1982 Lübnan Savaşı’ndaki deneyiminin ardından İsrail Savunma Kuvvetleri, İHA’ların anti-radar rolündeki potansiyelini fark edecektir. 9 Haziran 1982’de İsrail, Suriye Arap Cumhuriyeti’nin Bekaa Vadisi’ndeki hava savunmasını ortadan kaldırmak için planladığı “Galile için Barış Operasyonu (Operation Mole Cricket 19)’nu” başlatmıştır. Operasyon kapsamında ilk
olarak, Lübnan hava sahasına giren İHA’lar, Suriye hava savunma sistemleri radarlarının aktif olmasını sağlayarak bir nevi dekoy görevi görmüş ve bu sayede tespit edilen radar sistemleri İsrail savaş uçaklarından ateşlenen anti-radyasyon füzeleri tarafından imha edilebilmiştir.
TSK, 2017 yılı Şubat ayında yaptığı açıklamada; Fırat Kalkanı Harekâtı’nda 2 bin 288’i ölü olmak üzere toplam 2 bin 705 DEAŞ mensubu, 322’si ölü olmak üzere toplam 344 PKK/PYD mensubu teröristin etkisiz hale getirildiğini duyurdu. Bölgesel kaynaklar, operasyon kapsamında öldürülen toplam terörist sayısının 3 bini aştığını belirtti.
İnanmak konusunu özetlersek, inanma bir ihtiyaçtır. Bunun karşılanması insan yeni bilgiler kazanmaya götürür. İnanmakla birlikte insan, düzen ihtiyacını da karşılar. İnandıkları kapsamında soru sormaya devam edecektir;bulacağı cevaplar, öğrendikleri... Ve onları düşünüp değerlendirerek, öğrendiklerini uygulamayı geçirmesi, onu istediği düzenin bir parçası
haline getirir
3 Mart 1924 tarihinde kabul edilen kanun kapsamında sürgüne gönderilen hanedan ailesinin ülkeye dönüşlerine imkân verilmesi kademeli şekilde gerçekleşmiştir. Bu konuda en geniş kapsamlı uygulama 16 Haziran 1952 tarihinde kabul edilmişse de, bu tarihten önce de hanedan mensuplarının Türkiye'ye girişlerine imkân sağlayan bir takım istisnai uygulamalar gerçekleşmiştir. Bu
kapsamda ilk olarak, kanun dışı bir girişimle ve henüz bebek sayılabilecek bir yaşta Türkiye'ye gelen Sultan Reşad'ın büyük oğlu Mehmed Ziyaeddin Efendi'nin torunu Emel Nurcihan Hodo, 5 Temmuz 1939 tarihli özel bir kanunla da Enver Paşa'nın çocukları, kardeşi Kâmil Killigil'in kızı ve Milli Mücadele'ye katılarak Ankara Hükümeti tarafında yer alan İsmail Hakkı Okday'ın
kızı ülkeye giriş ve vatandaş olma hakkını kazanmışlardır.
16 Haziran 1952 tarihli kanun çerçevesinde pek çok kadın ve çocuk Türkiye'ye gelirken, kimileri de kurulu düzenlerini bozmayarak, hayatlarına bulundukları yerlerde devam etmişler, Türkiye'ye de ancak ziyaret amacıyla gelmişlerdir. Cumhuriyet hükümetlerinin 431 sayılı kanunda yaptığı düzenlemeler, şehzadelerin de ümitlerinin hep canlı kalmasına vesile olmuş ve vatana
kavuşma arzusu, fırsat bulunan her şekilde dile getirilmiştir. Ancak elli yıldır beklenen düzenleme 1974 yılında kurulan Cumhuriyet Halk Partisi-Milli Selamet Partisi koalisyonu döneminde yapılacak ve 15 Mayıs 1974 tarihli Genel Af Yasası'nın 8. maddesi kapsamında Osmanlı Hanedanı'na mensup erkek üyelere Türkiye'ye girebilme ve vatandaş olma hakkı tanınacaktır.
Modern sinirbilim, psikoloji ve beyin çalışmaları kapsamında 1980'den sonra yapılan deneyler, beynin bilinçten bağımsız olarak kararları ürettiğini ve daha sonra bireyin bunu özgür iradesinin sonucuymuş gibi kabullendiğini iddia etmiştir. 2008'de John-Dylan Haynes tarafından yapılan böylesi bir deney, beyinde kararın ortaya çıktığı ilk andan, bilinçte kararın fark
edildiği ana kadar önemli miktarda bir süre geçtiğini ortaya çıkarmıştır.
(hard disk 2)
Genelkurmay başkanı ilker başbuğ 2011 yılında emekli olduktan sonra "internet andıcı" soruşturması kapsamında 6 ocak 2012 tarihinde "silahlı terör örgütü kurmak ve hükümeti devirmeye teşebbüs" iddiasıyla tutuklandı...
Selahattin kısacıj ise kadrosuzluktan 2011 yılında emekli edildi...
Kadın çetelerinin erkek çeteleri ile benzer şekilde evlilik,saygınlık,statü gibi geleneksel hedeflerinde hayal kırıklığına uğramış üyelerden oluştuğu gözlemlenmiştir.Bu kadınlar için uyuşturucu kullanımı ve fuhuş kaçınılmazdır.Ancak Cohen ve Short’un bu çalışmasının tüm kadın suçluları kapsamadığını,siyahi kadın suçlular için geçerli olduğunu da
belirtmek gerekmektedir.
New York’taki kadın çete üyelerinin yaşam tarzı ile ilgili bir çalışma Anne Campbell tarafından gerçekleştirilmiştir.Campbell iki yıl boyunca üç kadjn çetesi ile birlikte yaşayarak onların yaşam biçimlerini gözlemlemiştir.Campbell’in çalışması kadınların da tıpkı erkekler gibi ortak yaşam,koruma ve ait olma duygusu nedeniyle çeteye
üye olduklarını göstermiştir.Ayrıca çetelerindeki değer sistemi içerisinde statü kazanmaları da çete üyelerinin aidiyetlerini pekiştirmektedir.Bireysel anlamda kendisini ifade etmekte güçlük çeken genç kadınların özellikle de aile ve sosyal çevrelerinde yaşadıkları sıkıntılar ile medyanın da yönlendirmesiyle bir çeteye dahil olma yolunu seçtiği görülmektedir.
Yapılan çalışmalar kadın çete üyelerinin rakip çete üyeleri ile gerekmediği takdirde dövüşmek konusunda gönülsüz olduklarını göstermiştir.Dövüşme konusundaki bu gönülsüz tavırlarının onların kadın bakış açılarından kaynaklandığı düşünülmektedir.Ayrıca kadın çete üyeleri kendilerini erkekler için kullanılan “arkadaş”yerine
“hanımefendi”olarak tanımlamaktadırlar.
Çete ile uyuşturucu kavramları birbiriyle iç içe geçmiş kavramlardır.Pontell ve Shichor tarafından yapılan çalışma;çete üyelerinin aynı zamanda uyuşturucu satıcılığı ile de ilişkili olduğunu göstermiştir.
Kadınlar örgütsel faaliyetlere çete bazından katılmalarının yanında terör örgütlerinde militan
olarak da yer almaktadırlar.Fransız İhtilali’nden günümüze kadar yaşanan sosyal değişimlerle birlikte kadınların da terör örgütlerindeki varlıkları ve faaliyetleri değişiklikler göstermiştir.Kadınların terör örgütlerindeki varlıkları özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra artmış,1970’lerden sonra da özellikle Avrupa ve Amerika’daki sol örgütlerde
kadın militanların sayısı artış göstermiştir.1980 sonrasında ise yaygınlaşan Radikal İslamcı bakış açısına sahip terör örgütlerinde kadın militanlar yaygınlaşmıştır.
Bu hususta yapılan çalışmalar;terör örgütünün kadınların genellikle kendi kişisel ve sosyal problemlerine çözüm aramak için kullandıkları bir araç olduğunu göstermiştir.Örgütün
ideolojik eğiliminin kadının sahip olduğu ideolojik görüş ile hangi oranda örtüştüğü kadının örgüt kapsamında yaptığı faaliyetlerin neler olacağı konusunda belirleyici olmaktadır.
Kadınların terör örgütlerine katılmayı seçmelerinin ve terör örgütleri için hedef haline gelmelerinin altında pek çok neden yer almaktadır.Bunların başında aile
gelmektedir.Ailede yaşanan problemlerden,üzerinlerindeki baskıdan çok fazla etkilenen kız çocukları,yaşadıkları travmaları kolay bir şekilde atlatamadıklarında terör örgütleri için kolay bir hedef haline gelebilmektedirler.Benzer şekilde günümüzde halen varlığını sürdüren zorla evlendirme de genç kadınların ailelerinden kaçarak terör örgütüne katılmalarına
sebep olabilmektedir.
Eğitim alamamış kadınlar da terör örgütleri için potansiyel taşımaktadırlar.Çünkü eğitimsiz kimselerin örgüt propagandasından etkilenme ihtimali daha yüksektir.Terör eylemlerine katılacak kimselerin gelecek kaygısı yaşamaması ve kaybedeceği hiçbir şey olmaması da örgüt için güzel bir fırsattır.Ancak bazı terör örgütleri için
eğitimsizlik avantajlı bir konu iken özellikle sol terörist örgütlere yükseköğrenime devam eden kimselerin de çoklukla katıldıkları gözlemlenmektedir.Birebir etkisi bulunmasa da iş hayatına katılamama ve düşük gelir düzeyi de kadınların terör örgütlerine katılması üzerinde etkili olabilmektedir.
Kadının yaratılıştan sahip olduğu
pratikliği,kararlılığı,acıya dayanıklı oluşu örgüt faaliyetlerinde yer almasını sağlamaktadır.Kadınların hızlı düşünebilmeleri,toplumla iç içe olmaları,kontrol noktalarında erkeklere oranla daha tedirgin bir biçimde aranmaları,kendilerine hamile süsü vererek mühimmatları saklayabilmeleri onları terörist faaliyetlerde avantajlı duruma getirmektedir.
Sosyalist Feminizm:
Kadınların toplumsal cinsiyet rolleri kapsamında temel görevlerinden birisi de ev işlerini yapmaktır.Erkek,dışarıda belirli bir saat aralığında çalıştıktan sonra eve gelip dinlenme imkanına sahip iken kadın açısından böyle bir durum söz konusu değildir.Mesai kavramı olmaksızın tüm gün emek harcamalarına rağmen emeklerinin maddi herhangi bir
getirisi bulunmamakta tüm bu emek ve mesai “sevgi emeği”olarak değerlendirilmektedir.Bu noktada sosyalist feminizm,patriyarkal kapitalizmin kadın emeği üzerindeki denetimini esas almaktadır.Bu denetim mekanizması nedeniyle kadınlar erkek egemenliği altında kendilerini gerçekleştirebilme imkanından yoksun kalmaktadırlar.Kadının emeğinin bu şekilde patriyarkal egemenliğin
kontrolünde olması,kadının sadece ekonomik varlığının değil emeğinin ve bedenin de erkek kontrolünde olması anlamına gelmektedir.Kapitalist sistem içerisinde kadının görevi ev içi işler ve annelik ile sınırlandırılmakta ve bu doğrultuda kadın,ekonomik özgürlüğünü kazanmasını sağlayacak mesleki faaliyetlerden ziyade ev içi işlere yönlendirilmektedir.
Özellikte kapitalizmin özel alan-kamusal alan ayrımını benimsemesi ve kadının tüm yaşam ve emek alanı olan evin özel alan olarak nitelendirilerek bu alanı eşit yurttaşlık haklarının tanındığı ve korunduğu kamusal alandan ayırması feministler tarafından eleştirilmiştir.
Kadın,tüm engellemelere rağmen iş hayatına atıldığında da yine emeğinin
karşılığını alamamaktadır.Kadınlar her ne kadar erkekler ile eşit işler yapsalar da ucuz işgücü olarak görülmektedirler.
Sosyalist feministlere göre;kapitalist sistem ataerkil merkezli bir sistem olup kadınlar hem cinsiyetleri nedeniyle hem de ucuz emek gücü olarak değerlendirilerek ezilirler.Sadexe ataerkil mücadele veya sadece emek mücadelesi kadınların ezilmelerini
engellemeye yetmez.Bu yüzden de kadınların gerçek anlamda özgürleşebilmeleri için hem cinsiyet eşitsizliğinin hem de sosyal sınıf eşitsizliğinin ortadan kaldırılması gerekmektedir.