Büyük, çok büyük adamdı Mustafa Kemal Paşa! Büyüklüğü, yaptıklarından çok, yapabileceklerinde yatıyordu! Mustafa Kemal Paşa geçmiş değil gelecektir.
Duygusal bir adamdı ama aldığı yaraları göstermeyecek kadar da cesurdu. Sevmezdi yaralarını göstermeyi, gardını düşürmezdi kolay kolay. İki kere düşürdü, ikisinde de yıkıldı.
"alemdağ'da var bir yılan
yirmisinde var mıydı, yok muydu
bilinmez...
bilinmezdi hangi düşte dolanır
kimi balık, kimi serçe
çipil çipil gözleri.
o geceydi,
aldılar götürdüler.
simitçiler ve şarapçılar şahittir
iki yanı iki polis,
yürüdü karanlık koridorlarda
önü rutubet, ardı sis.
bir köy
düşünde
nohut yolan.
elleri nasırlı
yüreği ve ömrü nasırlı
bir adam vardır,
gözleri serçe gözleri.
gözyaşı döker belki,
bilinmez.
bilinmezdi saçındaki tel tel akların,
alnındaki
derin yarıkların sebebi.
bir çocuktu ki,
uykusu yarım kalmış,
huzursuz...
bir adamdı ki,
kavgasında
kusursuz...
boynunda
bir isa ölüsü,
kimsenin aklına gelmezdi hani,
bu sondan başka türlüsü.
küfreder gibi,
kavgaya gider gibi,
yürüdü karanlık koridorlarda
iki yanı iki polis.
güldü işkence seslerine,
güldü kan ve ter kokusuna.
serçeler, balıklar, dağ kekikleri
selam ettiler o geçerken.
polisler
ceplerini,
gardiyanlar saçlarını aradı.
"alemdağ'da var bir yılan"
kayda geçirildi:
doksan beş sayfa saman kağıdı.
ömrü üstüne soğuk damgayı bastılar.
bir gece vakti,
kadim baykuşlar güm güm öterken
yirmisinde bir genci astılar."
Tanımlanamaz bir adamdı Sait Faik. Orhan Kemal öyle söylemişti. Bunun üzerine de bir tanımlamaya sığdırmak elbette zor ancak Sait Faik denizine süzülmek istedim, bir adam ki diğerleri gibi değildir. O Sait Faik’tir. Kendisi de “Bizim yüreğimiz bir tahtası eksiklerin yüreğidir.” der.
" 1999 depremi sonrası yardım için gittiğimiz Sakarya aklıma geliyor. Her sabah kahvaltı dağıttığımız çadırlardan birinden kötü kokular yükseliyordu. Belki sonra bana vermezler diye tenekelerle peynir istifleyen adamdı ortalığı korkutan. Yardım izdihamları, sıralara yapılan kaynaklar ve tatminsizlik dün gibi aklımda. Burada öyle bir şey yok. Bu bize göre anormal bir
durum? Mülteci kampında yanımıza bırakın anneleri, tek bir kız çocuğu bile tenezzül edip gelmedi, yalnızca babalar gençler ve oğullar. Erkekler paylardan ikramlardan faydalanırken akşam ezanı okundu. İşlerimizi bitirip gerekli notlarımızı aldıktan sonra hareket edecekken 15-20 kişilik bir grubun namaza durmuş olduğunu gördük. Yanımızda hiç gelmemişlerdi. Namaz vakti
girmişti çünkü. Ne et ne diğer hediyeler ne de yokluk umurlarındaydı. Anladığımdan daha ileride bir şeylerin anlatılmak istediğine kani oluyorum. Burada Türkiye'den binlerce kilometre uzakta yokluğun ortasında ümmetin çocuklarından ders almayı nasip ediyor yaradan. Arabanın camından onları seyrederken kocaman bir yumrunun boğazıma çöreklendiğini anımsıyorum. 'Eşref-i
mahlukat nedir?' diye soran şaire, yaşayanları Türk olmadığı halde buraları salık vermek gerektiğini düşünüyorum günler sonra... "
Adolf Hitler, kitapları toplmaktan ziyade yakmasıyla meşhur bir adamdı ama buna rağmen, 56 yaşında öldüğünde tahminen 16 bin ciltlik bir kütüphaneye sahipti.
"O, cennette yeri hazır olan bir adamdı ve evrenin doğal güzellikleri gözlerinin önündeydi; ancak gördüğü manzaraları paylaşabileceği bir dostu olmadığından, bu muhteşem anlardan çok az zevk aldı."