Nietzsche’ye göre, nihilizm nedir ve hangi koşullarda ortaya çıkar? En genel anlamda, Nietzsche nihilizmi, insanın bir şey istememektense hiçliği istemesi hâli olarak tanımlar. Nietzsche bu durumu Yahudi-Hristiyan-Avrupa kültürü özelinde ele almış olsa da nihilizme varılmasının kaynağında çileci ideali görmekte ve bununsa her kültürde ortaya çıkabilecek bir bakış
açısı olduğunu düşünmektedir. Bu anlamda, Nietzsche nihilizmin kaynağını Hristiyanlığa (ya da genel olarak herhangi bir dine) olan inancın modern bilimin etkisiyle sona ermesinin eseri olarak görmez. Tam tersine Hristiyanlığın (ve genel olarak çileci idealin) yaşamı yorumlayış biçiminde gizliden gizliye işlediğini düşünür. Nihilizm çileci idealin insanlığı
getireceği nihai durumdur.10 Bazı yorumcular Nietzsche’nin ”Tanrı öldü” ifadesini nihilizimin kaynağı olarak görürler. Oysa Nietzsche devamında “onu biz öldürdük” diye eklemektedir. Bununla Nietzsche ne demek istemiş olabilir? Hristiyanlık inancına özgü Tanrı, Kutsal Ruh ve İsa üçlemesinin birliğini varsayacak olursak İsa aynı zamanda insan bedeninde kendini
gösteren Tanrı konumundadır. İsa’nın çarmıha gerilmesi demek Tanrı'nın kendini feda etmesi anlamına gelmektedir. Bu ise tam da Nietzsche’nin söylediği gibi, insanların Tanrı’yı çarmıha gererek öldürmüş olması demektir. Nietzsche 'Tanrı öldü' söylemi ile Hristiyanlığın sonunun geldiğini bildirmekten ziyade Hristiyanlık öğretisinin içinde saklı olan bir
bakış açısına işaret etmekedir.
Peki, yeni orta sınıf (YOS) terimiyle ne anlatmak istiyorum? Aslında çok karmaşık değil. Bu kesimi oldukça dar bir anlamda ele almak yanlısıyım. 1990’lı yıllarda bütün dünyada sayıları artan, çoğu alt ve geleneksel orta sınıflardan devşirilmiş, üniversite mezunu ve ağırlıklı olarak neoliberalizmin kilit finans, bankacılık, bilişim, medya ya da yaratıcı sektör
gibi hizmet alanında çalışan ücretli, beyaz yakalı bir kesimden bahsediyorum.Kendini mekansal ve kültürel olarak geldiği alt-orta sınıflardan, hatta burjuvaziden bile ayrıştırmaya çalışan, küresel etkilenmelere fazlasıyla açık, dinamik bir kesimden bahsediyorum. Ebeveynleri gibi 1945 sonrası Fordist düzenin hiyerarşik disiplini, liyakatcılığı ve meslek ahlakıyla
belirlenmemiş, çileci bir tasarrufçulukla malul olmayan, tüketim ve haz odaklı, uyarlanabilir esnekliği alışkın bir arzulama pratiğine sahip olmaya çalışan, vitrini parlak bir eğitimliler ordusuydu YOS. 1980’li yılların sonunda diplomalarını alıp, 1990’lı yılların yükselen hizmetler sektörüne akmaya çalışan, yüksek maaşlar ile mest olmuş neşeli beyaz yakalılar,
yani plaza arıları. Beni bu dinamik ve riskli sosyolojinin nasıl kültürel farklılaşma setleri inşa etmeye çalıştığı, farklılaştırma mekanizmaları ve arzu politikaları ilgilendirdi daha çok.
Arius(250-336) İskenderiye’deki kilisenin diyakozlarındandı.Yunan felsefesi eğitimi gören Arius bir çileci oldu ve teslisin tabiatını açıklama girişimleri sırasında, birçok çağdaşı için sapkınlık anlamına gelen bir dini doktirin üretti.Arius,Tanrı’nın insan haline gelen gelebileceği fikrini kabullenemiyordu:İsa’nın ölümsüz ve babayla eşit olmadığını
öğretti.Arius 320’de İskenderiye Piskoposu tarafından afaroz edildi ve 325’teki Nikea Konsilinde mahkûm edilip sürgüne gönderildi.
Giriş bölümünde İbn Tufeyl, tezini Endülüs'teki felsefe tarihi içine yerleştirir, erken Endülüs felsefesinin matematik üzerinde ve daha sonra mantık felsefesinin ve bilgi teorilerinin Doğu'ya yayılması üzerinde odaklandığını belirtir. Bazı Endülüslü filozoflar mantık konusunda biraz anlayış edinmişlerdi, fakat bu kadarı onları gerçek mükemmelliğe götürmüyordu.
Bu nedenle İbn Tufeyl, Hay bin Yakzan'da profesyonel okuryazarlara daha eski Endülüs felsefi geleneği ile Muvahhid siyasi teolojisini bağdaştıran bir araç sundu. Hay'ı, tam bir çileci hayatı yaşayan, Tanrı'yı bilmek için vecd deneyimine bağlı çok dindar bir Muvahhid olarak canlandırır. İbn Tufeyl, İbn Tümert'in oluşturduğu çerçeveyi benimseyerek, Hay'ı kendi akılcı
yeteneğinin rehberliğinde dini amaçlarla doğayı keşfeden sorumlu bir oğlan çocuğu olarak anlatır. Hay bin Yakzan'ı ilahi birlik öğretisini henüz içselleştirmemiş kişileri şaşırtan rehber gibi bir şeye dönüştürür. Böylece Hay bin Yakzan, Tanrı'nın birliğine ilişkin siyasi teolojinin güçlenmesine ve Muvahhidler'in siyasi yönetiminin merkezileşmesine yardımcı
oldu. Fakat ideolojinin pekiştirilmesi ve siyasetin merkezileşmesi hoşgörüsüzlüğe yol açar.
Bir Amerikalının gözünde dinsel çileci sadece zaman yitiren biridir, toplumun bir parazitidir. Katı Protestan ve fanatik bir ahlakçı ise bunların yanında göz kamaştırıcı bir saygınlığa sahiptir.
filozof küçük görülme, yoksulluk ve iffet gibi bu dünyadan elini eteğini çekmiş olmanın çileci değerlerini benimsiyor gibi görünmekle birlikte aslında bir anlamda "hayat dolu" yaşamının tadını çıkarmaktan başka bir şey düşünmeyen bencil bir bu dünyalıdır.
MÖ altıncı yüzyıl içinde Spartalıların gündelik yaşamlarının özellikle çileci bir hâle geldigi açıktır. Erkekler 30 yaşına kadar, evli de olsalar kışlada yaşar ve yemekhanelerde birlikte yemek yerlerdi. Güçlü çocuk doğurmak için kadınlar da fiziksel egzersizler yapardı. Bireyselliğe kötü gözle bakılır, güzel sanatlar gibi yaratıcılık ürünleri
kısıtlanırdı. Para bile yozlaştırıcı olarak görülürdü. Sikkeler basılmaz, gerektiğinde değiş tokuş için demir çubuklar kullanılırdı. Sparta dışındaki dünyaya derin bir kuşkuyla bakılırdı.