleri, belki birazdan canlanacaklar. "
Gözlerinden süzülen yaşlara engel olamıyor,
çıldırmış gibi bağırıyordu. Bir yandan da ellerinden toprağa süzülen kanı izliyordu...
" Gördün mü, ne güneş takıyor beni ne de ağaç! Onlar takmadığı gibi cesetlerde doğrulmuyor yattıkları yerden..." artık yere kapanmış, dizini kanatan küçük bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlıyordu.
(merhametin doğurduğu cinayetler bölümünden)
İbrahim Doğan anlatıyor:
Deniz Gezmiş, idama getirildiğinde ben Ankara cezaevindeydim. Mahkûm memur olarak idarede çalışıyordum. Gözümün önünde asıldı. İdamını gördüm ve kendisiyle de konuştum. Son sözleri basında yer aldığı gibi biraz talihsizdi. Ona tek bir şey sordum. “Hiç umutlandın mı? Seni kurtarmalarını bekledin mi?” dedim. “Sofya
uçağının kaçırılmasında bizi bıraktıracaklar diye düşündüm, umutlandım ama teslim olduklarında umutlarım bitti. Anladım ki bunlar bizi astıracaklar” dedi.
Birilerini sevdin, birileri seni sevsin diye uğraştın, ama sen kendini sevmedin. Sen kendini sevmezken, bir başkasının seni sevmesini bekledin... Acı... Kendi özünü tanımak için uğraşmadın bile. Bunu bir başkasından bekledin hep.