O eskiden beridir gerçi hep o âfet idi
Fakat şiârı faziletlerle ülfet idi
Onun bu hâleti hem başka bir letâfet idi
Ne cilvedir ki bu yârim yabancılaşmıştır
“Ruhlâr, (ruhlar âleminde) toplu halde bulunan bir ordudur. Onlardan birbirini tanıyanlar birbirleri ile anlaşırlar, ülfet ederler tanımayanlar ise ayrı dururlar”(Buhari) hadisini örnek verir. Gazzâlî, mezkür hadise göre, insanların birbirlerine düşmanlık beslemesini ayrılığın; birbiriyle anlaşmasını münasebetin neticesi olarak değerlendirmektedir.139 Ayrıca
İnsanların ruhî bakımdan gizli bir münasebetinin olduğuna işaret eden mezkür hadis, ruhlar âleminde birbirleriyle tanışan ruhların aynı şekilde dünyada birbiri ile ülfet edeceğini vurgulamaktadır.
Bununla birlikte iyi insanların iyilerle, kötü karakterli insanların da kötülerle ünsiyet edebileceğine dair işaretler vardır. Nitekim Türkçe’de “Bana
dostunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” atasözü mezkúr hadisin işaretlerini doğrulamaktadır.140
Başka bir ifadeyle ülfet, toplumsal huzur ve mutluluğun temel şartlarından biri olarak kabul edilmektedir. Yukarıda ele alındığı üzere, insanın tabii olarak iyiye ve kötüye meyli olduğu göz önüne alındığında eğer insanlar arasında sevgi ve ülfet bağı kuvvetlendirilmezse, toplumda onların yerini düşmanlık, haset ve kıskançlık gibi reziletler alacaktır.125
Ülfetin Allah’ın insanlara bahşettiği en büyük nimetlerden biri olduğunu söyleyen Gazzâlî, ülfeti iyi/güzel ahlâkın; ülfetin zıddı olan ayrışmayı da kötü ahlâkın ürünü görmektedir. Bu anlamda Gazzâlî, insanları Allah için sevmenin ibadetlerin en güzeli olduğunu ifade etmekte, ancak Allah için insanları sevmenin de bazı şartları olduğunu ve bu
şartlara dikkat edildiği takdirde insanların birlik (ülfet) oluşturup, birbirleri ile kardeş olabileceğini söylemektedir.126 Çünkü İbn Miskeveyh’in dediği gibi, insanın tabiatında diğer insanlara karşı bir yakınlaşma duygusu vardır. İnsanlar arasında kin ve düşmanlığın olmasını engellemek için tabii olarak bulunan yakınlaşma duygusunun titizlikle korunması ve
kullanılması gerekmektedir.
İbn Miskeveyh’e göre insandaki bu tabiî duygunun iyi yönde kullanılması için din ve bütün âdetler insanların bir araya toplanabileceği meclisleri tavsiye etmiş ve böylece insanda güç hâlinde bulunan duygunun fiil hâline geçmesi hedeflenmiştir. Nitekim beş vakit namazın camide kılınmasmın tavsiye edilerek, toplu hâlde kılınan
namazın ferdî kılınandan daha üstün olduğunun bildirilmesi, insanlar arasındaki sevgi ve ülfetin yaygınlaştırılması amacına yöneliktir.
Zikredilen amaca yönelik bu tavsiyenin en büyük delili de Allah’in şehirlerde haftanın belli bir gününde toplanılmasını zorunlu kılmasıdır. Evlerde oturan nasıl ki her gün toplanabiliyorsa, mahallede, köy ve
kasabalarda, şehirde oturanlar da haftanın bir günü toplanabilir. Hatta Allah bütün Müslümanların ömürlerinde bir kez Mekke’de toplanmalarını emretmistir.
Gazzalinin açıklamalarından hareketle, Allah sevgisinin insanlar arasında sevgi ve ülfet duygularının yaygınlaşıp, insanların gönül bağlarının kuvvetlenmesine büyük katkısının olduğunu söyleyebiliriz. Zira Allah sevgisi, var olan her şeyi ve insanları sevmeyi de kapsamaktadır. Böylece insanda fıtrî olarak bulunan sevgi, ben merkezli olmaktan çıkıp, toplumsal bir
boyut kazanabilecektir. Zira yukarıda belirtildiği üzere, ancak ahlâkî yetkinliği kazanmış insanlar iyilik ve güzellik gibi üst değerleri severler.150
Dolayısıyla ahlâkî yetkinliği kazanmış insanların çoğunlukla olduğu bir toplumda da sevgi ve iyilik yaygın bir şekilde mevcut olur ve bunun neticesinde bir sevgi ahlâkı oluşturmak mümkün olur. Çünkü sevgi
ahlâkının mümkün olduğu toplumdaki insanların en önemli özelliği, diğerkâmlık niteliğine sahip olmalarıdır. Ben merkezcilik, sevgi ahlâkında hoş görülmeyen bir özelliktir.151
Şimdi münâfıkânedür ülfet zamânede
Ahbâb ile mahabbet o da bir zamân imiş
Tutuşsun ol çemen kim lâlesinde dâğ-ı hasret yok
Gülünde bûy-i ülfet nergisinde çeşm-i ibret yok
Yansın o bahçe ki, lâlesinde özlem yarası yok,
Gülünde dostluk kokusu, nergisinde ibret gözü yok.
Paranı ver, gönlünü ver, canını ver
Ama SIRRINI VERME! ...
Günlerini say, kazancını say, büyüklerini say
Ama YERİNDE SAYMA! ...
İşini beğen, aşını beğen, eşini beğen
Ama KENDİNİ BEĞENME! ...
Emek ver, kulak ver, bilgi ver
Ama SAKIN BOŞ VERME! ...
Fidan büyüt, çocuk eğit, yoksul besle
Ama KİN BESLEME! ...
Davet et,
hayret et, ülfet et, affet
Ama İHANET ETME! ...
Kitap oku, meslek oku, dünyayı oku
Ama LANET OKUMA! ...
Sınıfını geç, hayatını seç, rakibini geç
Ama GÜLÜP GEÇME! ...
Gönül al, dost al, yoldaş al
Ama BEDDUA ALMA! ...
Yaklaş, tanış, konuş, uzaklaş
Ama UŞAKLAŞMA! ...
Doğrul, sayrıl, evril, devril
Ama EĞRİLME! ...
Hislen, tasalan, seslen, uslan
Ama PASLANMA! ...
İtil, ütül, atıl, katıl
Ama SATILMA!..
(...)
Bir kadın kendisinin kıyafetlerini yıkarken
orta doğuda
atlas okyanusunda
türlü bahanelerle gelir kapitalizm
çünkü başörtüsü vardır kadında
hep hizmetçisidir kendisinin
bez parçası diye bahseder ondan hep
anlam yükünü bilmez
İskilipli Atıf Hocanın cevabını bilmez
anlam ve değer yargılarını geliştirmek ona
göre
kendi görüşünü daha çok savunmayla olur
ah kapitalizm ! oyna bizimle
herkesin karşısına çıkmıştır halbuki
ve hiç kimse inkar etmemiştir onu
herkes yüzünü görse tanır
yüzsüz yüzünü tanır herkes
sesi kulaklarda yankılanır
en çok da duyduğu
anlamsız sözler karmaşası olan poplardan
herkes kokusundan dahi
tanır
o çikolata kokan vanilya aromalı deodoranttan
genzi yakan bir koku geldiğinde tanır
herkes tadından dahi tanır
balzamik soslu salatanın yanında bunun portakalla
terbiyesi çok iyi oturmuş derken üstüne
kralların burgerinden yediğinde artık keyfine
diyecek yoktur
bunun der tavuğunu çok seviyorum
akşama pizza yiyelim
olur
yiyelim, yanında kola, gazoz ne varsa içelim
sarı gazoz diyorlar caizmiş
ne çok düşünür bizi gavurlar
çikolatalar, kekler, krakerler, bisküviler, meyve suları
popcorn ki böyle yazılmazsa yenilmez patlamış mısır veya pap
(...)
ama herkes tanıyor kapitalizmi
herkes biliyor
herkes aşina
herkes ülfet peyda etmiş
lakin
herkesin dilinde şu cümle
kahrolsun kapitalizm
kahrolsun Amerika
kahrolsun İsrail
ama, ama en çokta kapitalizm
“Aziz sıddık kardeşlerim!
Hiç münasebet yokken, birden bire hatıra geldi ki: Husrev ve küçük Husrev Feyzi gibi bir kısım kardeşlerimiz, kalemleri her vakit Risale-i Nûr'u yazmak vazifeleriyle ülfet ve ünsiyet ettiklerinden, burada vazifesizlikten sıkılmamak için; Eski Said'in Tarihçe-i Hayatı, hem Eskişehir mahkemesinde hem bu hadisede ziyade medâr-1 nazar olmasından,
Yeni Said'in 20 senelik hayatının yarısı Isparta'da geçen kısmı, büyük Husrev ve rüfakasının.. ve Kastamonu hayatı küçük Husrev ve arkadaş-
larının muavenetiyle - sonra tanzim edilmek üzere - notalar tarzında yazılsın. Risale-i Nûr'un bir nevi Tarihçe-i Hayatı yazılmış olur. Hem fikri eğlendiren bir meşgale olur, diye tahattur ettim. Sizin reyinize havaledir.
Eğer Hizb-i Nûrî elimize geçse, ben de Husrevler gibi onun ter- cümesiyle vazifedar olurum İnşaallah.” *
*Denizli mektupları elyazması zübeyir abi'nin kitabı s.35
41
Salisen: Hapishanede Husrev ve Feyzi'ye demiştim; " Isparta'da geçen, Risale-i Nur noktasından tarihçe-i hayatı Husrev yazsın, Kastamonu'daki hayatımı Feyzi yazsın. Ta Risale-i Nur'un bir
nevi tarihçesi olsun" diye tensib etmiştim. Şimdi İhtiyarlar Risalesi'nin ricaları içinde, Onbeşinci Rica, Isparta ve Eskişehir hayatı.. ve Onaltıncı Rica "Kastamonu ve Denizli imtihanlarının mahiyetlerini göstermek için muhtasar bir fihriste, mücmel bazı esasları yazmak niyet ettim. Ta Husrev ve Feyzi'ye esas olsun. O iki ehemmiyetli Ricaları onlar17 yazsınlar."
Said-i
Nursi18
17 Bilahere mezkur Ricaları da Hazret-i Üstad telif etmiştir.
18 El yazması (Badıllı) Emirdağ lahika mecmuası s 60-61