Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar hayat sana karanlık ve manasız gelir İnsan biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmaya bile istemez hiçbir insanın hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. hava sıkıcı ve manasızdır ya Fazla sıcak ya fazla soğuk ya
da fazla yağmurludur gelip geçenler suratına salak salak bakarlar ve On Para Etmez işlerin peşinde bir tutam otun arkasından koşan keçiler gibi dilleri bir karış dışarı fırlayarak dolaşırlar .aklını başına derleyip bu pis ruh haletini tahlil etmek istersin. insan ruhunun çözülmez düğümleri bir muamma gibi önüne serilir kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir
cankurtaran simidi gibi sarılırsın Nedense hepimizde maddi olsun manevi olsun Bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz mamafih insanlar da bu merak olmasa Doktorlar açlıktan ölürlerdi..'
“Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı boğar seni. Hayat sana karanlık, manasız gelir... Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak, ya fazla soğuk, ya fazla yağmurludur. Gelip geçenler suratına salak salak bakarlar ve on para etmez işlerin peşinde, bir tutam otun arkasından koşan
keçiler gibi dilleri bir karış dışarı fırlayarak dolaşırlar. Aklını başına derleyip bu pis ruh haletini tahlil etmek istersin. İnsan ruhunun çözülmez düğümleri bir muamma gibi önüne serilir. Kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran gibi sarılırsın. Çünkü nedense hepimizde maddi olsun, manevi olsun bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır.
Bunu yapmazsak büsbütün çılgına döneriz. Mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi...”
Kafam kaynar, canım sıkılır, etrafımdaki insanlara bilaistisna tahammül edemem. -Muhakkak bir yere gitmek isterim.- Böyle zamanlarda insana en azap veren şey nedir bilir misin? Ne oldu, ne oluyorsun, yine eskisi gibi değilsin,...diye sormaları. Hem insan bilirse ki, bunu sormaları seni düşünmekten ziyade kendileri, pis tecessüsleri içindir.
... Söylesene, nerde kayboldun Sen? Gülden hangi köşe başında vazgeçtin?
Acı kadar şifanın, dert kadar dermanın varlığını ne zaman inkâr ettin? Ne zaman bunun pis bir oyun olduğuna karar verdin?
... Sen kendine, o kendine bir demet nergis almaktan vazgeçtin?
Söylesene, nerde kayboldun Sen? Gülden hangi köşe başında vazgeçtin?
Bir zamanlar diyordum ki: Bu Türk'tür, bu Bulgar'dır ve bu Yunan'dır. Ben, vatan için öyle şeyler yaptım ki patron, tüylerin ürperir; adam kestim, çaldım, köyler yaktım, kadınların ırzına geçtim, evler yağma ettim. Neden? Çünkü bunlar Bulgar'mış ya da bilmem neymiş. Şimdi sık sık şöyle diyorum: Hay kahrolasıca pis herif, hay yok olası aptal! Yani akıllandım,
artık insanlara bakıp şöyle demekteyim: Bu iyi adamdır, şu kötü. İster Bulgar olsun, ister Rum, isterse Türk! Hepsi bir benim için. Şimdi, iyi mi, kötü mü, yalnız ona bakıyorum. Ve ekmek çarpsın ki, ihtiyarladıkça da, buna bile bakmamaya başladım. Ulan, ister iyi, ister kötü olsun be! Hepsine acıyorum işte. Boş versem bile, bir insan gördüm mü içim cız ediyor. Nah
diyorum, bu fakir de yiyor, içiyor, seviyor, korkuyor, onun da tanrısı ve karşı tanrısı var, o da kıkırdayacak ve dümdüz toprağa uzanacak, onu da kurtlar yiyecek. Hey zavallı hey! Hepimiz kardeşiz be... Hepimiz kurtların yiyeceği etiz.
❝Ben, her insanın ayrı bir kokusu olduğuna inanırım: Biz bunu anlamıyoruz, çünkü kokular birbirine karışıyor, hangisinin senin, hangisinin benim olduğunu bilemiyoruz; yalnız havanın pis bir koku yaydığını anlıyor; buna da insanlık adını veriyoruz. ❞
Köy canlanıvermişti. Harıl harıl su yolu açılıyordu. Taş kıranlar, dinamit atanlar, harç karanlar... Boru döşeyenler. Herkes seve seve akşamlara dek çalışıyordu.
Bir hafta sonra, köyün üç yerinde çeşmeler akmağa başladı.
Bir yıldır uykularımı kaçıran düşüncem, düşüm gerçekleşmişti. Zeliha bacı kovasını derenin pis sularına
daldırmayacaktı gayrı. Sarı ineğin suyu ayrı, Haçce Nine'ninki ayrı olacaktı.
Soseki oldum olası hastadır. Öksürür, kan tükürür ve henüz kırklık bir gençken, doktorlar hayati tehlike arz eden bir ülser teşhisi ederler. Kusmaktan iki büklüm olur. İçinden koyu bir sıvı çıkar ve Soseki, başucundan ayırmaz olduğu leğenin dibinde tuhaf ve değişken renklerin birbirine karışmasını gözlemler. Hastaneye kaldırılması gerekir ve artık sadece kendi
ıstırabının hissiyle varolmak gibi yeni bir deneyim yaşayarak, bizzat o ıstırap olarak, hastalığın pis ve aşağılayıcı faaliyeti neticesinde bedeni ve ruhu erimiş halde, kendi cesedini köpeklere atmak ve sonra her şeyi sona erdirecek aptal bir uykuya dalmak arzusuyla -böyle yazar Soseki-, günlerce yaşamla ölüm arasında kalır. Son kitaplarını, gitgide şiddetlenen
nöbetlerden fırsat bulduğu mutlu anlarda yazar.