Ural dillen Macarc, Fince ve daha birkaç dil ile; Altay dilleri ise Türkçe, Çuvaşça, Moğolca, ve Mançu Tunguz dilleri ile temsil edilmektedir. Hepsi de aglutinatif (bitişgen) dil olarak sınıfandırılırlar. Ural-Alty dillerinin orak vasıfan arasında şunlar gösterilebilir: ses uyumu, gramerlerinde cinsiyetin ve harf tariferin bu lunmayışı, Hint-Avrpa dillerindeki pre-pozisyon
yerine post-pozisyoı kullanılması, sıftların isimlerden önce gelmesi, sayı sıftlarından sonra gelen isimlerde çokluk ekinin kullanılmayışı.
Sus Ankara; tut nefesini, kımıldanma
Kırmızı yansın trafik ışıklarının tamamı
Sokaklarında araba uğultusu yükselmesin.
Keşmekeşi dursun Kızılay'ının
Yaprak kımıldamasın bir süre
Ayak seslerini dinliyorum; o gül yüzlünün.
Sus Ankara, tut nefesini... Yalvarırım.
Bir yel esiyor Dikmen Sırtları'ndan
Onun nefesi mi, ne?
Ilık, tanıdık.
Düzensiz esme rüzgar; dağıtma kokusunu
Değ de gel gül yüzüne, saçlarına...
Bir yel esiyor Dikmen Sırtları'ndan.
Delicesine çekiyorum ciğerlerime.
Elma Dağı'ndan güneş doğan Ankara'ya
Uykuya sondur güneş ışığı ve rüyaya.
Ey ulu ışık; sen bari anla beni
Uzat bu gün rüyamı, yarım kalmasın.
Başlasın diye çokluk içinde yalnızlık
Elma Dağı'ndan güneş doğar Ankara'ya.
Gülşen-i Raz eseri yaklaşık yetmiş beyitlik “Dibaçe “kısmıyla başlar. Yazar burada eserine Allah`ın kudret ve birliğini övmekle başlar, “Vahdet-i Vücud” felsefesinden kısaca söz eder, daha sonraysa eserin yazılma sebebini açıklar.
Eserin ana hattını yazara yöneltilmiş on beş sorunun cevapları
oluşturmaktadır. Tasavvufla ve özellikle de
“Vahdet-i Vücud” teorisiyle, farklı sufiyane kavram ve sembollerle ilgili olan sorular aşağıdakilerdir:
1. Tefekkür (düşünce) nedir?
2. Yolumuzu belirleyen olmazsa olmaz fikir hangisidir? Ve
neden bu fikir bazen itaat, bazen de günah olarak görülüyor?
3. Ben kimim? Bana benden haber ver. “Kendine dön” kelamının anlamı nedir?
4. Misafir nasıl
insandır? Yolcu kimdir? İnsan-ı kâmil kime denir?
5. Vahdet sırrını en son kim bildi? Arif insan en son neyi bildi?
6. Eğer “maruf”la (bilinenle) “arif” (bilen) “pak”sa (Allahsa),o
zaman bir avuç toprağın başındaki sevda nedir?
7. Enel-Hak`ı kim demiştir? Bu mutlak sembol “herze” (boşu
boşuna) midir?
8. Neden “mahlûk”a
(yaratılana) “vasil” denir? Onun “süluk u
seyri” (yol alması, dolaşması) nasıl hasil olur?
9. Mümkünün vacibe ulaşması ne demektir? Yakınlık ve
uzaklık, azlık ve çokluk nedir?
10. İlmi sahil olan bu deniz nasıl bir denizdir? Onun içinden nasıl bir gevher çıkar?
11. “Küll”den (bütünden) daha çok olan bu “cüz” (bölüm) nedir? O
“cüz”ü bulmanın yolu nedir?10 Şirazi ve onun Gülşen-i Raz tercümesi
12. Eski ve “mühdes” (“hadis” – yeni söz, yeni haber) nasıl oldu da bir birinden ayrıldı? Nasıl oldu da birincisi âlem, diğeri Allah
oldu?
13. Anlam sahibi neden “çeşm” (göz) ve “leb”e (dudağa) işaret
eder? Makam, hal sahibi “zülf” (saç), “hatt” (yüzdeki
tüy) ve “ben”- den ne ister?
14. “Şarap”, “mum” ve “şahid” (güzel) kelimelerinin anlamı nedir? “Harabati olmak” (meyhaneye gitmek) ne demek?
15. “Püt”, “zünnar” (hristiyan ruhanilerin bellerine bağladıkları
kurşak) ve “tersai” (haçperestlik) küfür müdür?
Güç, kuvvet, azlık çokluk dengelerine bakmaksızın savaşa girme kararı aldılar. Tek sahip oldukları, imanları idi!
Dağın dili ve kulağı vardır. Dağ konuşur ve dinler. Çoban ini mevkiinde koyunlarını otlatan Ali Emmi’ye “Bu sessizlikte, bu issızlıkta, bu yalnızlıkta sıkılmiyor musunuz, usanmiyor musunuz, bunalmıyor musunuz, nasıl vakit geçiriyorsunuz?" dediğimde, asasına yaslanarak; “Dağınan konuşmaya alışan sıkılmaz” dedi ve devam etti. Dağı, rüzgârı, suyun sesini,
pınarların türküsünü dinleriz, çiçeklerin kokusuyla sohbet ederiz, kuşlarin sesine eşlik ederiz, koyunlarımızın melemesine katılırız, karişırız ve sıkılmayız. Biz dağınan dağ da bizinen konuşur dediğinde ise gözlerindeki ışıltı tarif edilemez türdendi. Hep dağ dondurmaz ya adamı, bazen ağustos sicağında dağda dağlaşan bir adam sizi iliklerinize kadar
dondurur. Dağ ile sohbet etmeyi bilen, rüzgârın, suyun ve çiçeklerin dilini anlayan birisi için yalnızlık . Çokluk o kadar az ki ve azlık o kadar çok ki...
Dağın dili ve kulağı vardır. Dağ konuşur ve dinler. Çoban ini mevkiinde koyunlarını otlatan Ali Emmi'ye "Bu sessizlikte, bu ıssızlıkta, bu yalnızlıkta sıkılmıyor musunuz, usanmıyor musunuz, bunalmıyor musunuz, nasıl vakit geçiriyorsunuz?" dediğimde, asasına yaslanarak; “Dağınan konuşmaya alışan sıkılmaz" dedi ve devam etti. Dağı, rüzgârı, suyun sesini,
pınarların türküsünü dinleriz, çiçeklerin kokusuyla sohbet ederiz, kuşların sesine eşlik ederiz, koyunlarımızın melemesine katılırız, karışırız ve sıkılmayız. Biz dağınan dağ da bizinen konuşur dediğinde ise gözlerindeki ışıltı tarif edilemez türdendi.
Hep dağ dondurmaz ya adamı, bazen ağustos sicağında dağda dağlaşan bir adam sizi
iliklerinize kadar dondurur. Dağ ile sohbet etmeyi bilen, rüzgârın, suyun ve çiçeklerin dilini anlayan birisi için yalnızlık mümkün mü? Aslında şehirde kendini “kalabalıklaşarak ve çoklaşarak” yok eden insan, dağda “yalnızlaşarak ve azlaşarak” çoğalıyor. Çokluk o kadar az ki ve azlık o kadar çok ki...
Bendeki çokluk sendeki yokluğu yıkar
Giderken geride bıraktıkların ben gibi..