Hayatım boyunca unutamayacağım bir görüntü varsa, o da ölmek için bu kadar çabalayan bu adamın gözlerinde yanan ateş, nefret ve hırstı... Can havliyle onu bıraktığımda, yere düşene dek çığlık bile atmadı. Belki de düşerken bir an icin onu yakalayıp uzaklaştırdığım transa geri döndü. Bilemiyorum...
- Tiamat.. Benden niçin kaçıyorsun?
- Çünkü korkuyorum!
- Neden?
- Ölmüş olmandan ve bunu bana haber vermenden...
- Benim ölümüm neden senin için bu kadar zor olsun ki?
- Çünkü sen benim hayatta gerçekten sevdiğim tek insansın.
- Bu doğru değil.
- Ne demek istiyorsun?
- Tiamat... Onu kurtarmalısın. Onun güçlerini öğrendiler.
Iste o sırada Tapu öfkeyle çığlık attı ve ileri doğru koşturdu. Ben ise fark edilmiş olmanın verdiği heyecan yüzünden tüm organlarım dökülecekmiş gibi hissettim ve yere çöküverdim. Şuursuzca sağa sola emekleyip saklanacak bir yer aradım. Gözlerim ise bana en büyük ihaneti yapıyor ve beni korku çukuruna atan o sahneden ayrılmıyordu...
Artık yüzey, asla ulaşılamayan uzak bir ülke gibi göründüğünde ciğerlerim patlayacak gibi oldu. “Ereskigal, yer altı tanrıçası! Bugün tüm davetlerini geri çevirdim ama artık direnecek gücüm kalmadı!” dedim içimden. “Sonunda seninim! Al beni!”
Kadın "Bunu yapmamalıydık.." derken yere çöktü ve kıvranmaya başladı. Sauris ve ben koşup onu kaldırmaya çalıştık ama sanki yere zamklanmış gibi ağırdı. Yerde yan yatarken, sanki bir değirmen mili gibi yavaşça dönmeye başladı. Sonra hızlandı, hızlandı. Bir şey bu kadını korkunç bir hızda döndürüyordu! Ne olduğunu anlayamıyordum! O sırada gözüm pencereye
takıldı. Dışarıda, gecenin karanlığından bile daha karanlık birçok küçük silüet, el ele tutuşmuş, kulübenin etrafında dönüyorlardı!
"Canını niçin bağışladığımı biliyor musun evlat? Kız gibi suratının sevimliliginden mi zannediyorsun? O gemiye geçen sefer saldardığım zaman benim için çok kıymetli bir şey orada kaldı. Onu benden çaldılar... Sen o gemiye yüzeceksin! Evet, onlara saldıracağız ve sen, direk cambazı, o gemiye yüzecek ve bir hırsız olarak bana ait olanı bulup geri getireceksin!"
“Ne demek istiyorsun? Neyi getireceğim?!" diye sordum, nasıl bir belaya bulaştığımı düşünerek.
"Oğlumu evlat!" diye cevap verdi kaptan. "Oğlumu!"
Gökyüzü kıpkırmızıydı, üst katlarına doğru uzanan dehşet verici spiral bulutların içinde mor şimşekler patlıyordu. Artık Ziusudra ve eşi yanımda yoktu. Deniz simsiyah halde köpürürken, uzaktan gelen devasa dalgaları gördüm. Ağaçlar parçalanıp gökyüzüne doğru çekilirken, havada uçuşan her bir kum tanesinde lanetlenmiş ruhlara ait yüzler çığlık atıyordu.
Gaeruk ve ben bu bilmeceye uzun bir süre kafa patlattık. Gaeruk’un söylediği harflere göre çeşitli kelimeler oluşturup boşluğa yerleştirdik. Birçok deneme yaptık, ancak hiçbir şey olmadı... Sonunda Dudu’nun yanına çöküp uyumak istedik, fakat hem korku, hem de gözümüzü kapadığımızda aklımıza üşüşen kâbuslar peşimizi bırakmıyordu. Böyle bir kapının
önünde uyumak mümkün olabilir miydi? Sonumuz ne olacaktı? Suya dalıp labirente geri mi dönmeliydik?
Genellikle klasik edebi eserlerden hoşlanan ben, bir kaç gündür elimden düşüremiyorum bu fantastik kitabı...Demek ki neymiş, yeni çıkanlara da değişik türdeki kitaplara da zaman zaman şans vermek lazımmış
...Bu adamlarla denge ve uyum içerisinde kalabilmek için, dahası yaşamak için, onlar ne kadar sertse ben de o kadar yumuşak olmalıydım. Güvertedeki
diğer adamlar da etrafımızda toplandı. "Efendi" dedim. “Şaşkınlığımı affedin. Ben bir deniz insanı değilim. Diğer gemide bir kaçaktım. Güverteye çıktığımda ister inanın ister inanmayın ama tüm tayfalar gitmişti. Tabii bir de gemide yolculuk eden rahip vardı. O da yok oldu...”
"Bunu yapmayı sevmiyorum, Tiamat." dedi üzgün ve bıkkın bir şekilde. “Fakat başka bir şansım da yok. Babam çok hasta. Pazardaki yerimi ise benden zorla aldılar."
O gün bir kere daha hayatın zalimliğini sorgulamıştım. Küçük bir kız çocuğu için bile mutlu olmanın bir yolunu aramak mantıksızdı. Tam tersine, özellikle çocuklar için hayat sefalet, mutsuzluk
ve tehlike doluydu.
Gezgin demiş topla hemen eşyaları
Bekleme tembelce, hazırla bohçamı
Zorlu olacak bizim yolculuğumuz
Unutma Girsu’dan aldığım çorapları
Doğuya doğru yolculuk edeceğiz
Dicle Nehri’ni yüzerek geçeceğiz
Elam denen bir yer var uzaklarda
Zagros Dağları’nı aşıp gideceğiz
Graperu sormuş, hayırdır efendi?
Kıçının
kör pireleri mi eksildi?
Ne derdimiz var ki Zagros Dağları’yla?
Gidecek başka yer bulamamış gibi
Gezgin kızmış, şu laflara da bak hele!
Edememişim ben seni hiç terbiye!
Çoktan Cezalandırılma vaktin gelmiş
Oturmak lazım seni kızgın tepsiye!
Ancak bunun için vaktim yok şu anda
Birikmiş cezanı vereceğim daha sonra
Şimdi bizim için yola çıkma vakti
Gitmeliyiz hemen Elam diyarına
Orada çok yaşlı bir kadın yaşarmış
Ölümsüzlüğün iksirinden tatmış
Cadı Bilulu’ymuş bu kadının ismi
Diyorlar ki yüzyıllardır hayattaymış
Çektim çalıyı kenara, gördüm Gezgin’i orada!
Ah o baygın bakışlar, dev gibi de dudaklar!
Siyah bir cüppe giyip, örtmüştü başlığını
Cüppesinin üzerine asmıştı muskalarını
Uzanmıştı ağacın altına, çıkarmıştı çizmeleri
Oynarken ayak parmakları, bir ileri bir de geri!
Her şey babamın hastalandığı yıl başladı. Babam birkaç haftalık bir süre içerisinde yemeden içmeden kesilmişti. Artık sürekli yatıyor, yattığı yerde de zayıflıyordu. Civardaki tek şifacı bu hastalığın tedavisi olmadığını söylüyordu.
Kish kentinde ünü tüm Sümer’e yayılmış Sauris isimli bir şifacının yaşadığını duymuştum. Eğer
yapabilirsem onu köyümüze getirmeliydim. Babamı ve koyunları Tapu’ya emanet edip yola koyulmak üzereydim ki, köyümüzde korkunç bir uğursuzluk baş gösterdi.
İlk önce köyün güneyinde ailesi ile birlikte yaşayan on altı yaşındaki Semeset’in bebeği kayboldu....
Sonra odanın diğer tarafına baktım ve uzun bir sedirin üzerinde, aylar önce ebediyete yelken açmış yaşlı bir kadın cesedi görünce korkudan yerimde sıçradım. Daha sonra bu ceset hareket ederek bize doğru bakınca, ister istemez kendimi Sauris'in arkasında buldum! Bu kadın inanılmaz bir şekilde hayattaydı! Kaç yaşındaydı? Yüz elli mi!?
Yaşlı kadın dişsiz
ağzıyla mırıldanmaya devam etti. Dikkatli bakınca farkettim ki ya cüzzamlıydı, ya da ben yaşıyla ilgili tahminimi oldukça düşük tutmuştum. Bizi farketmediğini düşünüyordum ki birdenbire sustu ve "Orada biri mi varrr?" diye seslendi.
Üçümüz de kadının uzandığı sedirin karşısında diz çöküp oturduk. Burnumun direği en hafif tabirle yıkılmıştı.
Derken Gezgin uzanıp kadının elini tuttu ve "Bilulu Nine, benim Gezgin! Halini hatrını sormaya geldim!" diye bağırdı.
Kadın bir süre boşluğa baktıktan sonra, kıpırdanıp ayağa kalkmak için doğruldu. Bu sırada dışkı kokusu da birdenbire arttı.
"Ben yatmaya gidiyorum. Belim ağrıdı!" dedi boşluğa bakmaya devam ederken. "Yaşlı bir kadınım... Birden
fazla defa bunadım. Seni tanımıyorum. Görmüyorum bile... Defolun gidinnn!" dedi ve zorlukla ayağa kalktıktan sonra asasını alıp, kambur vücuduyla odanın arkasındaki kapıya doğru yürüdü.
Gezgin'in kolayca vazgeçmeye niyeti yoktu. Koşar gibi kadının önüne geçti ve cebinden kırmızı, küçük bir şişe çıkardı. Tıpasını açtıktan sonra, "Bilulu Nine, bu
senin gözlerine şifa olacak, bir baykuş gibi göreceksin!" diye bağırdı ve şişeyi kadının yüzüne doğru boşaltır gibi yaptı.
Kadın hemen asasını yere attı ve iki elini birden yüzünü korumak için kaldırdı. Doğrusu faka basmıştı! Hem asasız durabiliyordu, hem de gözleri görüyordu!
"Seni piç!" diye bağırdı birdenbire Gezgin'e. "Burada ne
arıyorsun?!"
"Ben de seni özledim, ormanın cadısı!" diye cevap verdi büyücü gülerek. "Gördün mü? Şişenin işe yarayacağını söylemiştim!"