Mevlana
Mevlana

Yürürken başımın yerde olması sizi rahatsız etmesin. Benim tek derdim; yere düşen edebinize takılmamak.

Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Ey sevgilim, bilirsin benim ne çektiğimi:
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.
Görünce gülme sakın çırpınıp aktıgımı:
Ilık ve aydınlık bir denize koşuyorum.

Sen benim sevgilimsin, sevsen de, sevmesen de,
Aradığım yerlere benzeyiş buldum

sende.

Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Ey sevgilim , bilirsin benim ne çektiğimi
Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum .

Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum.
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı:
İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.

Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Garip başımın derdi bir yürek taşıyorum
Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı

Nazan Bekiroğlu
Nazan Bekiroğlu

Mülk gibi söz de, ne senin, ne benim.

Cümle gibi aşk da, ne senin, ne benim.

Söz de,

Aşk da,

Ne benim, ne senin.

Bir yaz sabahına doğan ve su değdiğinde kokusunu salan kırmızı sardunya,

Ağustos göklerinde başımın üzerinden geçen bulut,

Mayıs gülü,

Işıklı nisan yağmuru

Ne

kadar Allah'dansa,

Mülk gibi söz de ve aşk da

O'ndan.

"Sen" tahtına Yazıcı kimi Oturtsa da,

Beşerî bir sevgili ya da cismânî bir aşk gibi görünen,

Hiçbir yol O'ndan özgeye çıkmıyor aslında, "gönül tahtına O'ndan özge sultan" olmuyor.

Değil mi ki her şey O'ndan,

Gidecek yer yok O'ndan başka.

Gelinen yer yok O'ndan başka.

Furuğ Ferruhzad
Furuğ Ferruhzad

Saçlarıma bir çiçek takmış olsaydım şayet
Bu sahtelikten, başımın ucunda kokuşan
Bu kağıt taçtan, daha gönül çalan olmaz mıydı?

Valeriy Bryusov
Valeriy Bryusov

...
Sınırı yok bendeki azmin.
Sen ilelebet yaşayacaksın, kısadır günlerim benimse,
Ama gene de, bir büyücüymüșüm gibi, eğil önümde benim,
Ya da çevir ben gibi bir çılgını küle!

Miras olarak senin zenginliğini,
Ben kendime istiyorum küstahça.
Sana sesleniyorum, karşılık ver,
Geliyorum, -sen hazır ol savaşa!

Ama

yenilmiş veya zaferle taçlanmıș olayım,
Fark etmez, düşeceğim önüne:
Sen benim öç alıcım, sen benim kurtarıcımsın,
Senin dünyan, sonsuza dek benim barınağım,
Ve gökyüzüdür sesin başımın üstünde!
31 Aralık 1911

Haydar Demir
Haydar Demir

Cumartesi öğle sonrası soluğu genelevde aldım. Bekârken bir iki defa gelmişliğim vardı. Eh ne yapalım, yine bekâr sayılırdım. Genelevin sokağına girdiğimde çevre seyyarcılarla doluydu. En çok da kasetçi, tarakçı, köfteci... Evler çoğunlukla iki katlıydı. Kalabalık da az sayılmazdı, ama çoğu kuru kalabalık. Parası olmayıp da bakmaya gelenerden, on beş-on altı

yaşlarındaki gençlere...
Evlerin önüne gidip camlardan içeriyi izlemeye koyuldum. Bilindik görüntüler. Bir kapının önünde fazla durdun mu, içerden kadınlar basıyordu küfürü. Küfür ki, ne küfür! Kim müşteri, kim değil anlıyorlar. Evleri tek tek dolaştım. Zaman sorunu yoktu. Bir evin kapısının önü diğerlerine göre daha kalabalıktı. Ben de yaklaştım.

Kadınları seyrederken hemen yanımda kolu koluma değen kişiyle göz göze geldik. Soluğumu tutmuş, ağzım açık bakakaldım. Böyle bir durumda ne söylenir, nasıl davranılırdı. Şok geçiriyordum. Geriye doğru bir-iki adım atmak istedim. Fakat arkadaikler, hoop, çüşş filan demeye başlamışlardı. Derken, aradan bir boşluk bulup kaldırıma indim. Derin bir nefes aldım. O,

halen orada tedirgince duruyordu. Hızla koşup oradan çıkmak, her şeyi unutmak istiyordum. Ama bacaklarım titremeye başlamıştı. Dişlerim birbirine vuruyor, başım zonkluyordu. Dünya başımın çevresinde yeniden dönmeye başladı. Bir an kusacakmış gibi oldum. Sara nöbetinin beni yakaladığı yere bak! Yere yığıldığımı hatırlıyorum. Sonrası... Kendime geldiğimde yerde

uzanmış yatıyordum. Başıma epey bir kalabalık birikmişti. Onunla yine göz göze geldik. Nöbet esnasında başımı tuttukları için yaralalanmamıştım. Üstüm başım yine toza toprağa bulanmıştı. Biraz silkelenip, sağımı solumu düzelttim. Ağır aksak genelev sokağından çıktım. Kendime çok kızıyordum. Nasıl kızmayayım. Şu düştüğüm duruma bak. Eve nasıl

geldiğimi bilmiyorum.

Bir-iki hafta kendime gelemedim. İşten geldikten sonra kendimi hemen yatağa atıyordum. Kardeşlerim, babam da üstüme pek gelmiyorlardı. Üç-beş saniyelik keyif için düştüğüm durum... Karşılaştığım...
Annemle Döndü gelmişlerdi. Yeniden kendimi toplamya başladım. Çocuk da gitgide sevimlileşiyordu. Döndü’ye yaptıklarımı

anlatamadım. Anlatıp da n’olacaktı. Gereksiz tatsızlık! Döndü geldi ya, sen ona bak. Akşamı zor ediyordum. Neredeyse, abartısız koşa koşa eve geliyordum. Ev o an kalabalıksa hemen odaya geçiyor, Döndü’yü çağırıyordum. Çağırmasam da gelecek ya. Ona sarıldığımda, kokladığımda dünyalar benim oluyordu. Bütün sıkıntılar, yorgunluklar alıp başını gidiyordu

hemen. Döndü ve çocuk... Yuva kurmak ne güzel şey! Eski şımarıklığımı, şakacılığımı yeniden kazanmıştım.
Babamın pintiliğinden televizyonu bir türlü değiştirememiştik. İnat ediyordu adam. Onca tamir parası verdiğimiz yetmiyordu sanki. Para olmadığından değil, pintiliğinden. Sonra taksitle televizyon almak zor değildi. Taksitleri kolayca öderdi.

Yine bir gün akşam oturmuş ailece yemeğimizi yiyorduk. Döndü ancak bizler sofradan kalktıktan sonra karnını doyurabiliyordu. Yemek getir götür, çocuk falan derken...
- Baba, dedim şu televizyonu değiştirelim artık. Tahsin’in mağazasında taksitle...
Hemen sözümü kesti.
- Neyinize yetmiyor bu, dedi.
“Ulan”, dedim içimden, “ben senin... Demek

öyle...”
İmalı şekilde,
- Babaaa anlarsın yaaa, deyince rengi atıverdi. Bir-iki öksürdü:
- Tamam, dedi. Tamam. Ben yarın Tahsin’e uğrarım.

Haydar Demir
Haydar Demir

Münevver Hanım somurtarak sandalyeye oturduğunda, “Ey Allahım, bu yarı delinin eline bıraktın beni,” diye düşündü, Muhsin Bey. “Ben ne yaptım sana? Nedir bu çektiklerim... İşler de ortada kaldı. Onca mal mülk. Yıllarca uğraş didin. Şirketteki avukatlar ellerini ovuşturuyorlardır şimdi. Hay içine edeyim servetin. Şu halime bak. Ben böyle olduktan sonra neye yarar

onca mal mülk. Her şeyin başı sağlıkmış... Şu Rıza denen adama bak; şu karısı Güleser’e, kızına, oğluna, gelenlerine, gidenlerine. Daha düne kadar önümde iki büklüm eğilenler, köylü, cahil dediklerim. Bizim kapıcı Ali Efendi’den ne farkları var? Bilmiyorum nedendir, eskisi gibi önyargılı değilim sanki... Bu bunak Münevver’in de dırdırı çekilmez. Otuz

yıldır başımın etini yedi. Hâlâ aynı. Manyak karı! Bir-iki kaçamak yaptım, doğru. Otuz yıldır başa kakılmaz ki... Sevgililerim niye gelmiyormuş! Ah Leyla, ah, nerdesin! Stajyer Sevim’in de bal dudakları... Tüh Allah kahretsin seni Muhsin. Eskide kaldı o günler oğlum. Haline bakmıyorsun da, düşündüğün şeylere bak... Oğlumun soğukluğu yeni değil ki, eskiden beri

öyle. Evlenince daha bir uzaklaştı. Bir dediğini iki etmedik ya. Demek eksik olan bir şey var bende. Deli Münevver, annelik mi yaptı sanki. Yıllarca o hastane, bu hastane...”