Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben.
Ey dağların dertlerini dinleyen rüzgâr! Benim artık yalnız sana itimadım var. Gelmiş gibi uzaktaki bir seyyareden Yabancıyım bu gürültü dünyasına ben.
“Duygular, duygular, duygular
Bırak kentleri
Bırak yapıların görkemini, yoksulluğunu,bırak yolları
İstasyonları
İnsanları , yabancıları, sevdiklerini ,çocukluğunu ölen uzaktaki insanlarını
Bırak,bırak,bırak içinde seni kemiren seni bırak
Bak nerelere varıyor gökyüzü
Hangi zamanlara
Hangi sonsuzluğa
Git...”
8 Mayıs 1913
“ Kalbim kanıyor... her yerde son Haçlı seferinin yarattığı bu sefaletin izleri görülüyor. Düşmanın yaptığı, hem de İstanbul’un burnunun dibinde yaptığı bütün vahşeti size anlatabilseydim, uzaktaki zavallı Müslümanların başına neler geldiğini anlardınız. Ama kinimiz kuvvetleniyor. İntikam, intikam, intikam; başka kelime yok. “
“Şiddet, kendini üstün varlık olarak görenlerin, güçsüzlere uyguladığı baskı ve zulümdür. Karşısındakini insan olarak eşit görenler şiddete başvuramazlar. İşte bu anlayışı yerleştirirsek dünyaya örnek olur, şiddetin yeryüzünden kalkmasını sağlarız bir gün.” diyordu.
Sözlerindeki “bir gün” ifadesi Aylin Hanım’ın ağzından biraz ümitsizce mi
çıkmıştı ne; çok uzaktaki bir gün gibi hissettiriyor, insanın hevesini kırıyordu biraz.
Kadınlar Otobüsü, Sayfa 275
.
30 Temmuz 1587’de Segorbe piskoposu Martín de Salvatierra, II.
Felipe’ye gizli-Müslümanlar’dan (moriscos) kesin olarak kurtulmak için iki çözüm teklif ediyordu.
Bunlardan birincisine göre, gizli-Müslümanlar (moriscos), gemilere doldurulup, açık denizlerde, denize atılarak boğdurulmalıydılar.
İkincisine göre ise, eğer başka yerlere
gönderilecekler ise, kesinlikle Kuzey Afrika’ya sürülmemeliydiler. Çünkü orada yeterince Müslüman, yani kendilerine saldırılar düzenleyebilecek düşman vardı. Onun yerine, hadım edilmiş erkekler ve kısırlaştırılmış kadınlar, uzaktaki bir yer olan Kuzey Amerika’ya götürülmeliydiler.
Orada ücra bir yerde bırakılıp, ölüme terk edilmeliydiler.
"Hiçbir insan, başkalarının ihtiyaçlarını, kendininkileri gördüğü gibi canlılıkla görecek kadar zeki ya da uzaktaki insanların yardımına koşmak için yeteri kadar hızlı olmayacaktır. Yine de zekice kurulmuş bir toplumsal eğitimi için, insanın sempati sınırlarını genişletmek olanaksız değildir."
Guglielmo Marconi (Gulyelmo Markoni okunur) bundan uzun yıllar önce yaşamış bir bilim insanı. Marconi kablosuz haberleşmeyi sağlayan bir cihaz yapmayı hayal ediyordu. Bunun için radyo alıcısı, radyo vericisi ve anten gibi buluşları bir araya getirmenin yollarını arıyordu.
Bir gün yardımcısıyla birlikte evinin çatısına güçlü bir radyo vericisi yerleştirdiler. Bir
radyo alıcısını da evden biraz uzaktaki bir tarlaya koydular. Marconi radyo dalgalarını kullanarak evinden tarladaki alıcının yanında bekleyen yardımcısına bir sinyal göndermeyi başardı. Böylece radyo teknolojisi için ilk adımı atmış oldu. Marconi’den sonra başka bilim
insanları radyo dalgaları üzerinde çalışmaya devam etti. Bir süre sonra da bugün
kullandıklarımıza benzeyen radyolar geliştirildi.