Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türk'tür, bu Bulgar'dır ve bu Yunan'dır. Ben, vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim. Neden? Çünkü bunlar Bulgar'mış ya da bilmem neymiş. Şimdi sık sık şöyle diyorum: Hay kahrolasıca pis herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım,
artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır, şu kötü. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk! Hepsi bir benim için. Şimdi, iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça da, buna bile bakmamaya başladım. Ulan, ister iyi, ister kötü olsun be! Hepsine acıyorum işte. Boş versem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah
diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da tanrısı ve karşı tanrısı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek. Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be... Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.
ALACAKARANLIK
Ben bu ışığı biliyorum, bu acımasız aydınlığı,
Ve bir atlı arabanın sessizliği yırtan tekerlek takırtalarını,
Büro pencerelerinin demir parmaklıkları altında,
Biliyorum, soluksuz uykuya dalmış sokağın ıssızlığını...
Gece karıştı yıllara, özgür ve çılgınca.
Hâlâ yanıyor yüreği sarsan cümle güçlerin
ateşi;
Sert sabah ayazı sessizce yalamakta göğsümü oysa.
Kımıltısız evler binlerce mezar sanki.
Ölüler uyuyor o evlerde, kimileri iki kişi, kimi yalnız, tek,
Kimi sırtüstü, ağız açık, yüzükoyun kimi...
Ama gökyüzüdür benim istediğim derin ve engin,
Ve görkemli uzaklıklar çıplak doğanın duru bağrunda!
İki denk
dünya var, iki denk şiir;
Gündüzün dünyası ve dünyası gecenin, çılgınlığın ve aklın,
Gece yarıyı vuran saattir ama iki dünyanın zor sınırı,
Işığın hükümsüz kaldığı ve derinleştiği an karanlığın.
Son bir arzuyla çırpınıyor dökmek için ruhum...
Gece gördüğü düşü gündüzün yararsız kalıplarına,
Ama
boşuna korkuyor, ve boşuna büyü yapıyorum:
Sen, ey gündüz, güçlü düşman, yine boyun eğdiriyorsun bana!
1902
Şimdi boş ve ıssız olan bu yamaç üzerinde eskiden bir Türk mahallesi bulunuyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında burada oturanlar dağıldı. Sonra evler bakımsızlıktan yıkıldı. Böylece şehir bir mahallesini kaybetti.
Spor arabalar, evler ve para, refahı oluşturmaz. Onlar refahın semptomlarıdır. Gerçek refah bunları elde eden kişinin zihinsel durumudur. Benzer şekilde, paranın, malların ve diğer şeylerin yokluğu da yoksulluk değildir. Bunların yokluğu, yoksulluk durumunun koşuludur. Yoksulluğun kendisi de basitçe bir zihin durumudur.
Sık yapılı, yanlış büyümüş evler gibi art arda
Düşmemek için birbirine tutunmuş günler
Yaşamak böyle görünüyor profilden bakınca
Dünyanın tüm arka bahçelerini dolaşarak
New York'ta bir kişinin oturduğu yere davet edilmek büyük bir güven göstergesidir. Evler kişilerin sanat eseri,mobilya,boya seçimleri kendi zevk ve tarzları hakkında çok şey anlatır ama bu her yerde böyledir değil mi?
Yönetime el koyan askerler tarafından evler basılıyor, çocuklar, gençler, kadınlar, ihtiyarlar toplanıyor, kitaplar, gazeteler ve dergiler yakılıyordu.
"... Herhangi bir alanda iyi olan kimseler bu işi çocukluğun dan beri yapıyor olmalı... Örneğin, iyi bir inşaatçı çocukluğun da evler inşa etmiş olmalı... Geleceğin askerleri biniciliği ya da diğer egzersizleri öğrenmeli... Eğitimin en önemli kısmı yuva döneminde verilen doğru eğitimdir." (Plato, 1952, s. 649)