Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Yavrum, dedim, bunlarda din, iman yoktur, insana en sonra yapılacağı en önce yaparlar..

Önder Karaçay
Önder Karaçay

Çünkü tepişen kriterleri konum, maaş, basamak ve merdiven olma durumuna göre,
Hiyerarşik düzende size yer açıyordu.
Sırtınızda ne kadar ayağa basamak yeri açtığınıza bağlıydı, yükselebilmek,
Bir üstünüzün gözüne ancak alçalarak girebilirdiniz!
Bazıları diğerlerine göre daha fazla kazanıyordu,
Buna etkisi olan sebepler örtülü gibiydi,

çoğu biliyor, çoğu örtüye dokunamıyordu.
Ekmek kavgası işte diye bir korku yaygarası ne de olsa baskın geliyordu.

Çalışanlarına kişilik testleri yapmaya kalkan kişiliksizler de vardı,
Ecnebi bir kurum yapardı bu uzak erişimli testleri,
Gerçek niyetleri ele geçirmek adına, testi yapan kurum harici kimsenin sözde bilgisi olmayacaktı,
Test

yapılacağı bildirilirken not düşmeyi de unutmuyorlardı,
Anlamamk ne mümkündü bu kötü niyeti!

Mustafa Ünver
Mustafa Ünver

Hurufiliğin ibadetleri genellikle Ehl-i Sünnet ve Şia fıkhının karşılaştırmasından meydana gelmiş olup nasıl ve ne şekilde yapılacağı ise fadl'ın öldürülmesinden sonra yazılan "İstivaname" den öğrenilmektedir..

Muhammet Altaytaş
Muhammet Altaytaş

Cihad Kur'an'da genel olarak “Allah'ın rızasına uygun bir şe-kilde yaşama çabası” anlamına gelir. Bu bağlamda yapılan savaş
da cihadın bir çeşididir. İslâm'da bu anlamda cihadın ancak müslümanların can ve mal güvenliğini sağlamak, hak ve hürriyetlerini korumak, zulüm ve fesâdı (fitne), müslümanlara karşı yapılan saldirları ve hiyanetleri önlemek,

mazlumlara yardım gibi amaçlarla yapılacağı hükme bağlanmıştır. Zülmedenlerden başkasına düşmanlık yoktur. Savaştan vazgeçip barışa yanaşanların taleplerine uyulur. Savaşta saldıranlara karşı aynı ölçüde karşılık verilir, aşırı gitmek yasaktır.

Bekir Topaloğlu İslâm'da anlamını bulan, bütün cepheleriyle
ilahi mesajı insanlığa duyurma

amacını güden, bu sebeple de her
devirde canlı tutulması zorunlu olan cihad faaliyetinin günümüz
şarlarındaki yöntemlerini ekonomi, kültür ve son olarak savaş olmak üzere üç noktada toplar.”

Bazı araştırmacıların Kur'an'ın savaş ortamında nazil olan ve
müslümanları cihada teşvik eden ayetlerini onun bütünlüğünden
koparıp, cihadın

meşruluğunu küfür sebebine bağlayan bazı ulemaya ait görüş ve sözleri de ele alarak genellemede bulunmaları ve bunları maksatlarını aşacak şekilde yorumlarken gayri müslim ülkelerin tarih boyunca müslümanlara karşı sergilediği saldırgan tavır konusunda sessizliği tercih etmeleri hatta onların ağzıyla İslâm'ı eleştirmeleri ibret vericidir. Halbuki Kur'an'ın

müslümanlara karşı düşmanlık beslemeyen gayri müslimlerle iyi ilişkiler kurma, yönündeki tavsiyeleri açıktır.

"Geçmiş vahyin mensupları ile zulüm ve haksızlıktan
uzak durdukları sürece en güzel şekilde tartışın ve deyin ki:
“Bize indirilene inandığımız gibi size indirilmiş olana da
inanıyoruz: çünkü bizim ilahımız ile sizin

ilahınız tek ve
aynıdır ve biz (hepimiz) O'na teslim olmuşuzdur."

“İnanc(ınız)dan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi,
yurtlarınızdan sürmeyen (inkarcı)lara gelince, Allah onlara nezaketle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz: Çünkü
Allah adil davrananları sever. Allah, yalnızca, inanc(ınız)dan dolayı size karşı savaşan ve sizi

anayurdunuzdan süren veya (başkalarının) sizi sürmesine yardım edenlere
dostlukla yaklaşmanızı yasaklar..."

İslâm tarihi boyunca gayri müslimlerin İslâm ülkelerinde güven içinde yaşamış olmalarına karşılık hıristiyan alemi asırlar boyunca papalığın da etkisiyle İslâm dünyasıyla düşmanca ilişkiler
içinde bulunmuştur. Bütün hıristiyan

Batı dünyasının katıldığı HaçIı seferleri ve bunun İslâm dünyasında açtığı yıkımlar yanında Sicilya ve Endülüs'te insanlığın en ihtişamlı medeniyetlerinden birini kurmuş olan bir devleti ve milleti kökünden yok edecek kadar müslüman kıyımını doğuran bu düşmanlığın günümüz şartları, metodları ve vasıtalarıyla sürdürüldüğü yönünde hemen

bütün müslüman milletlerde genel bir kaygı vardır. Bosna-Hersek'te de görüldüğü gibi dünyanın bir çok yerinde müslümanların mal, can, namus, tarihi eserler ve kurumlar gibi bütün değerlerine karşı sürdürülen tecavüzler, tarihte olduğu gibi müslüman milletlerin onlarla ilgili kaygı ve kuşkularını haklı gösterecek niteliktedir. Ayrıca son birkaç asırdan beri

Batı'nın İslâm dünyasına yönelik sömürgeci politikaları ve bunun doğurduğu sonuçlar, tarih boyunca İslâm dünyasında yaşayan gayri müslimlere can ve mal güvenliği sağlamanın
da ötesinde milli kimliklerini koruma konusunda tanınan imkân ve hoşgörü ile karşılaştırıldığında, iki din ve medeniyetten (İslâm-Hristiyanlık) hangisinin diğer din mensuplarına

karşı daha saygılı ve müsamahalı davrandığını açık biçimde görmek mümkündür.

Anlaşılacağı üzere daha çok siyasi-ideolojik nitelikli olup toplumumuzun tarihi kültürel mirası ile psikolojik savaş malzeme
olarak kullanılan, yazarların da seslendirdiği bu ve benzeri iddiaları, onların İslâm'la ilgili genel tavır ve görüşlerinin uzantısı olmaktan

öte bir anlam ifade etmemektedir.

Gökhan Göbel
Gökhan Göbel

Ömer Seyfeddin devrinin en sade diliyle yazmaya çalıştı. Bunu yaparken tasfiyeciliğe yani "dilimizdeki
Arapca ve Farsça kelimeleri atalım" ahmaklığına düşmediği gibi buna șiddetle karşı geldi. Yoksa Ömer Seyfeddin olamazdı. Ömer Seyfeddin şöhretini daha önce elde etse de ona Türk milleti nezdinde müstesna yerini kazandıran Seferberlik dediğimiz Birinci Dünya Harbi

yıllarında
yazdığı hikâyeleri olmuştur. Meselâ Başını Vermeyen Şehit" ve "Penbe İncilli Kaftan" hikâyeleri 1917 tarihinde neşredilmiştir. Eşi menendi olmayan bu hikâyelerin Türk milletinin tarihten silinmemek için Seferber olduğu anda ortaya çıktığını gözden uzak tutmamalıyız.

Ömer Seyfeddin mezkür iki hikáye neşredildikten
üç sene sonra,

Hırıstiyan takvimine göre 1920 yılında 36 yaşında öldü. Türk milletine nice hikâyeler hediye eden Ömer Seyfeddin'in cesedi tıp fakültesinde güya tanınmayarak kadavra olarak kullanıldı. Sonrasında da rahat bırakılmadı ve mezarının olduğu yere tramvay garajı yapılacağı için kemikleri başka bir mezarlığa nakledildi.

Ömer Seyfeddin yeni rejimi, Cumhuriyet'i

görmedi.
Hayatta iken yazdıklarını kitap haline getirmemişti.
Ve Ömer Seyfeddin öldükten sekiz sene sonra da harf inkalabı olmuştu. Türk Milleti, Ömer Seyfeddin'in yazdıklarıyla toplu" olarak ilk defa 1938 yılında yani bütün inkılaplar yapıldıktan sonra ve Latin harfleri ile karşılaştı.
Bu sebeple Ömer Seyfeddin külliyati yeni rejimin kabul edebileceği

kadarıyla hem dil hem de mahiyet olarak elden geçirildi. Meselâ "İlk Namaz" gibi pek meşhur hikayesini Cumhuriyet'in kaç nesli okuyamadı? Çünkü hem ilk toplu baskıda hem de o toplu baskıyı esas alan diğer baskılarda bu hikayeye yer verilmedi. Bugün bu külliyatın
ne kadarının kayıp ve ne kadarının tahrif edilmiş olduğunu, Ömer Seyfeddin'in cesedinin kadavra olarak

kullanılmasını akla getirip tahayyül edebilirsiniz. Cesedi kadavra yapılan adamın yazdıklarının başına neler geldi?

Elimizde Ömer Seyfeddin'in yaşarken neşrettiği kitaplar olmadığı için korkunç bir tablo ile karşı karşıyayız. Zira Ömer Seyfeddin ölünce terekesi, mecmualarda neşredilenler, kenarda köşede kalan ve müstear isimle yazdıkları hiç

neşretmediği hikâyeler, külliyat neşredilecek diye ele geçirildi ve bu materyallerin akıbeti hakkında hiçbir malumatımız yok.

Ömer Seyfeddin'in Latin harfleriyle neşredildiği kadarki tahrifat ise facia boyutundadır. Yalnızca bir hikâyesindeki bir tek kelimenin başına gelenler facianın boyutunu izah edecektir. Ama, fakat, lâkin, zira, ve, veya, veyahut, velâkin,

amma velâkin, hatta, şayet, eğer, meğer, madem, çünkü... Bugün bağlaç denilen bu kelimelerin ve burada zikretmediğimiz daha nicesinin aslı ya Arapçadir veya Farsça. Bunlar olmadan ne konuşulabilir ne de yazılabilir. Gelgelelim Ömer Seyfeddin külliyatı ilk yayınlandığı zaman Türkiye'de bu kelimeler aleyhine -dolayısıyla Türkçe aleyhine- bir rüzgâr estiriliyordu.

Bilhassa
da "ve bağlacı" aleyhine yapılan propagandanın yürütücüsü dil ve edebiyat sahasında otorite kabul edilen Nurullah Ataç idi.
.....

Ve düşmanlığının yansımasını Ömer Seyfettin'in tek bir hikayesine; meşhur "Ben Gönen'de doğdum" diye başlayan And hikayesinin başına gelenlere bakarak görebiliriz. "Ve" bugün bilindiği gibi sadece bağlaç

değildir aynı zamanda söz başıdır...

Gelgelelim bu hikayedeki onlarca "ve" kelimesi Ahmet Halid'in ilk toplu baskısında ve o baskıyı esas alan diğer baskılarda(Bilgi, MEB) metinden çıkarılmıştır. Sadece mostralık vaybe adam ve'siz Metin yazmış da dedirtmemek için metinde birkaç tane ve bırakılmıştır. Bu kötülük Hristiyan takvimine göre 20 Haziran ilk

çeyreğinde Türkçenin en sade ve en selis metinlerini yazan Ömer Seyfettin'e yirminci asrın ikinci çeyreğinde yapılmıştır. Hiçbir sanat eseri olmayan sanattan zerre kadar nasibi olmayan insanlar Türkçe hakkında gavurca fikirler ve tutumlarla sanatçılarımızın eserlerini mahvetmekten perva etmemişlerdir.

Berdan Ber
Berdan Ber

"Uzak bir diyara gitmek için uzun ve vakitli bir yola çıkmaya karar vermişti.Bu, öylesine,aniden alınmış bir karar gibi görünse de bir ömür hesaplaşmasının,hayatının son ince akordunun yapılacağı bir yolculuktu" diye başlıyor kitabımız.

Wendy Barnaby
Wendy Barnaby

Nasıl biyolojik silah yapılacağı hakkındaki bilgi artık hiçbir şekilde gizli değildir. İnternette ücretsiz olarak elde edilmekte.