Duygusal hislerin nereden geldiği merak edilebilir. Bir cevap, bedenden geldiği şeklindedir. Sağduyu, bedensel değişimlerin bir duygunun sadece deneyimlenmesinden sonra ortaya çıkabileceğini varsaymaya eğilimlidir. Kalbimiz hızlı çarptığında coşku hissederiz; akabinde utanırız ve yüzümüz kızarır. 19. yüzyılın sonunda William James ve Karl Lange -birbirinden bağımsız
olarak- sağduyunun işleri tersten aldığı sonucuna vardılar: [Buna göre] bedensel değişimler duygusal deneyimlerimizi öncelerler. Kalplerimiz hızla çarpar ve coşku hissederiz. Eğer James ve Lange haklıysa, duygusal deneyimlerimiz, bedendeki çeşitli değişimlerin deyimleridir. Kalbimizin hızla çarptığını, yüzümüzün güldüğünü, akciğerlerimizin daraldığını,
kaslarımızın kasıldığını, avuç içlerimizin terlediğini ve benzerlerini hissederiz. Duyguların sıklıkla sancılar ve ürpermeler olduğunu ileri sürmüştüm. Ürperme hissi derideki papillerin kalkmasından dolayı olabilir; sancı, sindirim kanalındaki kasılmadan ileri geliyor olabir. Bu görüşü desteklemek için James ve Lange, okuyucularından şunu ister: Bir duyguyu
hissedişinizi hayal edin ve bunun ardından sistematik olarak duyguya eşlik eden bedensel durumların hislerini bundan çıkardığınızı hayal edin. James ve Lange bu zihinsel çıkarma egzersizinin kendi kuramları için güçlü bir dayanak olduğunu düşünürler: Zira bir kez bedensel hisler yok olup gittiğinde, ortada duygusal deneyim adına hiçbir şey kalmaz. Duygusal hislerin
kökeni hakkındaki James-Lange önerisi, duyguların his kuramı ile birleştirilebilir. Eğer duygular hislere ve duygusal hisler bedensel değişimlerin hisleriyse, demek ki duygular, bedensel durum değişimlerinin hisleridir. James'in dediği gibi "Oluşturmakta olan değişimlere dair hissimizin kendisi duygudur". Buna somatik hissetme kuramı diyelim.
Capra, Fritjof, Fiziğin Tao’su, trc. Kaan H. Ökten, İstanbul, 1991.
Christianson, Gale E., Newton ve Bilimsel Devrim, trc. Celal Kapkın, İstanbul, 2000.
Coleman, James A., Herkes İçin Görelilik, trc. Osman Gürel, Ankara, 1987.
Coles, Peter, Einstein ve Tam Güneş Tutulması, trc. Kaan H. Ökten, İstanbul, 2000.
Cushing, James T., Fizikte Felsefi Kavramlar 1,
trc. B. Özgür Sarıoğlu, İstanbul, 2003.
Dobbs, Betty J. T. ve Margaret C. Jacob, Newton ve Newtonculuk Kültürü, trc. Gökçen Ezber, İstanbul, 2000.
Einstein, Albert ve Leopold Infeld, Fiziğin Evrimi, Ankara, 1994.
Einstein, Albert, İzafiyet Teorisi, trc. Gülen Aktaş, İstanbul, 1991.
Einstein, Albert, Özel ve Genel Görelilik Kuramı, trc. Aziz Yardımlı,
İstanbul, 1997
Feynman, Richard, Fizik Yasaları Üzerine, trc. Nermin Arık, Ankara, 1995.
Feynman, Richard, Kuantum Elektro-Dinamiği, trc. Ömür R. Akyüz, İstanbul, 1995.
Goldsmith, Donald, Einstein’ın Büyük Yanılgısı, trc. Fatma Esin, İstanbul, 1997.
Gottfried, Ted, Enrico Fermi: Atom Çağının Öncüsü, trc. Celal Kapkın, İstanbul, 1999.
Heisenberg,
Werner, Einstein’la Yüzleşmek, trc. Kemal Budak, İstanbul 2003.
Heisenberg, Werner, Einstein’la Yüzleşmek, trc. Kemal Budak, İstanbul 2003.
Her ne kadar pragmacılığın kurucusu Peirce olsa da, “doğru” kavramı konusunda en ilginç pragmacı (ve, genel anlamda, gerçekçilik karşıtı) fikirleri W. James sunmuştur. Bazı yorumcuların da fark ettiği gibi, James’in doğruluğa ilişkin söyledikleri yer yer tutarsızlık göstermektedir. O yüzden, James’in görüşü bazen “kökten pragmacılık” bazen de
“ılımlı gerçekçilik” şeklinde yorumlanmıştır.
Yıllar önce James Churchward’ı okurken, hiç Anunnakilerden bahsetmediğini görmüş ve şaşırmıştım. Ya bilmiyordu ya da riske girmek istememiş ve hiç kitaplarında onlardan bahsetmemişti. Oysa tüm kadim tabletler, semboller, antik yapılar ve hatta kutsal kitaplar da onlardan bahseder. Sembolleştirilerek verilen bilgiler, tıpkı bir matematik formülü gibidir; X ve Y yi bulup
formüle yerleştirdiğinde, sonuç nettir. Anunnakiler de böyledir işte. Bütünün bana göre en büyük ve halen resmi olarak kabul edilmeyen parçası, bu antik astronotlardır. Görüyorum ki burada, Peru’da da Anunnaki anlatımı yok. Sümerlerin ‘Göksel ataları’ Anunnakiler, dünya gezegenine indikleri andan itibaren tüm coğrafyalarda medeniyetler kurmuşlardır. Her
coğrafyada, tanrılar olarak görülmüş ve antik halkların yazılı ve sözlü edebiyatında yer almışlardır. Her kültür onları birbirinden çok farklı adlarla andığı için, birbirinin aynı mitolojiler içinde bile, farklı isimlendirildikleri için karışıklık yaşanmıştır. Kayıp parçalar iyice artmıştır bu yüzden. Örneğin, dünyaya ilk inen Alalu’dan sonra
gelenlerin, yani “ilk 50“ denilen Anunnakilerin yöneticisi olan Enki, tüm mitolojilerde yer alır. Türklerde Erlik Han, Hintliler de Shiva, Yunanda Poseidon, Zerdüştlükte Ehrimen, Mısırda Ptah diye geçer adı. Bunun gibi devam eder diğerleri de.
Elinizdeki biyografi, İngiliz ve Alman iki tarihçinin ortak çalışması olarak hem İngilizce hem de Almanca kaleme alınmıştır. Yazarlar, tek bir kaynak metnin tercümesi olarak değil, bağımsız çalışmalar olarak değerlendirilmesini istedikleri her iki dildeki baskının sorumluluğunu birlikte üstlenmektedirler. Kitap, her iki yazarın da üyesi oldukları Oxford’daki St.
Antony’s College’in uluslararası atmosferinin sağladığı olanaklar sayesinde başarıyla hazırlanabilmiştir. Yazarlar, St.Antony’s College ile birlikte iki yıllık Oxford bursunu finanse eden Bad Godesberg’teki Deutsche Akademische Austauschdienst’e de teşekkürü borç bilirler. St.Antony’s College’in müdürü ile Deutsche Akademische Austauschdienst başkanı, kitabın
yazılışı sırasında bizden anlayış ve yardımlarını bir an bile esirgemediler: Bu kitap samimi şükran duyguları içinde onlara atfedilmiştir. Ayrıca uzun süren arşiv araştırmaları için yazarlara, Nordrhein- Westfalen (Düsseldorf) Eyalet Hükümeti ve Camegie Foundation of Scotland tarafından sayısız yardım sağlanmıştır. Yazarlar bu yardımlar için teşekkür ederler.
Doktora tezi olarak kitabın bölümlerini dikkat ve özenle inceleyen Prof. Dr.Werner Hahkveg (Münster) ve Dr. George Katkow (Oxford) gösterdikleri sabır, eleştirel yaklaşım ve özverili ilgiyle bir sürü engel ve zorluğun aşılmasını sağladılar. Yazarlar, onlara bu kısa teşekkür yazısında ifade edebileceklerinden çok daha fazla teşekkür borçlular. Bu çalışmaya öğüt ve
yardımlarıyla katkıda bulunanlar arasında özellikle şu isimlerin altını çizmemiz gerekiyor: Profesör Sir Isaiah Berlin Mr. David Foorman, Profesör Dr. Heinz Gollwitzer, Mr. James Joll, Profesör Dr. Erich Matthias, Mr.Peter Netti, Dr. Eberhart Pikart ve Profesör Leonard Schapiro.
Aleksandr Helphand’la aynı dönemde yaşamış olanların sundukları değerli ipuçları ve
bilgiler içinde de teşekkür ederiz. Bunlar arasında özellikle Bayan Martha Jaedckh (New York), Dr. Moritz Bonn (Londra), Bay Amo Scholz (Berlin), Bay Bruno Schönlarık jun. (Zürih) ve Bay Saffet Lütfi Tozan, O.B.E. (İstanbul) öne çıkarılmalıdır. Londra’da Foreign Office, Bonn’da Dışişleri Bakanlığı, Koblenz’de Federal Arşiv, Berlin’de Merkez Arşiv, Amsterdam’da
International Instute of Social History ve Viyana’da Saray ve Devlet Arşivleri’nin evrak memurları, bilgileri ve yardımseverlikleriyle kaynak metinlerin oluşturduğu okyanus içinde yazarların yollarını bulabilmelerine yardımcı oldular. Hepsine yürekten teşekkürler. Bu kitap yazılırken henüz bilinmeyen Kurt Riezler’in Hatıra Defteri, bizce ancak ayrıntılarda bazı eklemeler
yapmayı gerektireceğinden, kitabın genel çerçevesini değiştirmeyecektir. Bitirirken, kitabın İngiliz yazarının eşi Bayan Anthea Zeman’a sık sık “Parvusistler” Fraksiyonu’nun karargâhına dönüşen evinde bizi büyük bir konukseverlikle ağırladığı ve çalışmamıza ilgisini hiç yitirmediği için teşekkür ederiz.
Winfried B. Scharlau-Zbynek A. Zeman
yüzyıl içerisinde evrenin 13,8 milyar yıl önce yapmış olduğunu yapacağız. Kendi zekasını yönlendirebilen başka bir türün yaratılması. İşte bu yüzden yazar ve belgeselci James Barrat yapay zekayı son icadımız olarak adlandırıyor.
Osmanlı Devleti’nin Suriye bölgesinde, Müslüman halkın erkek çocukları için cami kenarlarında Küttab adı altında oluşturulmuş olan ve Kur’an okumayı öğreten okulların dışında pek bir eğitim faaliyeti yoktu. İmparatorlukta millet sisteminin uygulanmasından dolayı her millet kendi okulunu açmakta serbestti. Eğitim sayesinde misyonerlik faaliyetlerine yeni bir anlayış
kazandıran ABD’li misyonerlerin bu sayede hangi tür imkânlara kavuştuğunu belirten Amerikalı Protestan misyoner James Barton, aşağıdaki tespitlerini sıralamaktaydı:
‘’Eğitim verilen çocuklar sayesinde misyonerler, aileler ile kolay bir iletişim kurabildiler. Açılan okullarda yerel halktan personel istihdam edilmesi ve ayrıca yerel öğretmenlerin yetiştirilmesi,
misyonerlerin halk arasına sızmasını mümkün kıldı ve halkın misyonerlere karşı olan önyargıları yıkılmaya çalışıldı. Çocuklarının modern bir eğitim almasını isteyen ailelerin talepleri Osmanlı Devleti tarafından kısa sürede karşılanamayacağı için Protestan misyoner okullarının bu ihtiyaca kısa sürede cevap verebilecek bir potansiyele sahip olması misyonun
birçok sahada etkinliğini artırdı.’’