Kalp kalpten derindir.
Kalp demişken.
Mehmet Akif'in tavrı,
İsmet Özel'in kavgası,
Sezai Karakoç'un mücadelesi,
Cahit Zarifoğlu'nun samimiyeti,
Necip Fazıl'ın ısrarı;
Nuri Pakdil'in çabası ve
Nurettin Topçu'nun ahlakı...
Bütün bunların bize anlattığı/söylediği ne?
Halis Niyet, Salih Amel...
Simone De Beauvoir,1949 yılında yayınlanan Ikinci Cins (Second Sex) adlı kitabında cinsiyet farklılığı veya ayrımının "daima nesnelci bir bir tarzda kendi egemenliğini uygulama ve gerçekleştirme çabası içinde olan insan bilincinin, diğer deyişle bu emperyalist davranışın bir sonucu" olduğunu savunmuştur.
Hayrı vahyi hayatımıza, hayata hakim kılma çabası olarak tanımlıyoruz.
Derneğe yeni başladığı günlerin birinde yağmurlu ve kapalı bir havaya rağmen güneş gözlükleriyle yardım istemeye gelen Mehtap’ı hatırladı. Aralarındaki kısa diyalogu aklından çıkaramıyordu o günden bu yana. Gözlüklerinin ardındaki mordan kırmızıya değişen renk tonlarıyla çerçevelenmiş gözlerinin yaşlarını silmeye çalışırken;
“Şiddet ancak
ölümle biter bu ülkede!” demişti.
“Ne demek şimdi bu, katil mi olacaksın?”
“Yok, ben Allah’tan korkuyorum ama ya o ya ben ölmedikçe kurtuluş yok!”
Mehtap’ın sesindeki çaresizlik Gülsün’ün bedenine saldıran bir virüs gibi yapışmıştı o an; hızla çoğalıyor, beyninin içinde koloni kuruyordu. Her şey boş görünmüştü, her ümit anlamsız. Ne
kendi çabası kendisini kurtarmaya yetecekti, ne de dernek, devlet, din, eğitim, insanlığı bu beladan kurtarabilecekti. Gülsün, Mehtap’ın bu tek cümlelik hükmünden dehşete düşmüş, içindeki geleceğe yönelik birkaç umut kırıntısı da eriyip gitmişti o gün.
Sf.232
Kapitalizm sürecinde insan, hayattan haz alma çabası içerisinde, hayattan zevk alma ile özdeşleştiren, yemek yeme ve haz alma peşinde insan tipine doğru evrilmiştir.
Hem zaman hem de mekan, Kant'a göre, hiçliktir ve bu hiçlik kendimizle ve dışsal dünyayla irtibat kurma biçimimiz açısından olmazsa olmazdır. Daha sonra Kant'ın tamalgının transandantal birliği tartışmasında ortaya çıktığı görülen bu meselenin öne sürdüğü şey şudur: Kant için özne, üstesinden gelinemeyecek ve aslına bakılırsa deneyimi mümkün kılan temel bir
eksiklik etrafında kurulur. Derrida'nın Aporias'daki ölüm analizinde benzer bir şeyi ileri sürdüğünü kanıtlamaya çalışıyorum ben. Marrano, egemen kültürün temellük edemeyeceği bir sır tarafından kurulur. Marrano dışarıda duran ve egemen kültürü sınırlandıran bir yabancı olarak zuhur eder. Ancak tam da bir sırdır. Marrano'yu bir yabancı, bir göçmen kılan şey.
Bu sır, esasen bilinmediği için, ifşa edilemez. Marrano sırra sahip olmadan, sır ona sahip olur. Kantçı temayla tutarlı bir biçimde, ölüm aporiasının bir başka yorumunu öne sürmek arzusundayım: her iki ucun da yanlış olduğu matematiksel antinominin bir yorumu. Kantçı terimlerle, zaman ve mekânın idealliğini ve Derridacı terimlerle, deneyimin etrafında örgütlendiği
bir eksikliği önceden varsaymak anlamına gelmiyor bu. Bu türden bir yorum, yalnızca Kant ile Derrida'nın değil, aynı zamanda genel olarak Batı düşüncesinin mahiyetine karşı çıkar. Ruhu kaybettiği şeyle yeniden birleştirmeyi arzu eden Platon'un Eros kavramıyla başlayan Batı düşüncesi, insani deneyimi temelde eksiklik ve bu eksikliğin üstesinden gelme çabası olarak
telaffuz etmeye kararlı görünüyor. Bu eksikliğin doğası ve üstesinden gelmeyi mümkün ve namümkün kılan yollar filozoflar arasında farklılaşır, fakat Hegel, Freud ve Heidegger gibi çok çeşitli filozoflarda, burada bahsi geçen o üç muazzam endişeyi isimlendirmek adına baskın bir düzenleyici ilke olmaya devam eder.
Bireyler daha dünyaya gelmeden evvel toplumsal rol kalıplarının belirlediği beklentiler ortaya çıkmaktadır.Örneğin;anne karnındaki bebeğin cinsiyeti öğrenilir öğrenilmez kız bebek için pembe,erkek bebek için mavi rengin tercih edildiği eşyalar alınır.Erkek çocuklara oyuncak olarak arabalar ve silahlar alınırken kızlara bebekler ve evcilik oyuncakları alınır.Henüz
küçük bir çocukken dahi kız çocuklara annelik ve ev hanımlığı aşılanırken erkeklere de her zaman güçlü olmaları,meslek sahibi olmaları empoze edilir.Kız çocuklarının ilgi alanları ev içi ile sınırlandırılırken erkek çocuklar dış dünyada güçlü,becerikli,başarılı olmaları için desteklenirler.Okulda da bu farklılaşma devam eder.Ders kitaplarında,hikaye ve
masallarda dahi kadın ve erkek kimliği üzerinden farklı toplumsal beklentiler yansıtılır.Ergenlik dönemine gelindiğinde de durum değişmez.Kızlar ailelerinin yoğun baskısına maruz kalırken erkekler daha rahat bir ortamda bu dönemi tamamlarlar.Kızlar çoğu şeyi ailelerinden gizlemek zorunda kalarak yaşarlarken erkekler aileleri ile rahatça konuşma ve yaşadıklarını
paylaşma özgürlüğüne sahip olurlar.Kız çocukları üzerinde doğumlarından başlayan ve ergenlik döneminde de süren bu baskı ortamı onların kişilik özelliklerine ve meslek seçimlerine de yansımaktadır.Sürekli baskılanmaya alışmış olan kız çocukları çoğu zaman büyüyüp kadın olduklarında da bu çekingenliği üzerlerinden atamamaktadırlar.Erkekler bebekliklerinden
itibaren sadece biyolojik olarak erkek olmaları sebebiyle elde etmiş oldukları ayrıcalıklı durumun rahatlığını büyüdüklerinde de yaşamakta,toplumsal veya özel alanda karşılarına çıkan kadınlarla olan ilişkilerinden de bu ayrıcalıklı hali sürdürme çabası içinde olmaktadırlar.
Radikal Feminizm:
Radikal feminist kuram 1960’ların sonunda ortaya çıkmıştır.Radikal feminizm 1960’larda savaş karşıtı oluşumlarda yer alan kadınların,üzerlerindeki baskının kaynağının kendi yoldaşları olan erkek radikallerin olduğunu fark etmeleri sonucu ortaya çıkmış ve yeni sol kuramdaki erkeklerin kadınlara karşı tavırları,tarzları ve onları sürekli
ikinci sınıf konumda tutulmalarına karşı bir başkaldırı olacak şekillenmiştir.Dönemin feministleri yeni solun toplumsal adalet ve barış mücadeleleri ile kadınların öznellik sorunlarının da aynı önemde olması gerektiği kanaatine varmışlar,toplumdaki baskının temelinde de erkeklerin kadınlar üzerindeki baskısı ve egemenlik çabası olduğundan devrimin feminist
düşünce ile gerçekleşeceği sonucuna ulaşmışlardır.
Kadınlar üzerindeki baskının kaynağının kapitalizmden ziyade erkek egemen zihniyet olduğu,bu noktada kadınların erkekler tarafından baskılanan bir sınıf niteliğini taşıdığı bu nedenle de kadınların bir araya gelerek üzerlerindeki ataerkil baskıdan kurtulmak için mücadele etmeleri gerektiği
savunulmaktadır.
Radikal feministlerin kadınların kendilerine biçilen kadınlık rollerinden kurtularak özgürleşebileceklerine dair pek çok önerileri bulunmaktadır.Bu önerilerden birisi,tüm cinsiyet rollerinden arınıp cinsiyetsiz bir toplum düzenine geçilmesidir.
Kadınların bu şekilde baskılanmasının altında yatan neden “kültür”adı altında erkek
egemenliğine göre şekillenen toplumsal rolüdür.Bu nedenle de kadının özgürleşmesinin anahtarı toplumsal cinsiyet ayrımlarının ortadan kaldırılarak cinsiyetsiz bir toplumun oluşturulmasıdır.
“Ruhsal sıkıntıların kaynağında, anlamsız insanlarla anlamlı ilişkiler yaşama isteği ve çabası yatar."