Bazı kadınlar yakalanamaz, durdurulamaz ve kimseye ait olamazlar. Onlar zaten kendilerine bile ait değildirler. O karmaşık bir mesele. O kadınlara yalnızca yakın durulabilir. Yakalayıp durdurursan, kendine ait kılarsan ölüverirler. Çünkü onlar kuş gibidirler.
Kendimi onun büyülü yağmurlarında şemsiyesiz kalmış gibi hissediyorum.
“Şşt,” diyor Ateş parmağını dudaklarına götürüp malum sus hareketini yapıyor.
“Bir de sokağın ortasında şarkı söyle tabii ben birilerine yumruk sallamadan bir gün bile geçiremeyeyim. Oldu mu?”
Kulağına yaklaşıp usulca ona söylüyorum. “Hey seni yerler yerler,” diye ritmik bir giriş yaptıktan sonra kaşlarımı çatarak geri çekiliyorum. “Ay dur!
Yiyemez kimse. Onlara mı kaldı? Ne alakası var?”
Ateş bu sefer sesli bir şekilde gülüyor ve benim daha fazla kendimden geçmeme izin vermeden elimi tutup dondurma arabasına doğru yönlendiriyor. Bayram kıyafeti almaya giden çocuklar gibi şen bir vaziyette duruyorum arabanın önünde. Ateş hangisinden istediğimi sorduğunda çilekli, vanilyalı, limonlu ve fıstıklıdan birer
top istiyorum. “Emin misin? Bitirebilecek misin?” dediğinde hızlı hızlı başımı sallıyorum. Dondurmasını bitiremeyip yarım bırakanla arkadaş bile olamam ben. Öğreneceksin sen de bunları Ateş parçası.
Uzatılan dondurmamı hevesle elime alıyorum. Biraz fazla görünüyor ama renkleri o kadar hoşuma gidiyor ki hemen tadına bakıyorum. İşte bu dostum! Aradığım
huzuru karışık külah dondurmada buldum. Önüme döndüğümde Ateş’in eli boş yanımda dikildiğini fark ediyorum. “Ee,” diyorum beklentiyle. “Sen almıyor musun?”
Ateş sağlam bir şaka yapmışım gibi sırıtıyor ve burnumdan bir makas alıyor. “Yemene bak bal perisi. Bugünü bir dondurma arabasının önünde bitirmeyelim.”
“Ateş, ben ciddiyim
yalnız.”
“Dondurman eriyecek Şiir.”
Söylediği şeyle hemen müdahale ediyorum. Limonun ekşi tadını damağımda hissetmek her ne kadar beni konudan uzaklaştırmak için hatırı sayılır bir etken olsa da geri çekilmiyorum. “Seninle oturup şöyle karşılıklı bir dondurma yiyemedik mi dedirteceksin bana?”
“Bana her istediğini yaptırabileceğini
düşünüyorsan,” diye keskin bir girip yapıyor. Daha sonra gözlerimiz birbirlerine kavuşuyor. Benim aklım kanat takıp uçarken onun bakışlarının derinliği neredeyse ete kemiğe bürünüp aramızda bacak bacak üstüne atarak oturuyor. Yutkunuyor ve devam ediyor. “Çok da yanılmıyorsun."
“Seninle nasıl baş edeceğimi bilmiyorum ama kendimi her defasında bunun için çabalarken buluyorum.”
Ben adamı ucu bucağı olmayan hayallerimin başrolü yaparken meğer onun hayatında figüran kadar rolüm varmış.
“Seval evleniyor, derdi bize düşüyor arkadaşlar. Ben bu kadının bu kadar iş yaptığını bilmiyordum. Gidince stajyer görevlerim yetmiyormuş gibi bir de kendisinin sorumlulukları bindi üzerime. Melih Cevdet Bey'in bütün hayatı kontrolüm altındaymış gibi hissediyorum. Bu da çok kıymetli ve ağır bir vazoyu avuçlarımın arasında tutabilmek gibi bir şey, anlatabiliyor
muyum?”
“Kraliçe, Prens'i benden çok uzaklara kaçırdı değil mi?" diye fısıldarken gözlerini üst üste kırpıştırıyor.
"Prenses o kadar minik ki Prens aslında onu iç cebine saklamış ve birbirlerinden hiç ayrılmamışlar."