Alfred Cyril Ewing
Alfred Cyril Ewing

Realistler zorunlu olarak, fiziksel nesnel niteliklerin, bizim algıladığımız şeylerin tıpa tıp aynısı olduğu görüşünü savunmaz,fiziksel nitelikler ile algıladığımız nitelikler arasında sadece genel benzerlik olduğunu ileri sürer.

Murat Baç
Murat Baç

Biz yaşama genel olarak insan merkezli bir şekilde bakmaya eğilimliyiz. Evcil hayvanların aynı bizim gibi “sevdiklerini” veya “nefret ettiklerini” düşünürüz. Dahası, köpeğimiz bir nesneye bakarken algıladığı şeyin bizim algımızdan farklı olabileceğini düşünmeyiz. Elbette bir köpeğin algı sistemi insanlarınkinden çok farklı olmayabilir ancak tartışma

köpeklerden sineklere veya yarasalara uzandığında durum daha da ilginç bir hâl alır. Bilimsel çalışmalar sineklerin gözlerinin ve görsel algı alanlarının memelilerinkinden çok farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Yarasaların ise, ses dalgalarını kullanarak hiç bir yere çarpmadan uçabilmeleri hep hayret uyandıran bir olgu olmuştur. İnsanların, köpeklerin, yarasaların

ve sineklerin çevrelerini bir şekilde “temsil edebildikleri” ve duyu organları aracılığıyla farklı şekillerde “bilgilendikleri” açıktır. Ancak bundan hareketle, nesnelerin her canlı türüne az çok aynı şekilde göründüğünü çıkaramayız. Bu durum, Alman felsefeci Immanual Kant’ın da fark ettiği gibi, bizi ilginç bir noktaya götürür. Eğer her canlı türü

belli sınırlar ve kapasiteler dâhilinde gerçekliği algılıyorsa, bizim dünyada algıladığımız şeylerin algısal sınırlarımızdan ve zihinsel süzgeçlerimizden geçmeden önceki hâllerini hiç bilemeyebiliriz. Belki nesneleri olduğu gibi algılayabilen bir varlık olabilir, ama insanların o türden kapasitelerinin olmadığı kesindir. Biz tersini düşünmeye alışık olsak da,

nesneleri bizim zihnimizin sınırları çerçevesinde görebilen ve duyabilen varlıklarız. Beş duyu sahibi olmamız az bir başarı değildir ama tahminen, o kadar da abartılmaması gerekir. Bu durum gündelik algılarımıza ve algılarken gördüklerimize daha farklı (yani felsefi) bir gözle bakmamıza neden olabilir. Daldaki bir serçeyi izlerken kendimize şöyle sorular sorabiliriz:

“Bu kuş, bana göründüğü hâliyle değil de, gerçekten nedir?”, “Eğer ben gerçekliği olduğu gibi görebilen sınırsız kapasitede bir varlık olsaydım, bir serçeye bakınca ne görecektim?”

Murat Baç
Murat Baç

Kant’a göre bizim zihnimizi nesnelere uydurarak algıladığımız ve anladığımız fikri son derece yanıltıcıdır. Tam tersine, eğer bir nesne bize belli bir nesne olarak görünebilmişse, bunun nedeni nesnenin bizim sınırlarımıza uygun hâle gelmesidir. Bir nesne, diyelim, bana “ağaç” olarak görünürken başka bir varlığa –ki bu mutlaka dünya üzerinde yaşayan bir

varlık olmayabilir– çok daha farklı bir şekilde görünebilir.

Muharrem Balcı
Muharrem Balcı

Ezcümle, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı ve dayanağı olan İstanbul Sözleşmesi ile zihinlerimiz, bize ait olmayan, namahrem eli değmiş kavramlarla işgal edilmektedir. Bizim referanslarımız aileyi, çocukları, merhameti, şefkati, emaneti, kadını yüceltmekte; “sizin en hayırlınız eşine en iyi davrananızdır”2 şeklinde öğretmektedir. Eşlerin karşılıklı birbirine

güzel muamele etmesini işaret etmekte, fıtratı ve biyolojik farklılıklarımızı önemsemekte, nesebi bozacak her türlü ilişkiyi de kesin surette reddetmektedir. Bu sebeple, İstanbul Sözleşmesine karşı insanımızı ve ailemizi korumamız ve toplumun sağlıklı inşası için kendi referanslarımıza sahip çıkmamız gerekmektedir. Bu zorunluluğun bir temenniden çıkıp, âile

geçmesinin yolu, şiddet toplumu olmaktan kurtulma çalışmaları yapmamızdan geçiyor. Unutmamalı ki şeytan insana zayıf olduğu yerden yanaşmaktadır. Şiddet, sadece bizim değil tüm toplumların zayıf noktası, yumuşak karnıdır. Şiddet, aynı zamanda güçsüzlüğün ifadesidir. Güçsüz ve korkak, kendilerine güveni olmayanlar genellikle şiddete başvururlar. İnsan hakları

mücadelesini zaman ve zemin, insan hayvan her tür canlı, kadın erkek tüm cinsler için topyekün mücadele olarak algıladığımız gibi, şiddetle mücadelede de topyekün algıyı geliştirmeliyiz. Bu mücadelede bizi başarılı kılacak her tür kavram ve toplumsal değerlere, zihne sahibiz. Sadece Batı hayranlığımızdan kurtulup, namahrem eli değmiş kavramlar ve yasalar yerine,

insan olduğumuzu hiçbir zaman unutturmayacak kavramlarla, sağlıklı zihinleri ve hukuku üretmemiz gerekmektedir.

Ronald L. Numbers
Ronald L. Numbers

Birçok doğa filozofu Aristotelesiliği reddederek mekanik felsefenin değişik bir versiyonunu benimsiyordu. Mekanik felsefe doğadaki bütün olayları madde ve hareketle açıklamayı amaçlıyordu. Fiziksel dünyada algıladığımız her türden duyunun mikroskobik madde parçacıklarından oluşan mekanizmalar tarafından üretildiği düşünülüyordu. Mekanik dünyada işleyen tek şey

temas ve çarpmayla hareket eden bu parçacıkların hareketleriydi. Eleştirmenler mekanik felsefenin materyalizme götürmesinden korksa da -hepsi inançlı Hristiyanlar olan Pierre Gassendi (1592-1655), Rene Descartes (1596-1650) ve Robert Boyle (1627-1691) gibi mekanik felsefeciler doğanın makineleşmesinin boyutlarını -hepsi maddi değil manevi varlıklar olanTanrı'nın, meleklerin,

şeytanların ve ölümsüz insan ruhunun varlığını savunarak sınırlıyorlardı.

Martha Moraghan Jablow
Martha Moraghan Jablow

Çocuklar bizi kızdırdıklarında, çoğunlukla onların ''bizi kışkırtmaya çalıştıklarını'', ''manipulatif olduklarını'' ve ''bunu kasten yaptıklarını'' düşünürüz ve bunu kişisel algıladığımız için öfkemiz artar.

Iben Dissing Sandahl
Iben Dissing Sandahl

"Kullandığımız dil son derece güçlüdür.Ayrıca kendimizi ve dünya fikrimizi algıladığımız ve tanımladığımız çerçevedir.Tanınmış bir Danimarkalı psikolog olan Allan Holmgren, gerçekliğimizin kullandığımız dilde yaratıldığına inanıyor. Bütün değişiklikler, dilde bir değişiklik gerektirir. Sorun, yalnızca sorun olarak adlandırılırsa bir sorundur."

Gilles Veinstein
Gilles Veinstein

‘’Dünya görüşlerimiz bizler için vazgeçemediğimiz manevi meseleler haline gelmiştir. Belirli bir şekilde algıladığımız bu dünyanın kaderi üzerine kendimizi sorguluyor, acı çekildiğini ve (bu dünyada) acı çekildiğini gördüğümüzde selameti arıyor, acıyı hiç değilse soylu kılmayı diliyoruz. Var olan her şeyle birlikte yok olmamız gerektiğine göre, (bu yok

oluşun) aynı zamanda bir amaç taşıdığını kabul etmek istiyoruz, bu amacı yok oluşun onurunda ve güzelliğinde bulacağız…’’
RICHARD WAGNER