Holokost'tan sağ çıkan bir Yahudi doktor bir keresinde Nazi doktoru Dr.Fritz Klein'a bir doktor olarak bu cinayet faaliyetini Hipokrat Yemini'yle nasıl bağdaştırabildiğini sordu.Yanıt şöyleydi:"Elbette ben bir doktorum, insan hayatına saygı gösteririm ve kangren olmuş bir apandisti hasta bir bedenden çıkarırım.Yahudi,insanlığın bedeninde kangren olmuş bir apandistir."
Gözyaşı da bedensel bir atıktır ama kimse ona diğer atıklara baktığı gibi iğrenerek bakmaz. Hipokrat gözyaşını bir atıktan çok beyinden gelen bir beden sıvısı olarak görmektedir. Tanrı bilimci Tetsuo Yamaori bana gözyaşının insanların kalplerine dokunduğunu söylemişti. Yaşların parıltısı duygularımızı uyandırır.
El-Kanun Fi't-tıb'bın Latince bir neşrinde (Pavia 1510) yer alan kapak resmi, onun tıp ilmindeki otoritesinin nasıl değerlendirildiğinin bir göstergesidir; zira resim İbn-i Sina'yı ortada bir tahtta, Hipokrat ve Galen'i de onun iki yanında otururken tasvir etmektedir.
Araştırma belgelerine göre, Danimarkalı doktorlar Hipokrat yeminlerini (doktor yemini) unutarak, Alman düşmanlığı gösteren, bir kısım sıradan Danimarkalılar gibi davranmışlardı. Öyle ki, doktorlar, ihtiyacı olan her insana yardım edeceklerine ilişkin yaptıkları doktorluk yeminlerini, mültecilere yardım konusunda bilerek unutmuşlar ve insanlık suçu işlemişlerdi.
Aristo, fizyognomiyi (yüz okuma) kişilerin ruh halini
öğrenmek için kullanırken, Hipokrat bu usulle hastalara
teşhis koymuştur.
Genelde söylenen şey haklı savaşların olabileceği ama masum ordunun olmadığıdır. Aynı şey savaş için olduğu kadar bilim için de geçerlidir. Artık gerçekten masum olan bir bilim yoktur. Uzun bir süre boyunca bir yerlerde tarihin mahkemesi diye bir şey olduğuna inanılmasının nedeni kuşkusuz tarihimizin hayli kötü bir geçmişe sahip olmasıdır. Bugün ise bizleri
rahatlatmak amacıyla uluslararası ölçekte bir deney adaleti tesis edilmesi için uğraş sarfediliyor. Bu yeni adaletin görevi artık pek fazla itibarlı olmayan bir deneysel bilim'in istismarlarını ve aşırılıklarını kamuoyu önünde iyi kötü idare etmek, bir ekonomik suç haline gelen uygulamalı bilime bir parça vicdan ve bilinç katmak. Ancak şundan emin olalım ki, üyeleri
arasında bilimsel ve teknik uzmanlar, tek tük ahlak temsilcileri ve bir zamandan beri de büyük tröstlerin temsilcilerinin dahil olduğu bu yeni, derme çatma mahkemelere başvurularak insan klonlama meşrulaştırılabilir, aldanmış veya gözünü kar hırsı bürümüş bir kamuoyu nezdinde insan klonlama yasal hale getirilebilir. Bu mahkemelerde bulunan meşhur âkil adamlar arasından
bir bölümü insan klonlamanın biyomedikal uygulamalarının yararlarını öne sürmeye çoktan başladılar bile. Hatta bu bilimsel gelecek sözcüleri, biraz daha cesur davranarak, insan klonlamayı sınai ölçekte bir onarım aracı haline getirebilirler. Klonlamayı hala mümkün olan büyük bir nükleer felaket veya soykırım gibi durumlarda yararlanılacak bir alt-proletarya yaratmak
için kullanmayı bile savunabilirler. Böyle bir onarım bugün etik değer demeyi sürdürdüğümüz şeye benzer bir değer yargısına sahip midir? En azından, Hipokrat yemininin birinci maddesiyle, öncelikle zarar vermemek deyişiyle uzaktan yakından bir ilişkisi var mıdır? Yoksa bu kılık değiştirmiş bir vahşilik midir, ölümü öldüren ölüm müdür?
Eski uygarlıklarda düşüncenin kalpten geldiğini inanılırdı. Fakat MÖ 460-379 yılları arasında yaşayan Hipokrat bu görüşe karşı çıktı.
Hipokrata göre travmatik kafa yaralanmaları sonucu ortaya çıkan konuşma ve duygu bozuklukları, beynin, zekanın merkezi olmasından kaynaklanıyordu.
Aristoteles, Hipokrat'ın çalışmalarını kalp üzerine yaptığı kendi
çalışmalarına dahil etmeye çalıştı. Kalbin daha yüksek düşünüşün merkezi olduğuna inanmasına rağmen, duyguyla fazla ısındığı zaman beynin kalbi soğuttuğunu da düşünüyordu. Rasyonel insanlar beyinlerini n soğutma kapasitesi daha yüksek olanlardı.
Günümüzde bile çok tanınan biri olan Galen, Romalılar zamanında gladyatörlerin doktoruydu ve yaşadığı
dönemde de çok tanınmış biriydi. Galen Hipokrat'ın görüşünü savundu. Koyun kadavraları ve travmatik yaralar alan gladyatörler üzerinde etraflı incelemeler yaptı. Vardığı sonuçlar, beynin zekalı merkezi olduğunu kesin olarak tespit ediyordu.