Ah Allahım!
Bu düzen içinde bu yalnızlık fazla değil mi bu iradeye?
"Bir insanın sırtına, taşıyacağından fazla yük vermem" demiştin.
Duyuyormusun beni?
KIZ çocuklarının BABALARI neden ölümsüz değil!
Kendi çocuklarının ilk adımlarını kaçırmışsan, başarı basamaklarını çıkmanın ne anlamı var? Bir evi tasarlamaya vaktin olmamışsa, apartmandaki en büyük daireye sahip olmuşsun ne işe yarar? Çocukların babalarını tanımıyorsa, tüm ülkede sıkı bir avukat olarak tanınmanın ne anlamı var ?
Hikâye devam eder. Başka acılar beklemektedir onu: Yedi sene zarfında, önce üç çocuğunun, sonra çocuklarının anasının gözlerinin önünde teker teker ölmesine şahit olur. Bu sırada, Avrupa'da, onun hiçbir zaman varlığından bile haberdar olmayacağı koskoca bir dünya çökmektedir.
Bu katil hırsızlar, yaptıklarını medeniyet kisvesine de büründürmeye çalışmışlardır. Sanki savaşın medeniyetle bir ilgisi olabilirmiş gibi, adabı muaşeret kuralları oluşturmuşlardır. Peki bu kuralları kim, neden oluşturmak ihtiyacı hissetmiştir ? Savaşta uyulması gereken kurallara, güçsüzler mi yoksa güçlüler mi ihtiyaç duyar? Bu sorunun cevabı basittir: Belki
şaşıracaksınız :) ama güçlüler. Zayıf olan; savaşta, elindeki tüm imkanları, maksimum güçte kullanmak zorundadır. Ulaşabildiği her türlü silah ve insanı savaşında kullanmak zorundadır. Savaş adab-ı muaşeretince yasaklanmış olan, kimyasal ve biyolojik silahlar gibi. Savaşması yasaklanan çocuklar gibi. Güçlü olan; savaşı kazanacağından emin olmakla beraber,
verilecek kayıpları en aza indirebilmek için, kurallara ihtiyaç duyar. Çünkü; güçlü olan zayıf olanı yendiğinde, kimse onu alkışlamaz. Ancak; zayıf olandan gördüğü hasar oranında, itibar kaybeder. Savaş kurallarına baktığımızda; her türlü biyolojik ve kimyasal silahın yasaklandığını, kadın ve çocukların savaştan uzak tutulduğunu, esirlerin öldürülmesinin
yasaklandığını ve esirlere iyi bakılmasının zorunlu kılındığını, sivillere yapılacak saldırıların yasaklandığını görürüz. Şimdi de bu kuralların, kimin işine yaradığına da bir bakalım. Biyolojik ve kimyasal silahlar, elde edilmesi kolay, ucuza mal olan ve çok büyük hasara neden olan silahlardır. Bu yüzden güçlü taraf, güçsüz tarafın direnme gücünü
arttıracağı için bu silahları yasaklamak ister. Çünkü, güçsüz olan tarafın ileri teknolojik silahlar olan; savaş uçakları, deniz altılar, roketler yapabilme kapasitesi kendine oranla son derece sınırlıdır. Kadın ve çocukların savaştan uzak tutulması, yine güçlü tarafın işine yarar. Zaten üstün askeri kabiliyete sahip olan güçlü taraf, kendine ekstradan
uğraşacak problem istemez. Kendi kadın ve çocuklarını da savaşa katmak istemez. Çünkü; gelişmiş devlet olduğu için, kadınları ekonomide söz sahibidir. Geleceği olan bir devlet olduğundan, çocuklarını gözden çıkarmak istemez. Düşük doğum oranlı ülke olmasının da bunda payı vardır. Güçsüz olan ülke ise; kadınların ekonomide pek katkısının olmamasından ve
durumun vahametinden dolayı kadınlarını da cephede kullanmakta tereddüt etmez. Çocuklar da onun açısından problem teşkil etmez. Geleceği düşünecek hali yoktur. Çünkü; savaşı kaybederse bir geleceği olmayacaktır. Güçlü devletin kölesi olacağına, çocuklarının özgürlük uğruna ölmesini tercih eder. Savaş esirlerinin öldürülmemesi ve iyi bakılması kuralına
gelelim. Gelişmiş devletin esirleri, nitelikli insan sınıfına dahil olacağı için korunmaları önemlidir. Gelişmemiş ülkenin esirlerininse, böyle bir vasfı yoktur. Esirlerin iyi bakılmasına gelince de şunları söyleyebiliriz: Güç-lü olan tarafın, esirlere harcayacağı para, onun için çok önemli değildir.Ekonomik bakımdan onu zor durumda bırakmaz.Güçsüz olan,
ekonomisi sağlam olmadığından; savaş esirlerinin bakımı, ona önemli bir külfet getirecektir. Yani savaş esirlerinin iyi bakılması kuralı, güçsüz tarafı, ekonomik açıdan zor durumda bırakma işlevini de görecektir. Sivillere saldırılmaması da savaş esirlerinin öldürülmemesi mantığıyla, aynı kapıya çıkar. Güçlü tarafın sivilleri ve onların yaşadığı
kentlerin ekonomik değeri; güçsüz tarafın sivilleri ve onların yaşadığı kentlerin bedelinden çok daha fazladır. Ortaya çıkan şudur ki; Savaşın adab-ı muaşeret kuralları, güçlü olan tarafın çıkarlarını korumaya yönelik oluşturulmuştur.
İsrail devletinin ilk yöneticisi olan " Ben Gurion" , Siyonistlere yaptığı konuşmasında:
"Eger bilsem ki hepsini İngiltere'ye götürerek bütün Yahudi çocuklarinın tamamını kurtaracağım, İsrail topraklarina götürerek ancak yarısını kurtaracağım, ben ikincisini tercih ederim."
Köy çocuklarının okul dışında oyun oynadıklarına rastlamadığım gibi, bir kişi dışında boş durana da rastlamadım.
Üç beş kuruş için, grizusuz-göçüksüz bir hayat için, çocuklarının ekmeği için, karılarına basma bir entari alabilmek için, ciğerleri kömür karasına bulanmadan rahat ve huzurlu, insan gibi ölebilmek için bağırmışlardı Mehmet Çavdar ve Satılmış Tepe...
Daudzadah'a göre, tüm bilgelik şu eski geleneksel hikayenin çeşitli düzeylerdeki yorumlarında yatıyor:
Uzak bir mükemmellik diyarında bir karısı ve mükemmel bir oğlu ve kızı olan adil bir hükümdar vardı. Hepsi bir arada mutlu bir şekilde yaşıyorlardı.
Bir gün baba çocuklarını huzuruna çağırıp şöyle dedi:
'Zaman geldi, tıpkı herkes
için geldiği gibi.
Çok uzaklardaki başka bir memlekete gideceksiniz.
Değerli bir Mücevheri bulup geri getireceksiniz.'
Çocuklar kılık değiştirerek hemen tüm sakinlerinin karanlık bir hayat sürdüğü yabancı bir memlekete götürüldüler. Bu yerin öyle bir etkisi vardı ki iki kardeş sanki uykudaymış gibi başıboş dolanarak birbirleriyle temaslarım
yitirdiler.
Arada sırada ülkelerine ve Mücevhere benzer şeyler görüyorlardı, fakat bunlar ki sadece artık gerçeklik olarak kabul etmeye başladıkları hayallerinin derinliğini arttırıyordu.
Çocuklarının içinde bulunduğu bu durum kralın kulağına çalındığı zaman güvenilir bir hizmetkar olan bilge bir adamla onlara bir mesaj gönderdi.
'Görevinizi hatırlayın, rüyanızdan uyanın ve bir arada kalın.'
Bu mesajla birlikte çocuklar kendilerine geldiler ve imdatlarına yetişen rehberlerinin yardımıyla Mücevheri saran devasa tehlikelere meydan okudular ve Mücevherin sihirli yardımıyla kendi ışık diyarlarına geri dönüp orada sonsuza dek mutlu yaşadılar.*
* İdris Şah,
Thinkers of the East eserinde ' The Precious Jewel', London: Jonathan Cape, 1971, s.123
saçlarından utanan kadınlar siyaha kapandılar
inadına beyazlar giyiyorum
inadına siyah saçlarıma beyaz çiçekler takıyorum.
pudra mavisi değil her şey gri
savaş çocuklarının yüzündeki hiç kimsesizlik yansıyor baktığım aynalara
bombalanmış şehirlerin viran sokaklarındaki sessizlik her yanım
oysa ben sen susunca fırtınaların
sesini duyardım.
bir tank bir şehre ne kadar yakışmıyorsa
şimdilerde o denli acıklıyım.
dünyayı dert ediyorum kendime
anneleri erken ölen kızların saçlarını
melekler örsün diye dualar öğreniyorum.
duyarlılığın sakıncalı bulunduğu bir çağdayım
ölü toprağı serpiyorlar evlere''