Ev eşya dolu. Odalar dolu.
Kapılar dolu. Masalar dolu.
Dolu, dolu, dolu!
![Güzin Öztürk](images/avatarlar/pexels-daria-shevtsova-161.png)
“Sarı saçlı kızın adı ne? Niye hep tek başına?”
“Ha o mu? Zehra. Kulakları duymuyor. Konuşamıyor da.”
Üflemeden sıcak çorba içmiş gibi oldum. Boğazım yandı. Midem kaynadı. Benimle konuşmak istemedi sanmıştım. Böyle düşündüm diye üzüldüm.
![Güzin Öztürk](images/avatarlar/pexels-riccardo-bresciani-307.png)
Burada yapacak bir şey yok ki... Gezecek yer de yok. Kısa boylu, kıvırcık saçlı çocuk geldi yanımıza. Adı Mehmet’miş. İki aydır kamptaymışlar.
“Annem yok benim. Babamla geldik. Babam çok kızgın. Annemi savaşta kaybedince kızgın oldu. “Döneceğim, savaşacağım” diyor. Gitmek istemiyorum ben. Babam da gitsin istemiyorum.
![Güzin Öztürk](images/avatarlar/pexels-marius-venter-165.png)
Ayağa kalktım. Babamın boynuna sarıldım. Babam ekmek gibi kokar. Bunu anneme söylediğimde, “Eve ekmek getiren O,” demişti.
![Güzin Öztürk](images/avatarlar/pexels-daria-shevtsova-161.png)
Yıkık binalar uzaklaştıkça küçülüyor. İnsan evini de götürebilse yanında. Böyle çanta gibi. Güzel olurdu o zaman. Evsiz kalmazdık.