Nazan Bekiroğlu
Nazan Bekiroğlu

Şimdi sen çok yorgunsun.
Bir ömür boyu can taşır gibi saklanmış sayfaları bulup çıkaramayacak, emanet cümlelere sığacak kadar.

Kenan Üner
Kenan Üner

Romanın içine saklanmış bir şiir...

Bıraktım masaya kalemi
Odam ıssız, ruhum derin
Pencereden bir rüzgâr esiyor
Sanki yüreğimde bir şimşek çakıyor
Ellerim titriyor, içim daralıyor
Ne şimdi bu?
Yoksa tükeniyor muyum?
Oysa ne hoş bakardım hayata
Kelebeğin uçuşundan, kuşların cıvıltısına,
Her şeyin içindeki

özü sezerdim.
Çiçeğin yağını çıkarmadan alırdım kokusunu
Duyardım kuşların birbirine ne dediğini
Ellerim titriyor, sanki nefes alamıyorum
Galiba o an yaklaşıyor
Tükeniyorum.
Serçeler bir başka ötüyor artık
Bu korkunç uğultu rüzgârın mı
Odanın içi neden ölüm kokuyor
Son noktayı koyamayacak mıyım
O kadar mı

kötü durum?
Gözlerim mi kararıyor?
Yok yok, bu başka bir ışık...
Ellerim niye titremiyor artık
Artık her şeyi anlıyorum
Tükenecektim elbette.
Ben de tükeniyorum!..

Mustafa Ünver
Mustafa Ünver

"İnsanlar madenlerdir. Cahiliye döneminde iyi olanlar, müslüman olduktan sonra da iyi okurlar. Yeter ki İslâm'ı tam.kavrasınlar" buyrurur.

İnsanları madenlere benzeten hadiste, gerçekten müthiş bir mecaz vardır. Şerif Radi, Peygamberimizin bu benzetmesine, dağların altında saklanmış olan madenlerin çıkarılıp denedikten sonra kıymetli madenlerinin

anlaşılacağı gibi insanların da içlerinde nice cevherler taşıdıklarını, görünüşlerinden bu değerlerin belli olmayacağını ancak araştırılıp denedikten sonra ne değerde olduklarının ortaya çıkacağı şeklinde açıklar...

Göknil Kongurtay
Göknil Kongurtay

Aşk dünyada bir yerlerde saklanırmış hep... Bazen bir papatyada, bazen bir film sahnesindeki bakışta, bazen bir şarkının mısrasında, bazen bir bardak çayı yudumlarken göz göze geldiğinde, herkesin aşkı bir yerlerde saklanır ve günü gelince ortaya çıkar. Bizim aşkımız sen ne kadar sevmesen de Turistik Doğu Ekspresi vagonlarına saklanmış ve orada bizi buldu.

Betül Yegül
Betül Yegül

altına saklanmış şeylerin
üstünde mutlaka biri vardır

Paul Fournel
Paul Fournel

Bisikletteki tükenmişlik hali diğer yorgunluklara benzemez. "Patlamak, "kopmak", "bonklamak" gibi ta birler bisiklet terminolojisinin bizatihi kendinden do gar. Bu tükenmişlik, dünya pelotonlarında sembolize edildiği karaktere verilen şu takma adla bilinir: "Çekiçli Adam".

Çekiçli Adam bir virajın berisinde saklanmış (hangi viraj olduğunu bilemezsin) ve seni bekliyor

olabilir.
Diri bacaklarla kaçıştayken, büyük çekicini ensene in direrek haşatını çıkarabilir. Uzunca süredir yola yan sayan gölgesini gördüğünü ne kadar söylesen de sana kimse inanmaz...

Peki bir bonk vakasından sonra bisikletten neden vaz geçilmez?

Çünkü tükeniş bir yolculuktur ve bisikletçi de her şeyden önce bir yolcudur. Başka bir sebep

bonklamanın organizmayı alt üst etmesinde yatar: Tükeniş arınmadır.

Çünkü oruç tutmak gibi. Geçilen eşik kişiyi arzulanan form seviyesine yaklaştırır -ertesi gün, o yorgunluk şiddeti 2 aldığında bunu hissedersin. Eşik noktasını geliştirmek için bazı yarışçılar kendilerini tamamen tüketmek üzeri ne antrenman yaparlar. Fignon'un dünya şampiyonasın dan

üç gün önce sadece tek enerji barıyla yalnız başına 300 kilometrelik antrenmana çıktığını hatırlıyorum. Çekiçli Adamla buluşmaya gitmişti.

Serkan Kaya Almalı
Serkan Kaya Almalı

"Çalı çırpının altında, kozalakların arasında, bir daha meyve vermeyecek kırık dalların üstünde, saklanmış insanlar arıyordum Gidenlerin dönüşünü bekleyenler daha ne saçma yerlere bakarlar bir bilseniz..."

Suat Kamil Aksoy
Suat Kamil Aksoy

Burada iktisadın felsefesi konuşuluyor ama öylesine konuşulmuyor. Önemli bazı başlıklar hakkında ulaşılmış olan kimi gerçekler ilk ifadelerini burada buluyorlar. Doğal ki siyasal ve tarihsel uzanımlar var. Fark edemediğimiz ama hayatımızı derinden etkileyen ve etkilemeye devam eden olgular büyük oranda aydınlatılıyor. Gündelik yaşamın rutinleri içerisinde sıradanlık

perdesinin ardında gizlenen ve belki de yeni bir çağı başlatacak önemli gerçekler gözler önüne serilirken, başka ve kıymetli olabilecek bir şeyler de kitabın satırları arasında saklanmış bulunuyor. Bir teknik ve temel analiz yöntemi sunulmuyor elbette ama anlatılanları gerçekten anlayıp gereğini yapanlar emeklerinin karşılığını mutlaka alacaktır. Ortaya atılan

tezlerin kabullenilmesi hatta tam olarak anlaşılması pek kolay olmasa da zorluğun bir kez aşılması halinde, kavuşulacak zenginlik her anlamda büyük olacaktır. Zenginliğin felsefesine pek ilgi duymayanlar için alternatif olarak felsefenin zenginliğiyle karşılaşma imkanı da ilgi görebilir. İnsanın üretimden elini çekeceği, robotlar eliyle yeni bir sanayi devrimine doğru

gidildiği konuşulurken beklentilere uymayan gelişmeler karşısında şaşırmamak için iktisadın felsefesi yol gösterici olacaktır.

"...Değer, göğsünde ne olduğunu anlatan bir yafta ile ortalıkta dolaşmaz. Aslında her ürünü, toplumsal bir hiyeroglif yazısına çeviren, daha çok değerdir. Kendi ürünlerimizin ardında yatan sırrı aydınlatmak için daha sonra,

biz bu hiyeroglifi çözmeye çalışırız…”
Karl Marx

Ali Mazaheri
Ali Mazaheri

IV. Gezgin Satıcılar.

Çarşılardaki dükkânlar, açık havada kurulan pazar ve panayırlardan başka, ortaçağ İslâm dünyasının şehirlerinde türlü şeyler satan ve sokakları, bağırtıları ve eşeklerinin çanlarının sesleriyle dolduran sayısız gezgin satıcılar vardı.

Sokaklarda böylece, her zaman haremlere girebilmek için körlerden yelpaze

satıcılarına rastlanabilirdi; bunlar çok iyi iş yaparlardı; çünkü İslâm ülkelerinde herkesin içerde dışarda, akşam sabah, gezerken, misafirlikte yelpazesi elindeydi.

Eğrilmiş ve boyanmış hurma yaprağı lifinden yapılmış olup işlenmiş hurma veya portakal ağacından bir sapa tutturulmuş sevimli biblolardı bu yelpazeler.

Erkekler sadelerini

kullanırlardı, şık kadınlarınki ise çok kez, pomponlarla süslü olurdu.

Yelpaze satıcısı, hurma veya pirinç samanı ve süpürge otundan yapılma, ince süpürgeler, ince kesilmiş, ucu kükürde batırılmış çöplerden kibritler, fare kapanları ve cevvale denilen kömür ateşini çabuk yakmaya yarayan acaip, küçük bir ateş tutuşturucusu satardı. Bu, bir zincire

asılı pirinç telden yapılma, küçücük bir sepetti. Bunun içine birkaç kömür parçası ve alevli bir küçük çaput koyup fırdolayı çevirmek, birkaç saniye de kor hali ne gelmiş ateş elde etmeğe yarardı.

Gezer satıcılar, mallarını, boynu mavi boncuklar ve çıngıraklarla büyük sepetler süslü bir katır veya eşeğe, kamıştan içinde taşıtırlardı.


Sepetlerin arasında bir fener bulunur ve sokaklar kuşaklarına asılı terazileriyle bütün şehri dolaşıp «çiçeği burnunda» hıyar, patlıcan, «dolgun» bademler, «sulu» nar ve «baldan tatlı» karpuz diye bağıran bu satıcıların sesleriyle inlerdi.

Gece olunca, onlar, mallarını methederek, her adımda, evine dönerken ipek çevresini portakallarla,

üzümle veya narla dolduran müşterilere fenerin ışığında mallarını satarak sokakları arşınlamağa devam ederlerdi.

Yazın, buzcular sokakları doldururlardı; çünkü bütün İslâm ülkelerinde, her gün yığınla buz tüketilirdi.

Buz kalıp halinde veya kar kuyularından çıkarılmış kar halinde satılır ve şerbetleri hazırlamak, meyve ve içkileri

soğutmak için kullanılırdı.

Kış gecelerinde, büyük sığ havuzlara kaynak suyu akıtılırdı. Birkaç saat içinde bu su 10 - 20 cm. giderek daha fazla kalınlıkta donardı. Bunun üzerine baltalar ve kazmalarla donatılmış işçiler buzu kırarlar, büyük parçalara bölerler ve onları bir bayırdan aşağı, bu iş için özel olarak hazırlanmış, üstü kapalı

mahzenlere kaydırırlardı.

İki ay boyunca bu iş gecede iki üç kez tekrarlanırdı. Böylece her buzluk haziranda yüzlerce ton saklanmış buz stokuna sahip olurdu.

Yazın sıcakta bu buzlar bitince, buz tüccarları İran ve Afganistan'da bol bol bulunan doğal buzluklara baş vururlardı.

Mezopotamya'da da buz elde etmek için İran dağlarına

gidilirdi. Ancak, bu bölgede buz devlet tekelindeydi ve büyük gelirler sağlardı.

Mısır'da buz az tüketilirdi. Çünkü bunun için ta Lübnan veya Anadolu'ya kadar gitmek gerekirdi.

Buz kantarlarda tartılır ve gezici, eşekli buz satıcılarına toptan verilir; bunlar da onu perakende satarlardı.

Sucular tulumlarını şehirlerin üst bölümlerinde,

ırmak veya kanallardan doldururlar ve onları deve veya katır sırtında taşırlardı. Bu hayvanların çanlarının sesleri her sabah sokakları doldurur, herkese taze suyun geldiğini bildirirdi.

Çamaşırcılar da, peşlerinde katırları sokaklarda gider gelirler, müşterilerinden kirli çamaşırları toplarlar, ırmağa götürürler, orada yıkar, iyi katlanmış bembeyaz

geri getirirlerdi. Eski zamanların dikkatli çamaşırcılarının tersine, XIII. yüzyıl çamaşırcıları, çamaşırı çabucak yıpratan kireç kaymağına batırmaktan çekinmezlerdi.

İbrahim Musa
İbrahim Musa

“Uzuvların hareketi düşüncelerin meyvesidir, eylemler karakterin [ahlak] ürünüdür ve doğru davranış, bilginin yayılmasıdır. Kalbin saklanmış en saf çekirdeğinin [sara'ir el-kulüb] amellér ve onlann membasının bahçesi olduğunu bil. 30

Batıni ışık, ona süs ve parıltı vermek suretiyle zahiriyi aydınlatır. Doğru davranış, müstekreh ve günahkâr

amelleri erdemlere dönüştürür. Bir kişinin kalbinde tevazu yoksa uzuvlarında da onu bulmayı bekleme. Ve her kimin kalbi ilahi ışıkların yuvası değilse peygamberi örneğin güzelliği onun zahirisi[nden] parlamayacaktır'.” 31

Gazzali bu bölümde açıkça özün batıni ile zahiri, hukuk (fıkıh) ile bilinç (sarâir), eylemler ve niyetler, beden ile ruh arasındaki

diyalojik gerilimine atıfta bulunur.