"Seyirciler çağında yaşıyoruz albayım..."
Ayasofya kendi ölçüsündeki dünya anıtları arasında akustik açıdan en iyi olanlardan biridir. Akustiği sağlayan kubbenin yapısı, yapı malzemesi, yüksekliği ve biçimi olabilir. Ancak daha etkili olması için kubbeye ses küpleri yerleştirilmiştir. Osmanlı çağında buna "sebu" deniliyordu. Farsça da testi anlamına gelirdi.
Hepimizin bildiği gibi, Marks tekeller öncesi kapitalizm çağında yaşadı ve bu nedenle kapitalizmin eşit olmayan politik ve ekonomik gelişimini açık olarak görememiştir. Bu nedenle proletarya devriminin Avrupa’nın büyük kapitalist ülkelerinde birden ve ardarda kopacağına ve dünya devriminin kısa bir zamanda zafere ulaşacağına inanıyordu. Marks kapitalizmden sosyalizme
geçiş döneminin oldukça kısa bir tarihi dönemi kapsayacağını düşünürken böylesi varsayımlardan hareket etmişti. O proletarya diktatörlüğüyle geçiş döneminin zaman bakımından aynı dönemlerde olduğunu, yani proletarya diktatörlüğü ile geçiş döneminin ayrılmaz olduğunu öne sürdü. Bu noktayı da göz önüne almalıyız.
Lenin’in de proletarya
diktatörlüğü ve geçiş dönemi sorunlarını ele alırken genel olarak ana Marksist çizgiyi izlediğini söyleyebiliriz. Marks’ın yaşadığı ve çalıştığı İngiltere ve Almanya’nın tersine Lenin’in yaşadığı ve çalıştığı Rusya kapitalist olmasına rağmen gelişmiş değil geri bir kapitalist ülkeydi. Böyle olunca Lenin geçiş dönemi olan sosyalizm aşamasının
Marks’ın söylediği gibi kısa değil, oldukça uzun olacağını belirtti.
Bu kitap, bir neslin dramını anlattır. Bu nesil, imparatorluğun son muharip neslidir. Birinci Dünya Harbi'nin büyük trajedisi içinde, bu nesil, hem de hayatının altın çağında kendini bu ateşin içine atmış, bu ateşin içinde yoğrulmuş, şekilleşmiş ve çoğunluğu ile erimiş gitmiştir. Bu kitapta, ben gerçi bu büyük trajedi içinde kendi hikayemi anlatır gibiyim,
ancak gerçekte bu hikaye benim değildir, bizim neslimizin müşterek dramıdır. Hatta buna bir çağın dramı da diyebilirsiniz. Bu dramın içinde harpler, yenilgileri, zafer rüyaları, esaretler ve maceralar dile gelir.
Gorbaçov şöyle demişti; " Sovyetler birliği ruhsal bir çöküş içindedir. Bunun bedelini geri kalarak ödedik ve daha uzun bir süre de ödeyeceğiz. Enformasyon bilimi çağında en değerli varlığın bilgi olduğunu, zihinsel bakış açısının genişliği ve yaratıcı hayal gücü olduğunu en son farkedenlerden biriydik.
Sonuç olarak, bizler karşılıklı rızayla “normal” olarak belirlediğimiz büyük bir anormallik çağında yaşıyoruz.
Bu bilgi yoluna girmeden önce, arayış içinde olan kişinin hem kendi içindeki hem de çevresindeki bu aldanış halini açıkça anlaması önemlidir.
...
Baş rahibi topluluğun zorlu çalişmasiyla yaratilan küçük miktardaki maddi fazlalıkların su çarkinın daha fazla geliştirilmesi uğraşı için harcanmasinin en iyi tercih olacağı konusunda da ikna etmek zorunda kalacakti.Ayrica baş rahibi, su gücünün, öngörülebilir bir gelecekte manastir topluluğunun fiziksel emek yükünü azaltıp düşünmek ve incelemek için daha
fazla bırakacak şekilde buğday öğüteceği, kumaşları keçeleştireceği ve diğer görevleri yerine getireceği konusunda inandırması gerekecekti. Şimdiki zamana dönersek yaptığım görüşmenin bu yüksek teknoloji çağında hiç de benzersiz olmadığını anladım. Mühendisliğin kendisi kadar eski olan teknolojik sponsorlukla ilgili sorunlara hitap ediyorduk.
Gökalp'in (...) düşünceleri modern milliyetçiliğin temsilcisi olmaktan çok onu, İslami modernizmin milliyetçi kadrosuna mensup bir fikir adamı haline getirmektedir. Çünkü o İslam ile Türkçülük arasında bağlar kurarken, Akçura milliyetçiliğinde, dinin düzenleyiciliğini reddeder ve bu bakımdan Cumhuriyet milliyetçiliğine daha yakındır. Onun din ile milleti birbirinden
ayırmaya çalışması, çağında artık dinin temel etken olmaktan çıkması ve İslam'ı Türk ulusal kültür birleşiminin ikincil bir parçası saymasından ileri gelir ve bu açıdan Yusuf Akçura, Türkiye'de laik düşüncenin de öncülerinden biri olmuştur.
İleri kapitalizm çağında hiç kimse ekonominin girdabına kapılmaktan kaçamaz. Görünüşte özgür ve egemeniz Ancak daha yakından bakıldığında, büyüme baskısı, üretim yükümlülüğü ve verim takıntısı sonucunda kurnaz bir şekilde özgürlük ile kısıtlamanın örtüştürüldüğü görülebilir. Kısıtlayıcı bir özgürlükte veya özgür bir kısıtlamada
yaşıyoruz.
"Aydınlık çağında karanlığı, varlık içinde yokluğu, ileşim çağında ise iletişimsizliği yaşıyoruz!"