Günümüz Lazları arasında salı günü bir işe başlamak uğursuz kabul edilir. Bu gün kavga ve uğursuzluk günüdür. Bu gün doğan çocuklar kan dökücü olur. Salı günü çamaşır yıkanmaz, üç hafta boyunca salı günü çamaşır yıkanan evden ölü çıkar, salı günü yıkanmış çamaşırı giyen kişi çamaşır kirlenmeden ölür. Salı günü ekin ekilmez, fidan
dikilmez, çayır biçilmez, yola çıkılmaz, yaylaya göçülmez, düğün yapılmaz, ağaç kesilmez. Salı günü tıraş olmak uğursuzluk getirir.
Sandığı kadar akıllı değil. Sanırım o zaman anlamalıydım. Özel olduğuma, üstün olduğuma inanırdım hep. Her gün neredeyse üç cenaze konvoyu görüyorum, hafta sonları da iki üç katını. Uzanıp pencereden dışarı bakarken ya da balkonda otururken. Başlarda beni etkilerdi, halbuki sıradışı bir yanı yoktu. Bu benimle ilgili değil, oturduğum yerle ilgiliydi.
Mezarlıklara çıkan yolda oturan yığınla insandan biriydim yalnızca: Halk Mezarlığı, Katolik Mezarlığı, Yahudi Mezarlığı, Anılar Parkı Mezarlığı ve Büyük Şehir Mezarlığı.
Bilmece olayının yaşandığı dönemde küvette banyo ona göre milyonerlere özgü bir lükstü. Beş yaşına kadar mutfakta çamaşır yıkanan beton lavabonun içine girmeyi başarıyor,
televizyondaki küvetlerin altın renkli, aslan pençeli ayaklarına benzer heybetli pozlar vermeye çalışıyordu. O zamanlar babası henüz evden ayrılmamıştı ve kız Pisagor adlı bir devlet okulunda okuyordu. Annesi birkaç yıl sonra iki sebepten dolayı okulunu değiştirmeye karar verdi. Birincisi ve en önemlisi, öğrencilerini halkın arasından sıyrılmak üzere yetiştiren bir
okul olmadığını, sıradan bir halk okulu olduğunu fark etmesiydi. Anne kızının daha iyi olmasını istiyordu, kendisinden daha iyi olmalıydı. İyinin de iyisi. İkinci sebepse okuldaki Bay Osvaldo adlı hizmetlinin anasınıfındaki, ilkokulun birinci, ikinci, üçüncü sınıflarındaki birçok çocuğu istismar ederek onlara şiddet uygulamakla suçlanmasıydı.
Ferahlamak için
ayaklarını musluğa uzattı ve alt kattaki komşuların bağırışlarını dinledi. Son zamanlarda dışarısıyla tek teması buydu, bir de annesiyle beraber bir şeyler atıştırmaları.
Facebook hesabını kapatmış, tüm gününü bir yedinci kat dairesinde geçiriyordu. Büyük konakların yıkıntıları üzerine inşa edilmiş kulelerden birinde. Bu dairelerde yaşayan kiracılara
değer vermiyordu, asansörde asla selam vermezler, aceleci ve sabırsız müşteriler gibi davranırlardı. Ulaştıkları yere ulaşmış olmanın gururunu parlatmak için zorlama bir umursamazlık ve küçümseme takınırlardı. O da onlarla selamlaşmıyordu, kırk beş metrekarelik dairenin içinde bütün gün oradan oraya dolanıyordu.
Sabırsız, hevessiz, aynı zamanda gurursuzca.
Döndüğünden beri hayatı sabah esnemek kadar sönük bir hal almıştı. Tüm günü uykulu, önceden kalan yemeği ısıtarak, azıcık yiyip kalanı çöp kovasında sakladığı bir market poşetinin içine atarak geçiriyordu. Önceden beraber yaşadığı adamın en sevdiği dizi olan Seinfeld’i izliyor ama pek gülmüyordu. Gündüzleri mayışık, geceleriyse uykusuzdu.
Böyle
gecelerde, beraber yaşadığı adamla sahip olabileceği çocuğu düşünüyordu. Güzel, gerçekten güzel bir oğlan çocuğu, babasının boyuna ve düz, sivri burnunu alacak. Hem heyecan verici hem de tiksindirici bir düşünceydi bu. Çünkü annesinin babasına ilişkin söylediği şeyle aynıydı: Babasını çoğunluğun iyiliği adına insan soyunu güzelleştirmek için seçmişti.
Başka geceler balkonda vakit geçiriyordu. Meydandaki çeşmenin durmaksızın yağmur yağdığını düşündüren sesini dinleyerek. Sigaraların birini söndürüp diğerini yakıyor, yüreği buruk, etrafını çevreleyen binalardaki ışıkların sönmesini bekliyordu.
Güvenebileceğim bir şey duymaya ihtiyacım var, belki bir köpek havlaması.
Şerefini kirletmek. Bu deyim onu çok etkilemişti. Gerçekten de bunu yapabilir miydi? O anda nefsi tekrar devreye girdi. "tabii ki yapabilirsinsen insansın buna ne kadar dayanabilirsin ki ? Allah tarafından kalbi yıkanan bir peygamber olmadığına göre beni ne kadar dindirelirsin ki? Aç bir aslan gibiyim ben. Beni her zaman doyurman gerek ve ben hiç doymam bunu biliyorsun. Gerçekten de
ne kadar dayanabilirim ki ? İçimde her zaman doyurmam gereken bu şeyi nasıl tatmin edebilirim ki?" Bunları düşünürken sağ tarafından gelen ses her şeyi değiştirdi. "Unutma aslanlar terbiye edilebilir. Sen de nefsini terbiye edebilirsin."
Daima düzenli olan bu evde hep bir şey eksikti. İçinde birilerinin yaşadığına dair bir iz, bir sıcaklık. Olması gereken yerde olmayan bir eşya. Katlanıp sehpaya gelişigüzel konmuş bir gazete, yarısı içilmiş bir bardak su veyahut orta yerde duran bir çift terlik. Evden çok müzeye benziyordu burası. Her zaman temiz, düzenli, soğuk. Onlara öyle geliyordu ki dağınık
evlerin eşyaları mutludur. Üzerinde zıplanan koltuklar, sağa sola fırlatılan, sürekli yeri değiştirilen yastıklar, kirlenip kirlenip yeniden yıkanan çatal bıçaklar, tabaklar; karanlık çekmecelerinde, dolap raflarında bekleye bekleye ne işe yaradığını unutup yavaş yavaş tozlanan, sadece belli zamanlarda asık suratlı biri tarafından tozu alınan eşyalardan daha
şanslıdır.
Orijinal hayali tasarımlara fantastik denir. Bediüzzaman'ın fantastik tasarımları da vardır. Bu çarpıcı hayaller hakikate göre tanzim edilmiş, aşırılıkları olmayan hayallerdir. Bunların en orjinali ”Yirmiikinci Söz"ün Birinci Makam'ındaki temsili hikâye fantastik bir girişle başlar.
_ “Bir zaman iki adam, bir havuzda yıkandılar. Fevkalade bir tesir altında
kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki acib bir aleme götürülmüşler. ” (Sözleı; s. 365)
Bu fantastik girişin metne getirdiği orjinallik nedir? İnsan normal olarak dünyaya gelmesi ile birlikte ve aradan yıllar geçmesi sonrası evrene ve olaylara ülfet ediyor, onların orjinalliği kalmıyor. Büluğ çağına eren çocuk gözünde kâinatın
bir orjinalliği kalmıyor, evreni meydana getiren nesneler kendilerine ülfet edilmiş şeyler oluyor. Bu alışılmışlığı kaldırmak Bediüzzaman'ın bakış açısının ana öğelerindendir. Havuzda yıkanan iki adam, fevkalade bir tesir ile uyanırlar, acib bir aleme götürdüklerini görürler. Hikâyedeki iki şahıs henüz bülüğ çağında iki kişidirler. Onları Bediüzzaman
birden evren karşısına koyar. Ve onlar şunları düşünürler.
“Gözlerini açıp baktıkça gördüler ki acib bir aleme götürülmüşler. Öyle bir alem ki kemaI-i intizamından (tam bir intizam) bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir. KemaI-i hayretlerinden (tam bir hayret) etraflarına baktılar, gördüler ki: Bir cihette
bakılsa azim bir alem görünüyor. Bir cihette bakılsa muntazam bir memleket.. Bir cihette bakılsa mükemmel bir şehir.. Diğer bir cihette bakılsa gayet muhteşem bir alemi içine almış bir saraydır. Şu acib alemde gezerek seyran ettiler. " (Sözler, 5. 364)
Bu alemin acipliği birden doğduğu arı olayları yorum çağına gelecek insan için çarpıcıdır, izah
edilmezdir. Ama zaman içinde bu garip olaylar garipliği kalmayan alelâde olaylara dönüşür. Bediüzzaman kurguyu fantastik yapmakla bu tesiri vermek istemiştir. İşte onun sanatçı dehası, anlatım ustalığı,fiktif zekası ve daha nice özellikler..