In his inaugural speech to the Council of State in 1868, Abdul Aziz, the successor of Sultan Mecid who had enacted the two Reform edicts cited above, vowed to protect and defend the members of all nationalities as "children of the same fatherland." Yet, in spite of all these professions and asssurances, intermittently reasserted up to the 1876 Constitution and beyond, "No genuine equality was ever
attained." [10] The reason was evident. The reforms were a repudiation of fundamental socio-religous traditions deeply enmeshed in the Turkish psyche, and institutionalized throughout the Empire. When the 1856 edict was proclaimed:
" Many Moslems began to grumble: 'Today we lost our sacred national rights which our ancestors gained with their blood. While the Islamic nation used
to be the ruling nation, it is now bereft of his sacred right. This is a day of tears and mourning for the Moslem brethren.' [11] "
Within few years (1859), these reations culminated in what is known as the Kuleli revolt in the capital. Army officers joined hands with Muslim clergymen and teachers in an attempt to overthrow the regime in protest against what they considered to be
sumbisliveness to foreign powers, and the illegimitimacy of the act of granting equal rights to the Christians.
---
10. Roderic H. Davison, "Turkish Attitudes Concerning Christian-Muslim Equality in the Nineteenth Century," American Historical Review 59 (July 1954), p. 848
11. Şerif Mardin, The Genensis of Young Ottoman Thought (Princeton, NJ: Princeton University
Press, 1962), p. 18
Konunun tarihi arka planında aslında Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya'sının 20. yüzyılın başmda yaşadıklan devrim ve savaş süreçleri vardır. Fakat bu kitapta, Osmanlı Devletinde 20. yüzyıl başında vuku bulan siyasi gelişmeler ve bizzat Enver Paşa'nın Osmanlı Devletindeki yeri ve önemi inceleme konusu yapılmamaktadır. Kitapta esas itiban ile Türkistan'da
ayaklanma ve devrim süreci ve Enver Paşa'nın Türkiye'den aynidıktan sonra, Doğu Buhara' da, önderliğini üsttenerek giriştiği silahlı mücadele konusundaki bilgi ve görüşler incelenmiştir. Enver Paşa'nın Buhara'ya gelmeden önceki hayah ile ilgili aynnhlara girilmemiştir. Bununla beraber İkinci bölümde Enver Paşa'nın kişiliğine ve Osmanlı Devletinin 20. yüzyıl
başında yaşadığı değişim ve reform sürecindeki rolüne de kısaca değinilmektedir. Üçüncü bölümde ise Enver Paşa'nın düşünce ve davranışı incelenmekte ve bu çerçevede Cemal Paşa ile görüş farkına da değinilmektedir. Kitabın birinci bölümünde, Türkistan'daki ortamın belirlenmesi bakımından 1917 yılının yaratmış olduğu devrim sürecinin bölgedeki
etkileri ve bunlann sonuçlanna ilişkin bilgiler değerlendirilmektedir. Bu bilgiler ışığında siyasi iktidar mücadelesinin gelişimi incelenmektedir. Hokand'da ilan edilen Özerk Hükümetin Taşkent Sovyet Yönetimi tarafından nasıl ortadan kaldırılmış olduğu da bu çerçevede ele alınmaktadır. Bu kapsamda Fergana Bölgesinde Basmacılık hareketinin gelişimi, Bolşevik
yönetimin bölgedeki faaliyeti ve bölgedeki komünist örgütlenme üzerinde de durulmaktadır.
Memleketimizde türeyen reformcular, dinde reform istiyorlar. Bunların çoğu bu istediklerinde samimi olmadıkları gibi, dinin reforma ihtiyacının olup olmadığını da içlerinde pek azı bilecek durumdadır. Çünkü, kendilerinin din bilimi ile ilgileri yoktur. Bu reformcular iki kısım olabilir. Bir kısmı inançları ayrı olanlarla, başka inançta ve dinde olanlara hizmet etmek
maksadını güdenler düşünülebilir. Diğer kısım ise bu gibi maksatlı hareket edenlere iyi niyetle, samimiyetle katılanlardır.Bu ikinciler, işin içyüzünü bilmeyenlerdir. Bunlar, ilkokuldan itibaren tarih ve edebiyat kitaplarında (Batıda uyanış devri) diye bir bölümle karşılaşmışlardır. Orada, Batı'nın Ortaçağ zihniyeti açıklanmiş, Hiristiyan Ortaçağın bir
karanlik çağ olduğu, dinin bilim ve medeniyete elverişli olmadığı, din adamlarının dar görüşlü, müsamahasız, tutucu, yobaz oldukları, yeniliklere karşı koydukları, dinin ilerlemeye engel olduğu bol bol anlatılmış, zihinler bu bilgilerle doldurulmuştur. Bu tesirler altında kalan insanlar artık bir daha bu konuda düşünmeyi lüzumsuz sayarak doğrudan doğruya, din demek
ilim ve medeniyete düşman bir müessese demek olduğunda karar kılmışlardır.
.
Zorlama ve cezanın reform için uygun araç olduğunu düşünmek, bir barbarın hissiyatıdır.
.
Aslında, cumhuriyetin temel direği olan, Atatürkçülük ve ilgili reform ve ilkeler ne zaman tehlikeye girse politik sürece yapılacak bir darbe Türk ordusu için yasal bir rol oluşturmamaktadır.
Orta Çağ Avrupa'sında ekonomi ve güç, kilise ile soyluların egemenliğinde iken yavaş yavaş buna karşı ihtiyaç dışında imalat yapan, kâr amaçlı üretim ile ticaret yoluyla sermaye biriktiren ve artık değer üreten bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bu zenginleşme ve birikim, o sınıfa tedricen bir özgürlük ve itibar kazandırmıştır. Müteakiben merkantilizmden
kapitalizme, fabrikasyon üretime geçiş sürecine bu kâr payı giderek yükselmiştir. Temelde Rönesans ve Reform hareketini finanse eden, Avrupa'yı bugünkü durumuna getiren hareketlerin arkasında millî burjuvazinin sermeye desteği ve bunların millî kültüre olan katkıları vardır.
Dinsel reform gerekliliği beni ateizme yaklaştırmıştır.Fanatizm ve cahillik çıkarıldığı zaman,dinde hiçbir şeyin kalmadığını farkettim. Şundan emin oldum ki, din hiçbir zaman bilimle ne anlaşabilir ne de birleşebilir.Bunun için dini bıraktım ve ateizmin bir savunucusu oldum.
"Zamanımız ukalalarından bazıları da dinde reform istiyorlar. Bunların yapmak istedikleri, Luter denilen papazın Katolik mezhebine itiraz etmesini ve Protestanlığı meydana getirmesini taklid etmekten başka bir şey değildir."
Hamdi Hatipoğlu