Michael Yates
Michael Yates

Ne var ki biz, sermaye birikiminin önündeki esas tehlikenin ekonomi dışından kaynaklanan beklenmedik olaylardan geldiğini düşünmüyoruz.
Bize göre, sermaye birikiminin ta kendisi, doğal bir şekilde ve hiç şaşmadan, karlılığa ve sermayenin büyümesine uzun erimli ve kolayca başa çıkılamaz engeller getirir. Bunun çeşitli olası yolları vardır. Firmalar işçilerin

yerine makineleri koydukça, üretim gitgide daha fazla ''sermaye yoğun'' hale gelir. Otomasyonun amacı olabildiğince az emekle olabildiğince fazla üretimi mümkün kılmaktır.
Şirketin biri, insan emeğinin yerine makineyi koymanın bir yolunu bularak herhangi bir malın üretim maliyetini azaltırsa, aynı malı üreten öbür şirketler de aynısını yapmak zorundadır, aksi

takdirde piyasada kalamazlar. Ondokuzuncu yüzyıldaki gibi serbest rekabetle karakterize olan bir ekonomide benzer mallar üretip benzer hizmetler sağlayan şirketler ürünlerini olabildiğince fazla kişiye satabilmek için birbiriyle yarışır. Daha
fazla satmak için yapılan bu rekabet fiyatları aşağı çeker. Bunun anlamı, zamanla her birim makine için sömürülecek emek

miktarının azalması ve aynı zamanda fiyatların düşmesidir. Bunun ardından yatırılmış sermaye başına düşen kar oranının da azalması gelir.
Karların düşmesi de sermaye birikimini azaltacaktır, çünkü işverenler kar düşükken belli bir üründen daha fazla üretmek için yatırım yapmaya pek istekli olmayacaktır. Ürünlerin satılmasının zorlaştığı bir

durgunluk sırasında bazı firmalar batacak, bu da fiilen sermayenin bir bölümünün imha olması ve ekonomi toparlandığında ayakta kalmış olan firmaların yeniden yüksek kar oranlarına kavuşmasıyla sonuçlanacaktır.
Bir başka ve bizim asıl vurgulamak istediğimiz olası yol, olgunlaşmış kapitalist ekonomilerdeki iki eğilimin etkileşiminin sonucudur: Üretimin görece az

sayıda şirketin hakimiyetine girme eğilimi ve mal ve hizmet üretiminde yatırım fırsatlarının yetersizleşmesi eğilimi. Birikimin önüne çıkan bu engelin ayrı bir bölüm altında incelenmeye değecek önemde olduğunu düşünüyoruz.

Muharrem Balcı
Muharrem Balcı

..Aile Akademisi Derneği ve SEKAM’ın bu raporu, yaklaşık 40 yıldır bu politikayı uygulayan ülkelerde kadının ve ailenin durumu çok daha iyi olması gerektiğini, sözü edilen sorunların çözümünde kayda değer bir ilerleme görülmediğini tespit ediyordu. Araştırmanın bulgular bölümünde, bu ülkelerin araştırmaya konu olan 5 değişkenin35 tamamında da Türkiye’den

daha kötü durumda olduğu tespit ediliyordu. Bu sonuç, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının bu sorunların çözümünde etkisiz kaldığını ortaya koyması açısından önemlidir. Rapor şu can alıcı soruyu soruyor: Niçin kadın ve aileye ilişkin sorunların çözümünde toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının uygulanmasında ısrar ediliyor? Eğer toplumsal cinsiyet

eşitliği politikaları bu sorunların çözümünde etkili olsaydı, öncelikle uzun yıllardır bu politikayı en iyi şekilde uygulayan ülkelerde işe yaramış olması gerekmez miydi?36

Nitekim bu bağlamda şu satırlar hayli önemli açıklamalar içermektedir:

Toplumsal cinsiyet eşitliğinde model olan İskandinav ülkelerinde şiddet ve tecavüz oranları

ürkütücü seviyelerdedir. Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Finlandiya’da her yıl 50.000 kadın tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Danimarka’da 2017 yılında 24.000 kadın tecavüze uğramış veya tecavüz girişiminde bulunulmuştur. Konu ile ilgili Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo, cinsiyet eşitliği açısından ilk sıralarda yer

alan İskandinav ülkelerinin şok edici derecede yüksek tecavüz oranlarına sahip olmasının bir çelişki olduğunu ifade etmiştir. Benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikaların uygulanmaya başlamasından sonraki süreçte de, ülkemizde istatistikler şiddetin azalmadığını göstermektedir. Adalet Bakanlığı verilerine göre aile ve asliye mahkemelerinde

onaylanan kolluk kuvveti kararları her geçen yıl artmaktadır. Bir bakıma uygulamada olan İstanbul Sözleşmesi ve dayandığı toplumsal cinsiyet perspektifinin hem ülkemizde hem de dünyada şiddeti önlemedeki başarısı oldukça tartışmalıdır.37

Wayne Ellwood
Wayne Ellwood

Dünya Bankası (Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası): Bretton Woods Konferansı'nın diğer temel hedeflerinden biri de İkinci Dünya Savaşı'nın harap ettiği ekonomileri yeniden inşa etmenin bir yolunu bulmaktı. Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) bu çabaya öncülük etmek üzere kuruldu. Üyelerden toplanan aidatlar ve uluslararası sermaye piyasalarından alınan

borçla finanse edilen banka, üyelerine ticari bankalardan daha düşük faizli kredi sağlar. Başlangıçtaki görevi enerji santralleri, barajlar, yollar, hava meydanları, limanlar, tarımsal kalkınma ve eğitim sistemi projeleri gibi "altyapı" yatırımlarına kredi sağlamaktı. Banka, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'nın yeniden inşası ve kalkınması için bölgeye para

akıttı, ancak bu yeterli olmadı. Ayrıca, hızla genişlemekte olan sanayileri için sağlıklı piyasalara ihtiyaç duyan ABD'yi tatmin edecek kadar hızlı değildi. ABD bu nedenle kendi Marshall Planı'nı oluşturdu ve çok daha gevşek koşulları olan bu plan çerçevesinde, Avrupa ülkelerine kredi yerine hibe şeklinde doğrudan dolar sağladı.

Avrupa 1950'lerde yavaş

yavaş toparlanınca, IBRD ilgisini Üçüncü Dünya'nın bağımsızlığına yeni kavuşmuş ülkelerine yöneltti ve Dünya Bankası olarak anılmaya başlandı. Güney ülkeleri sanayi çağına geçmek istiyorlardı ve banka, bölgede önemli bir etken haline geldi. O dönemde popüler olan "büyüme aşamaları" teorisine göre, gelişmekte olan ülkelerin ekonomiyi "yerden kaldırmayı"

başarabilmesi için sağlam bir altyapı, bir "kalkış pisti" şarttı. Bu "altyapı kapasitesi"ni oluşturmak, bankanın kendine biçtiği rolün bir parçasıydı ve bu doğrultuda Dünya Bankası Latin Amerika, Asya ve Afrika'da hidroelektrik santralleri ile otoyol sistemlerini şevkle finanse etti.

Ancak, bankanın indirimli faiz oranlarına karşın, en yoksul ülkelerin borç

ödemelerinde zorlanacakları en başından belliydi. Bu nedenle Dünya Bankası 1950'lerin sonunda Uluslararası Kalkınma Kurumu'nu (IDA) kurmak zorunda kaldı. Bankanın bu kolu düşük veya sıfır faizli "kolay krediler" sağlayacak ve yeni Üçüncü Dünya ülkelerinin Bretton Woods kurumlarından ayrı olarak BM himayesinde faaliyet gösterecek bağımsız bir kredi kuruluşu oluşturma

girişimlerini savuşturacaktı. Banka iki ayrı bölüm daha kurdu: Bankanın onayladığı projelere özel sektörün yatırım yapmasını destekleyen Uluslararası Finans Kurumu (IFC) ve bankaya üye ülkelerden birinde yatırım yapmaya karar veren yabancı şirket ve bireylere risk sigortası sağlayan Çoktaraflı Sigorta Garanti Kurumu.

Jerry Z. Muller
Jerry Z. Muller

"Artan nüfus ve değişen iletişim dinamiklerinin de etkisiyle artık başarı, tecrübeden ziyade rakamlarla bağlantılı hale geldi. Bizi ameliyat edecek cerrahın istatistiklerine bakıyor, oturacağımız yeri seçerken o bölgenin yıllık suç oranını inceliyor, çocuğumuzu okula yazdırırken okulun başarı oranlarına dikkat ediyor, bir kuruma bağış yaparken o güne kadar kaç

kişiye ulaştığını araştırıyoruz. Hayatımızdaki her şeyin ölçülmesini, analiz edilmesini ve şeffaf bir şekilde duyurulmasını talep ediyoruz. Peki, ya o çok güvendiğimiz veriler doğru değilse? Ya sonuçlar bizim dikkatimizi başka bir noktaya çekmeye çalışıyorsa?"

Haluk Yurtsever
Haluk Yurtsever

1980 öncesinde Türkiye'de sendikalaşma, tarihinin en yüksek oranlarına ulaştı. Sendikalı işçi sayısı 1971 rakamlarıyla Fransa'da %20, Federal Almanya'da %25, İtalya'da %30 iken Türkiye'de de %30'du, 1975'te sendikalı işçi sayısı sendikalaşabilir ücretlilerin %42.8'ine ulaşmıştı.